Altın Sincap. Анонимный автор

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Altın Sincap - Анонимный автор страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Altın Sincap - Анонимный автор

Скачать книгу

koltuğuna girerek futbol sahasının kenarına kadar getirdi. Topu önüne şak diye koydu ve: “Hadi vur!” dedi.

      Heh! Ne var ki bunda! Çizgi filmlerde görmüşlüğü var canım. İstese ta şu ağacın tepesine kadar uçurabilirdi topu. Aybulat ne tarafa şut çekeyim diye biraz düşündü. Sonra ayağını burnuna kadar kaldırdı. Ortalığı inleterek bağırdı ve bir vuruş yaptı. Top kımıldamadı bile. Dahası kendisi şap diye düşüverdi yere. Çoluk çocuk kahkahayı bastılar. Aybulat yattığı yerde hiç hareket etmeden, bu durumda ne yapılacağını düşünmeye başladı. Onların yaptığı gibi yapmalıydı. Kendini zorlayarak gülmeye çalıştı. Sonra da diğer çocuklar gibi topun peşinden koşturmaya başladı. Koşarken ayakları birbirine dolanıp düştü. Üstü başı toza toprağa belendi. Çok kötü yoruldu. Oradan biraz uzaklaşıp dinleneceği bir yer aramaya gitti. O sırada bir de ne görsün! Dört tekerlekli kocaman bir bebek arabası duruyordu karşısında. İçi bomboş. Aybulat fazla düşünmeden ayaklarını sallandırarak bebek arabasının içine uzandı. Fakat bu keyif fazla uzun sürmedi. Şişman bir teyze bağıra çağıra, ellerini sallayarak yanına gelip dikeldi:

      – Kalk! Utanmaz! Bu ne terbiyesizlik, diyerek arabayı sallamaya başladı.

      Aybulat yattığı yerden uzun süre şaşkınlıkla baktı. Teyze baktı olmuyor, kocaman elleriyle onu kavarayıp aldı ve ayakları üzerine yere bastırdı.

      – Sen laftan anlamıyor musun? Kimin oğlusun sen? Babana söyleyeyim de aklını başına getirsin bir güzel. Hiç utanmıyor da!

      Utanınca kendini sıkıp yüzünü kızartman gerekiyordu herhalde. Filmde öyle yapıyorlardı. Sonra da başını öne eğip sağ ayağının baş parmağıyla toprağı eşeliyorsun. Aybulat da öyle yaptı. Teyze onu bir sürü azarladı ve oradan ayrıldı.

      Canı sıkılarak: “İnsanlar bu sokak denen yerden ne zevk alıyor ki?” diye düşündü. O sırada karşısına, kocaman bir çoban köpeğiyle sahibi çıkıverdi. Aybulat sevinçten uçuyordu. Kendi sanal dünyasında tıpkı böyle bir köpeğe binip dolaşıyordu çünkü! Onunla sürüngenlerle dolu mağaralara giriyor, bulutlara binip gökyüzünde de uçuyordu. Denize inip insan kafalı balıklarla da savaşıyordu…

      Kucağını açmış bekleyen Aybulat’a, çoban köpeği hırıldamaya başladı. Aybulat durmadan köpeği kucaklamak, kocaman başını, yamyassı kulaklarını okşamak için çabalıyordu. Köpek arka ayaklarına dikeldi. Hırlayarak çirkin siyah dişlerini gösterdi. Sahibi yularından çekmese, bu şımarık çocuğu parçalamaya hazırdı.

      – Ne yaptığını sanıyorsun sen şaşkın, diye azarladı adam elindeki gazeteyi sinek kovalar gibi savura savura. Oyuncak mı sandın sen bunu?

      Aybulat adama tuhaf tuhaf baktı. Ne yapmak istiyordu bu insanlar? Ne yapsan yaranamıyorsun onlara. Ne diye şu Marat’ın peşinden çıkmıştı ki? Güya dışarısı eğlenceliymiş! Yok, hayır onun kendi kurduğu dünyası var. İster aya çıkar, ister denizin derinliklerine dalar. Kafası bozuldu mu, bu köpeğin sahibine, şu şişman teyzeye, top oynayan ukalâ çocuklara yüz çeşit silahla ateş edebilir…

      Böyle canı sıkılmış yürürken, sokağın öbür ucunu bulmuş meğer. Gittiği yönde: “Bu arabalar gözlerini fal taşı gibi açmış bana doğru neden bağıra çağıra geliyorlar acaba?” diye hayretler içinde kaldı. Hemen karşısında kocaman vinci görünce tekrar heyecanlandı. Dur bir dakika! Onun bildiği bir şeydi bu! Aha bak şimdi şu kancaya tutunup mavi gökyüzüne uçacak. Futbol sahasına da, vızır vızır giden arabalara da, apartmanların tepelerine de, onu tekerlekli koltuğundan kaldıran çocuklara da yukarıdan bakıp geçecek o…

      Kancanın böyle dibine kadar gelmesini kimbilir nasıl bir heyecanla beklemişti. Birinin kocaman elleriyle onu kucağına alıp sokağın öbür başına indirmesiyle kendine geliverdi. “Demek bu da hayâl ettiğim gibi olmayacak.” diyerek daha bir içerledi.

      Annesi oğlundan önce eve gelmişti. Aybulat’a kapıyı açtığında nutku tutuldu. Eli ayağına dolaştı. Oğlunun kire batmış yüzünü, başını öpmeye başladı. İyice örselenmiş tişörtünü, çimen kokusu sinmiş kot pantolonunu çıkarttı ve: “Ne yaptılar sana böyle yavrum, ne yaptılar sana bir tânem, diye söylendi durdu.

      … Annesi ertesi gün pencereleri kapatmayı unutmadı. Aybulat için tabak dolusu nefis yiyeceker bıraktı odasına. Evden çıkarken kapının kitlenip kitlenmediğini defalarca kontrol etti.

      Ama ne var ki Aybulat’a bir haller oldu. O gün onun irili ufaklı bilgisayarları işsiz güçsüz oturdu. Televizyonu da tatil yaptı. Telefonunun kâh biri kâh ötekisi çeşit çeşit müzikler çalsa da yanlarına bile yaklaşmadı. Tekerlekli koltuğuna öfkeyle tekme attı ve sokağa bakan pencerenin yanına geldi. Başını pencereye dayayıp derin derin düşünmeye başladı. Hangisi gerçek hangisi hayâldi bu dünyanın? İşte şu an bu soruya cevap bulması lazımdı.

      Rinat Möhammediyev

      GERDANLIKLI GÜVERCİN

      Pencerenin karşısına bir güvercin kondu. Beyaz bir güvercin. Boz kahverengi gerdanı da var.

      Ama yine de benim pek fazla ilgimi çekmedi. Bu civarda müstakil evler çok olduğundan herhâlde, öylelerine rastlamak sıradan bir şeydi. Aslında günümüz şehirlisini hayrete düşürmek âdeta imkânsız. Hele bir güvercin onu hiç etkilemez. Güvercinin mavisini de, kahverengisini de, gümüş renklisini de, beyazını da hatta sarısını bile görmüşlüğüm var. Güvercini umursamayıp masamdaki işe daldım.

      Böyle epey bir zaman geçti galiba. Güvercini ben unuttum gittim tabii. Başımı bir kaldırdım, hâlâ pencerenin karşısında duruyormuş mübarek. Biraz önce konduğu yerden milim bile hareket etmemiş. Kurumlanıp duruyordu işte. Güneşte ısınıyor diyeceğim ama, hava bulutlu. Üstelik kuzeyden soğuk rüzgâr da esiyor. Yaz demeye bin şahit lazım.

      Bunlar bir yana, boynunu uzatıp başını kaldırdı. Gözetlendiğini sezdi galiba. Dönüp, çiy damlacıkları gibi gözlerini bana dikti. En fazla iki metre mesafe vardır aramızda. Çıt ses yok. İkimiz de öylece oturuyoruz. Kim yenecek, kimin bakışları daha uzun sürecek diye yarışıyoruz âdeta. İki camlı pencerenin karşı tarafında o, bu tarafında ben.

      Böyle otururken, nedense rahatsızlık duydum bu yaptığım şeyden. İnsan olduğumu unutup güvercinle aşık atıyormuşum baksana. Bulutlu havada, soğuk havanın kucağında oturan masum kuşun mosmor kesilmiş ayaklarına, çiy damlacıklarını hatırlatan gözlerine ilişti gözüm. İçimi yaktı o gözlerden yayılan sıcaklık, parlaklık. Sanki güneşti ışıldayan gözlerinde. Farkında olmadan ayağa kalkıp, bir öte bir beri yürümeye başlamışım.

      Sonunda güvercin de, gözünü pencereden aldı ve pencere kenarından güzelce adımlayarak ilerledi. O da benim gibi bir öte bir beri yürümeye başladı… Hayret bir şey! Ne anlam çıkarmalı şimdi bundan? Bu yaptığı şeyle kendince beni kızdırmak mı istiyordu acaba?.. Pencere kenarındaki sacta tık tık dolaşıyor. Adımlarını daha bir cesaretli atmaya başladı anlaşılan. Ayaklarının çıkardığı ses git gide yükselmeye başladı sanki. Kızdırmak gibi bir düşünce aklının köşesinden bile geçmemiştir tabii ki. Ben bunu bir insan olarak, pek çok kimseye has olan, işkillenme dürtüsünden

Скачать книгу