İhtiyar Çilingir. Мемдух Шевкет Эсендал

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал страница 10

İhtiyar Çilingir - Мемдух Шевкет Эсендал

Скачать книгу

esiyor.

      Böyle zamanlarda gece korkuludur. Uzaktan kulağıma gelen sesleri dinleyerek dalmışım. Ocakta odunlar yanmış, sönmüştü.

      Birden seninle bahtiyar yaşadığımız yerleri görmek isteyerek çılgınca bir fikirle dışarıya fırladım. Başım ateşler içinde yanıyordu.

      Bütün köy, üstü donmuş karlar altında, sessiz uykudaydı. Zaman zaman bulutlardan kurtulan ay, bu karları esmer bir aydınlıkla parlatıyordu.

      Bütün ovalar bu iniltili rüzgârların altında kalmıştı.

      Seninle o altınbalıklarını tuttuğumuz yerlere kadar koştum. Delice bir sıtma içinde karları ellerimle karıştırarak senin küçük ayaklarının izlerini aradım.

      Senin ağının düştüğü yerde, şimdi dere donmuştu. Ben oraya yaklaştığım zaman, burada boş yere biraz su aramış bir yaban ördeği, kanatlarını buzlara vurarak uçtu. Sonra uzakta, ta uzakta vahşi, aç kalmış bir balıkçıl bütün rüzgârların uğultusunu yırtarak ovada aksedip kaybolan sesiyle haykırdı.

      Oralarda senden hiçbir nişan kalmamış. Kutupta yalnız kalmış bir adam gibi korktum, sevgilim. Beni bu hâlde, böyle geceleri korkular, rüzgârlar içinde yalnız göreydin bana acır ve beni koynuna alırdın. Bana mezarcığının bir ucunda ufak bir yer verirdin. Ne güzel, orada seninle yan yana, bütün seni unutan bu dünyadan uzak, sessiz uykumuzu uyurduk.

      Şimdi her gün, elimde boş bir ömürle, yalnız bunları düşünüyor ve bu kırları gezerek seni arıyorum. Senden kalmış bir iz, bir hatıra kovalıyorum, zavallı sevdiğim. Hâlbuki, gezdiğin yerleri kar örtmüş, buz kaplamış, her şey seni unutmuş…

1913

      VAKİTSİZ BİR EZAN

      Güneş köyün kumlu yollarını kızdırmıştı. Dört-beş çocuk oynuyorlar; bir kırmızı horoz, bütün yiğitliği, bütün erkekliğiyle bir gübre tepeciğinin üstünde, tavuklarının ortasında hizmetini ifa eden bir nöbetçi gibi duruyor, boynunu dik tutuyor, kuyruğunun kenarında, boynunda parlak altın tüyler parlıyordu.

      Çocuklar ilk önce kumdan bir fırın yaparak oynuyorlar, birbirine bağırıyorlar, çalışıyorlardı, sonra içlerinde büyükçelerinden birinin kulağına sanki birisi geldi, söyledi: “Haydi ezan okuyalım!..”

      Bunu işittikleri vakit, fırın oyununu bıraktılar; bu ezan okumak fena bir fikir değil, bunu söyleyen çocuğun dayısı da meyzin!31 Biraz sonra, köyün küçük mescidinin tahta minaresine koştular, zavallı tahta minare… Gıcırdadı, sallandı, çoktan böyle gürültü, kalabalık görmemiş, böyle velvele duymamıştı. Böyle vakitsiz yoklanmaya alışmamıştı da… Mescitçiğin bir köşesine odun dikilmiş, üstünden eski bir araba tekerleği geçirilmiş, üstüne tahtalar döşenmiş, kenarına korkuluk yapmışlar, bu minarecik böyle olmuştu.

      Bu minarecik köyün bütün evlerinden, bütün bacalarından yüksekti ve mescidin duvarının bir kenarından, odundan bir merdivenle çıkılıyordu.

      Bu çocuklardan birinin dayısı olan ihtiyar meyzin ona acıyarak, gece karanlık havalarda elleriyle basamakları tutarak, bazı kere de o kadar yüksekliğe lüzum görmeyerek o tekerleğin altında kesik, titrek sesiyle ezanını okur; iki-üç cemaatle, bazen de yalnız kendi gölgesiyle namazını kılar, sonra da yatmaya giderdi.

      Zavallı minarecik, bu ihtiyar efendisinin iyi bakmasıyla senelerden beri yağmurun, karın altında eriyor; içini kurtlar yiyor, tahtalarını yağmur çürütüyor, güneş kavuruyor, yavaş yavaş ömrünü tüketiyordu. Bir gün düşüp devrilecekti.

      Çok zahmete katlanamayacak kadar kuvvetsiz olduğundan, genç çocukların ayakları altında çatırdadı. Lakin kim bakar?.. Onlar, dört-beş çocuk, yukarıda toplandıktan sonra, hepsi birden ezan okumak hevesini duydular. İlk önce birisi başlayacak oldu, ilkin minareye çıkmak aklına gelen hemen yumruğunu tıkadı, susturdu. “Ben okuyacağım!..” Ve okumaya başlayacaktı. Öteki kendini kurtardı, boğazına saldırdı. Bir üçüncüsü, ikisinin boğazlaşmalarından istifade ederek başlayacak oldu. Diğerleri bu defa onun üzerine atıldılar.

      Minare sallanıyor, inildiyor, düşmek üzere bulunuyordu. Onlar, birbirinin yakasına sarılmış, gözleri dönmüş “Hele başla bakayım!”, “Hele vur bakayım!” diye bağrışıyorlar, hiçbiri vuramıyor, hiçbiri okuyamıyor, yalnız birbirini tartaklıyor, sarsıyor, hepsi birden de minareciği sallıyorlardı.

      Bu savaşma arttıkça arttı, minarecik sallandı, sallandı nihayet çatırdayarak eğildi, kaldı…

      Birbirinin yakasını bıraktılar, yere döküldüler… Zavallı minareciğin ihtiyar vücuduyla genç insan yavrularının yaralı vücutları birbirine karıştı. Yerden toz kalktı, feryatlar yükseldi, taze kanlar toprağa yayıldı…

      Köylüler gürültüyü, bağrış çağrışları duyup kahveden, evlerden fırladılar. Kabahatin ihtiyar minarecikte olduğuna karar verdiler… Çürük minare devrilmiş, çocukları yaralamış, birinin de ölümüne sebep olmuştu..

1911

      İHTİYAR ÇİLİNGİR

      Koyunpazarı’nda bir ufacık dükkân; bir küçük ocak yanıyor, bir ufak çocuk körük çekiyor. İhtiyarlamış, küçülmüş, ak sakallı, küçük yüzlü bir adam, gözünde çifte gözlük, minimini halkaları ateşte ısıtıp zincir bağlıyordu.

      Ne hoş manzara, gözüm ilişti. Dükkânın önünde kaldım. Bir çilingir dükkânı. Ufak kilitler, eski zaman kapı halkaları, rezeler, menteşeler, hayvan zincirleri. Böyle ufak tefek şeyler yapıyor. Bunlardan pek çok da yapmış, dükkânın ötesine berisine asmış.

      “Kolay gelsin, usta.”

      “Kolayı başına gelsin!..”

      Bir tarafa dayanıp durdum. Adamcık, benimle hiç meşgul olmuyor göründü. Birer tarafı açık, ufak halkalar hazırlamış, bir halka takıp açık tarafını ateşe tutuyor, o hazır oluncaya kadar bir başkasını ateşten çekip ucunu kemali dikkatle kapıyor, bir parça büküyor, onu tekrar ateşe verinceye kadar, evvelki hazır oluyor, böylece muntazam çalışıyordu. Emin olunuz ki gayet dürüst ve muntazam bir zincir vücuda geliyor, bir cilası noksan kalıyordu.

      Şüphesiz, eski binalarda gördüğümüz o müzeyyen32 edevat, böyle dükkânlarda, bu nezaketle, bu ihtimamla, bu kanaat ve feragatle işlenir, yapılırdı. Sanata böyle bir merbutiyyet-i dindarâne33 vardı. Her şeyi inkâr eden küfür devresi gelmemiş olsaydı, şüphesiz bu güzel şeyler sönüp gitmeyecekti. Lanet olsun o zamana ki bütün mukaddesatı34 inkâr ettirmiş, kanaatleri öldürmüş, huzur ve rahatı söndürmüş, demiri kaldırmış, yerine tenekeyi doldurmuştur.

      Ben oradayken gençten bir adam geldi. Elinde bir değnek vardı. Demirciye uzattı. Bu değneğin ucuna beş-on halka geçirilecek. Bu genç adam, onunla her sabah akşam bağa giderken eşeği dürtecek.

      Demirci anladı,

Скачать книгу


<p>31</p>

Meyzin: Müezzin.

<p>32</p>

Müzeyyen: Süslenmiş, bezenmiş.

<p>33</p>

Merbutiyyet-i dindarâne: Dindar bir kimsenin bağlılığı.

<p>34</p>

Mukaddesat: Kutsal sayılan inanç ve davranışlar.