Yol Romanı. Tuncay İrade

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yol Romanı - Tuncay İrade страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yol Romanı - Tuncay İrade

Скачать книгу

anıtsal heykeller çok. Medea12 dikkatimi çekti… Medea’nın kim olduğunu biliyor musunuz? Altın Deri bulmaya gelen Argonathlar’a yardımcı olan, Yason’a yol gösteren, sonra da ihanete uğrayan ve hiddetinden kendi çocuklarını katleden kadın. Dünya edebiyatı bu KADINdan teyet geçmemiş. Ben de geçmiyorum, durup bu KADINa uzun uzun bakıyorum. Kendine layık bir heykel yapmışlar. Batum’da mitoloji ile ilgili heykeller hayli fazla. Hatta fıskiyeler bile bu heykellerle süslenmiş. Buralar ve Abhazya Eski Kolhida olarak kabul ediliyor. Gürcüler şimdi Abhazya’ya hükmedemiyor, ama burası var ya… Nedendir bilmiyorum, burada her gece havai fişek gösterisi yapılıyor. Önceleri bayram falan sandım, hatta sordum da…

      Dario FO’nun tek kişilik kadın oyunlarından biridir.

      Euripides tragedyasında Medea âşık olduğu adam uğruna ülkesini terk eder ve Yunanistan’a yerleşir. Aradan kısa bir zaman geçtikten sonra kocası Corinthia prensesiyle kendisini aldatır, Medea da bu yüzden delirir. Para ve güç için kendisini terk eden eşinden intikam almaktan başka bir şey düşünmeyen Medea sonunda çocuklarını kendi elleriyle öldürür. Ama değil, hoşlarına gittiği için bunu yapıyorlar… İçleri bayram sevinciyle dolu… Gece uyuyabilsem bu da benim için bayram sevinci olacak…

      ÜÇÜNCÜ GÜN

      …Sabahleyin müthiş bir baş ağrısı ve Alik’in kızlarının sesiyle uyandım. (Söylemeği unuttum, kaldığımız otelin adı Alik ve otelin karşısında gördüğüm kocaman Hammer cipin plakasında da ALİK yazısı var. Demek ki, patronun adı Alik ve sabah sabah kızlara şarkı söyleten de o.) Çocukluğumdan beri bu baş ağrısını çekiyorum ve tahminen Pontius Pilatius13’un baş ağrısı gibi bir şey. Doğal olarak ben Pilatius olmadığım için kimseyi idam ederek baş ağrısından kurtulacak değilim… Ama içimde bazen böyle bir arzu uyanıyor… (Geldikten sonra neden Bulgakov’u hatırladım, onu düşünüyorum, neden? Meğerse 1939 yılı ağustos ayında Bulgakov’u buraya göreve yollayacaklarmış – “Batum” piyesi üzerinde çalışmak için. Bu piyes yazarın kendi vicdanıyla hesaplaşması olacakmış –Piyes, Stalin’i işliyormuş ve onu antik mitolojik kahramanlara benzetecek bir eser olmalıymış. “Halkların Babası” lakabı takılan Stalin ne düşünmüşse piyesin sahnelenmesi yasaklanmış. Ne ise – bu anlayışla bazı şeyleri hatırlamak galiba bir tür hastalık.) Galiba bu baş ağrısı ile günüm zehir olacak. Bu da, denize gidemeyeceğim, güneşte kalamayacağım, şehirde dolaşamayacağım anlamına geliyor… Ölü gibi yataktan çıkamadım. Akşama yakın kendime gelir gibi olunca ışıkları neredeyse gökleri bile aydınlatan şehirde dolaşmak istedim. …Faytonlar hâlâ halkın hizmetinde. Atlar, süslü püslü faytonlar şehre ayrı bir güzellik katıyor. Ben de bu güzellikten pek yürümek istemeyen ayaklarım için faydalanıyorum. Batum’da gecelerin de kendine has bir dünyası var.

      Mozaik bir dünya. Her dildeki konuşmaları duymak, her renkte insanı görmek mümkün… Gözlemlediğim şu oldu – yeni, genç nesil Rusçayı yadırgamış olsa da Rusça bilen Gürcülerin sayısı fazlalaşmış. Rusçanın önemini anlamaya başlamışlar galiba. Ülkede Sayın Milletvekili için taşıdığım fonksiyonlara (ansiklopedi, vitrin, sekreter, redaktör vs.) dışarıda tercümanlığın da ilave edilmesi bizim açımızdan gündemin önemli konusu.

      …Bulvar ve çimerlik bir arada. Bulvarın zeminine ahşap döşemişler. Sebebi konusunda ancak fikir yürütülebilir. Her şey yeniden özenerek yapılıyor. Bulvar ilginç kompozisyonlar ve heykelcikler yönünden son derece zengin… …Galiba başımın ağrısı tekrar başkaldırıyor… Pilatus’un ağrıları mehtapta artıyordu… Ay doğmuş olsaydı ben de denizde yakamozu seyrederdim. YOK… YAKAMOZ yok… Uzaklarda bir gemi ağır ağır yol alıyor… Sezen’in şarkısı nasıldı?

      SEN OLMAZSAN EĞER BATAR ARTIK BU GEMİ…

      …BEN HÂLÂ DOLAŞIYORUM AVARE,

      HANİ GÖRSEN

      ENİ KONU DİVANE…

      NE YAPTIYSAN OLMADI NE ÇARE…

      …Yeter artık dolaştığın…

      DÖRDÜNCÜ GÜN

      Sahilde, gökte süzülen paraşütü izliyorum… Yanlış anlaşılmasın, ama yıllardır şu paraşüt düşüncesi bende adeta bir saplantı, tutku hâline gelmiş. Hatta geçen yıl Antalya’da kesin karar vererek gerekli şeyleri takıp takıştırsam da havalanmaktan son anda vazgeçtim. Göğün yüksekliklerinde kalbimin bu heyecana dayanamayıp durabileceği düşüncesi beni bu arzumdan uzaklaştırdı. Yani benden kahraman falan olmaz. Her şeyi ölçüp biçiyorum. Hayır, prensiplerimi bazen de alt üst ettiğim oluyor, ancak bu paraşüte binme düşüncesi beni bitirecek… Şimdi gökyüzünde süzülen şu mutlu insana bakıp, ben neden böyleyim diye düşünüp duruyorum… Neden??? Neden arzularımızla olanaklarımız asla birbirine denk gelmiyor? Bakınca sana çok yakın görünüyor, elini uzatsan kapacaksın gibi… Ama elini uzattığında seni öylesine yakıp kavuruyor ki, külünü yıllarca temizleyip bitiremiyorsun… YORULDUM HER BULDUĞUMDA KAYBETMEKTEN… Kör şeytan, bu düşünce nereden gelip beynime saplandı? Deniz var, güneş var… Dalga da var… Madem göklere yükselemiyorsun, hiç olmazsa denize dal ve hayattan zevk al… Kahramanlık duygusuna kapılmamdan pişmanlık duydum, suya dalmak da gerekmiyormuş… Dalgalar beni sağa sola öylesine fırlatıp durdu ki, bir tarafa çıkacak durumda değildim, çekip çıkardılar. Bu arada çok sevdiğim gözlüğümü de sular alıp götürdü. Çok garip, o gözlüğü yıllar önce bana Gürcistan’da hediye etmişlerdi, Gürcistan’da da kaybettim. Kaybedilenler yalnızca gözlükler olsaydı keşke… Ne ise, gidenin ardınca ağlamamın anlamı yok, su falan içip sakinleşmek gerekiyor. 13-14 yaşındaki çocuklar dolaşıp su, dondurma, patlamış mısır, öteberi satıyorlar. Küçük sepetlerinin üstündeki örtüyü açıyor ve ne istiyorsan çıkarıp veriyorlar. Konu bu değil, bu küçücük sepetin üzerinde ufacık bir yazar kasaları var, ne satsalar karşılığında fiş veriyorlar. Tanrım, yani her şey düzeltilebilir, yoluna konabilir, yeter ki, sen iste… İstekler ve olanaklar burada da mı çakışmıyor yoksa..? …Kaybettiklerimi düşüne düşüne otele dönüyorum. Sayın Milletvekili her zamanki gibi televizyon karşısında. Duyduğum sesler birden dikkatimi çekiyor. Çoktan beri bu filmi seyretmemiştim… Ekranda “Kral Lir-(King Lear)” filmi var. İlgiyle seyrediyorum (William Shakespeare’i seviyorum, özellikle de “Kral Lir”i. Semender Rızayev’in seslendirmesini hatırladım. Seslendirme büyük bir sanat alanı, ona birkaç anlam yüklenmiş. Şimdi her tv kanalının kendine ait dublaj stüdyosu var, ancak şahsen tercüme edilen filmleri seyredemiyorum, zevk vermiyor. Lakin otuz yıl önce duyduğum ses hâlâ kulaklarımda. Acaba stüdyo yöneticilerinin karşısında bir engel mi var?

      İmkânları mı yok, yoksa istekleri mi… Veya Kral Lear sendromu mu? Biz genelde bu tür bozuklukların sıkıntısıyla karşılaşan halklardanız. Sahte övgülere öylesine kapılmışız ki, ne arzularımızdan, ne de olanaklarımızdan haberdarız… Bu günüm de böyle geçip gitti galiba… Konuyla ilgili varyasyonlar… Olanaklar, arzular… Ta gençliğimden beri… motosiklet kullanmaya özel heves duydum… Çok istiyordum…

      BEŞİNCİ GÜN

      1991 yılı sonbaharı. Ekim ayı idi galiba, Türkiye’den dönen kardeşimi karşılamak için Batum’a, oradan da Sarp sınır kapısına gelmiştim. Ülkede gerginlik

Скачать книгу


<p>12</p>

Yunan mitolojisinde acıların kadını olup güçlü bir büyücüdür ve Kral Aeetes’in kızıdır. Golden Fleece peşinde dolaşan Argonautlar’a çok yardım eder ve babasından gizli olarak Jason’a kaçar, onlarla birlikte Golden Fleece’i İolcus’a götürür, yolda karşılaştıkları zorlukları yenmesine yardım eder. Argo ile yol alırken kızkardeşini kıskançlık yüzünden parçalayarak öldürür ve lanetlenir. Babası Kral Aeetes, büyücü ablası Circe’den yardım ister, bin bir türlü entrikalar yaşadıktan sonra çıldırır, çevresindeki herkesi öldürmeğe çalışır ve çoğunda başarılı olur, çocuklarını da boğarak öldürmesiyle bilinir.

<p>13</p>

Yaklaşık M. S. 36-36 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye eyaletinin valiliğini yürütmüştür. Hz. İsa’nın “halkı isyana teşvik etmek” suçuyla yargılandığı mahkemenin başkanı. Yargıcın, “Ben İsa’nın kanını almam! Siz ne yaparsanız yapın!” diyerek onu yargılamadan kaçındığına inanılır. Pontius’un karısı Procula, Hz. İsa’yı rüyasında gördüğünü, Hz. İsa adına acı çektiğini söyleyerek onun ölüm cezasına çarptırılmasını ister. Procula’nın bu isteği kabul edilmez, ancak Pilatus yargılamadan çekilir. Procula, Ortodoks kiliselerinde azize olarak kabul ediliyor. Ceza infaz edilir ve Hz. İsa Hıristiyan kaynaklarına göre çarmıhta can vererek üç gün sonra dirilir. Öldüğünde 33 yaşında idi.