Yol Romanı. Tuncay İrade

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yol Romanı - Tuncay İrade страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Yol Romanı - Tuncay İrade

Скачать книгу

odalarımızı alıyoruz. Holde oturan insanlara göz gezdiriyorum-karşımda mozaik bir manzara var, sarışın Avrupalılar, siyahi…

      Otel sahibi;

      –İran’dan çok turist geliyor.

      Evet be, orada da bayram tatili var ya. Galiba ilk izlenimlerim beni az da olsa şaşırtıyor; yorgunluktan olsa gerek. Bana garip görünüyorlar. Akşam yemeği için geç olsa da açlıktan kıvranıyorum, zaten uçakta salatadan başka bir şey vermemişlerdi. Yemekhanede biraz atıştırdıktan sonra odamıza götürüyorlar. Otelin yerleştiği alan büyük dedim ya, üstü açık otobüs konukları kalacakları yerlere taşıyor; semtler arasında çalışan bir araç sanki.

      Yorgunum, çook yorgunum. Sabah göz kapaklarını açar açmaz çarıklarımı ayaklarıma geçireceğim ve dalacağım Ada’nın caddelerine …

***

      …Denizden doğan güneşin ışıkları otelin duvarlarında yansıyor. Gözlerimi açıp yatakta sağa sola dönüyorum. Kendimi öyle ağır hissediyorum ki, kalkmaya heves bile duymuyorum. Hayır, galiba bu yorgunluktan değil, üşüyor gibiyim. Giyiniyorum, çarıklarımın, yani yazlık ayakkabılarımın iplerini bağlıyorum, aynanın karşısında en son pozlar…

      Kendi kendime;

      “Hüsnüne hiçbir söz olamaz

      Gözlerin müthiş güzeldir” –diyor ve Sayın Milletvekilini uyandırmaya çalışıyorum. Kahvaltıya inmeliyiz, yemekhane de biraz uzakta. Otel büyük bir alan üzerine kurulu dedim ya.

      BİZİMKİLER

      Öylesine tertipli ve güzel bir mekân ki… Üzerine bin bir türlü nimet dizilen açık büfeden insanın iştahını kabartan kokular yayılıyor. Bizdekiler gibi mutfağın kokusu yemekhaneye yayılmıyor. Yiyecek şeyler çok dedim, ancak canım hiçbir şey çekmiyor. Üşüyorum, galiba hastalanıyorum. Bir fincan çay, bir tane poğaça alıp izlenimlerime başlıyorum.

      …Komşu masalarda yarı Farsça, yarı Azerbaycan Türkçesiyle konuşan genç aileler çoğunluğu oluşturuyor. Kucağı çocuklu erkekler ve gururla, yukarıdan bakınan kadınlar… Çoğu başörtüsüz. Tasvirimi biraz daha kesinleştirmek istiyorum, giyim kuşamları ile dikkat çekiyorlar. Biraz da medeni şekilde izah etmeye çalışıyorum. (Bir müddet sonra saçlarına taktıkları kocaman kanatlı tokalardan, aşırı makyajdan nereli olduklarını hemen anlıyorum. Bize benziyorlar.)

      Görünen o ki, o tarafta da bu tutum kabul görmüş. Evin de, çocukların da bütün yükü erkeklerin omuzlarına havale edilmiş. Kadınların işi de süslenip püslenip gezmek olmuş. Asla tanımadıkları insanlara (erkeklere) son derece serbest ve cüretkâr bakışlarla bakıyorlar. Bu bakışlar da bir erkeğin hem fiziki, hem de ekonomik gücünü kesin olarak belirleyebiliyor. Çok garip, dünyanın birçok ülkesinde İran vatandaşları ile karşılaştım, ancak böylelerini asla görmedim. Bu da benim için yeni bir buluş gibi oldu.

      Hele akşam danslarını görünce ipin koparılmasının hiç de iyi bir şey olmadığını düşündüm. Bu hiç de iyi bir şey değilmiş… İnsanların belirli hürriyetleri olmalıdır, o kadar…

      –Bunların erkeklerine dikkat ediyor musun, çocuklar, hatta bebekler bile babalarının kucağında. Yemeklerini dahi babaları yediriyor.

      Cevap vermiyor, ancak gözleri konuşuyor. Baksana, kaç yıldır ben gözlerle konuşuyorum. Gözleri okumayı babam öğretti. Dilsiz konuşan gözleri ile…Sonra da bana, yazında monologlar çok, diyorlar. Elbette olur. Ömrümün bu çağına kendimle konuşarak gelip çıktım. “Yarın konuşuruz” diyerek geçiştirmiş. İçimi hiddet bürüyor, ama yine de stop! Hiddet falan istemiyorum:

      –Tamam anladım, “sen çocuklarla çok meşgul olmuşsun” diyorsun. Peki, o çocuk sonra nereye gitti?

      –Burada.

      –Bir şey söylemek istiyorsan içinde tutma, söyle. Konuşmak gerek. Dünyada diyalogdan daha güzel hiçbir şey yok. Yoksa bir gün Mısır’da isyan meydana gelir. Monolog… Ne ise…

      Danışmada çok insan var. Dizüstü bilgisayarımı getirmediğim için esef duyuyorum. İnternet arıyorum, nerede olduğunu söylüyorlar. Orada da komşu masada oturan adam “bizimkilerdendir”. Göz ucuyla bakıyorum, İran’daki gazeteleri inceliyor. Birden bana doğru dönüp birinin fotoğrafını göstererek:

      –Hanım, bunu tanıyor musun?-diye soruyor. Tanıyorum elbette.

      –Zeynep yaşıyor mu?

      –Sanatını bile icra ediyor…

      –Bizim mollalar şarkı söylemeğe izin vermiyor.

      Siyasi tartışmalara hevesim olmadığı için susuyorum.

      –Siz de Gaziantep’ten mi geldiniz?

      –Hayır, Antalya’dan.

      Kimin, hangi yollarla Kıbrıs’a gelişi söz konusu. Galiba suskunluğum ona da etki ediyor. Kalkıp gidiyor ve yerini yine “bizim” genç kızlara veriyor. Doğrusu güzel kızlar, ancak sanki boyahane küpünün içinden çıkmışlar.

      –Nereden geldiniz, Tahran’dan mı?

      –Hayır, Tebriz’den.

      Adresine bakıyorum, bayram mesajları yollamışlar…

      …Telefon eden arkadaşımızdı. Şiir ve sanat yorumcusu, edebiyatçı Muzaffer Bey. Edebî mahlası Kerbelayı Muzaffer’dir. O da bizimle aynı uçakla Kıbrıs’a geldi, ancak o başka şehirdedir, Magosa’da. Akil Abbas’a, ne zaman görüşelim-diyor. O da bana soruyor.

      –Lefkoşa’ya gidelim mi?

      –Hayır, yorgunum. Bugün dinlenelim, akşama davetliyiz zaten. (Hiç yapmadığım şey, ancak gece ateşim zirveye vurduğunda durumun ne olduğunu bileceğim, müthiş soğuk almışım.)

      TANRIÇA

      Kumsalda bir o tarafa bir bu tarafa gidip geliyor, karmakarışık düşüncelerimi toparlamaya çalışıyorum. Uzaklardan, bir tepenin üzerinde yapılan Atatürk’ün heykeli görünüyor. Deniz, beyaz köpüklü dalgaları kovalayarak sahile sürüyor. İlah kabul edilenlerle insanların birlikte yaşadığı dönemlerde bu köpüklerin içinde bir güzel dünyaya gelmiş. Nemfler güzellik tanrıçasını sürükleyerek sahile getirmişler. Troya savaşlarına sebep olan Paris nifak elmasını ona vermiş. Bu tür bir hile ile güzellik tanrıçası da ilan edilmiş. Hileyle mi? Of be, ne farkı var, becerebilmiş mi? Güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit. “Afros” köpükten meydana gelen ve Kıbrıs’ı aşk adası yapan kadın. Olimpos dağındaki on iki yarı tanrıdan biri. Âşık olamayanları cezalandıran, aşkı ve güzelliği için cezalandırılan. Şu kayanın üzerinde çırılçıplak uzanarak gelip gidenlerin aklını başından alan güzel…

      Uzaktan tepelerin üstünde Atatürk’ün heykeli göze çarpıyor. Heykelin orada bulunuş sebebi siyaset mi, yoksa sevgi mi?

***

      …Sayın Milletvekili burada da tanıdıklarını buldu. Salon Milli Futbol Takımımızın

Скачать книгу