Uzun Yol. Mukay Elebayev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Uzun Yol - Mukay Elebayev страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Uzun Yol - Mukay Elebayev

Скачать книгу

Bu arada onlar beni bırakıp aralarında konuşmaya başladılar. İçimden, benimle ilgili konuşuyor olmalılar diye geçirdim. Bir süre sonra Vasiliy, bana dönerek, “O zaman Elebes sana niye giysi vermiyor. Biz giysi konuşmamıştık. Olur dersen, maaşınla sana giysi alabilirim.” dedi.

      – Elebes’te de yok ya, dedim biraz düşündükten sonra. Eski püskü giysi veririm dememiş miydiniz, dedim. Fakat benimle ilgili konuşma burada sona erdi, herkes kendi işine baktı. Tam bu arada hanımı neyin eti olduğunu anlamadığım, kıpkırmızı bir et parçasını getirip önüme bıraktı. Önceden birilerinden Rusların kestikleri hayvanların etlerinin haram olduğunu duymuştum. Et önüme konurken, bu söz aklıma gelmesine rağmen eti hemen elime alıp yiyiverdim.

      – Günlerden bir gün çok ilginç bir olay oldu. Vasiliy ailesi ile evde kahvaltı yapıyordu. Ben ahırdan sığırları çıkarıyordum. Nasıl geldiği anlaşılamadan gökyüzünden bir akbaba indi ve benim bağırıp çağırmalarıma bakmadan bir kazı alıp götürdü. Kazın boynunu ısırarak gökyüzüne yükselmekte olan akbabaya ağzım açık bakakalmışım. Pencereden benim bu halimi görmüş olmalılar ki, Vasiliy’in hanımı kızgın bir şekilde yanıma koşarak geldi. Neden tutmadın, diye yüzümü tırnaklayacakmış gibi yaklaştı.

      – Yetişemedim, dedim, koştuğum alanın mesafesini elimle işaret edip göstererek. Vasiliy’in hanımı çok sinirli biriydi. “Seni var ya..” diyerek kulaklarımdan çekti. Elinden kurtulmaya çalıştım. Bir ara kurtulmuştum, tekrar yakaladı ve bu sefer ensemden de tutarak sıktı. Onun on yaşındaki oğlu Petka beni severdi. O, “Anne dövme,” diye bağırıyor, bana acıyordu. Bizi bu halde görünce küçük kızı da saçları dağılmış şekilde koşarak yanımıza geldi. Çocuklarından bir de pencereden bakıyordu. Beni dövmekten başka alacağı bir şey de yoktu. Kadın beni bırakınca, sığırları sürüp her günkünden daha uzak yere gittim. Beklediğim tek şey vardı, akşamın olmasıydı. Fakat bugün gün sanki iyice uzamıştı. Sabahtan beri hava kapalıydı, gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Üşümüştüm. Hava soğuyunca, geçenlerde yağmurdan korunmak için kullandığım kocaman kara taşın dibine büzüşerek oturdum. Açılmış olan ayaklarımı pantolonumu çekiştirerek kapatmaya çalıştım. Fazla uzamadı, şimşekler çakarak, o kapkara bulutlar bir anda yağmur olarak dökülmeye başladı. Bir anda çimenlerin üzeri parlayan su damlalarıyla kaplandı. Ben ise o koca kara taşın dibinden kalkmadan, uzaktan sığırları gözetliyordum.

      Akşam olunca sığırları topladım, eve doğru sürdüm ve kendim geri döndüm. Amacım, kaçmaktı. Bunu çoktan beri düşünüyor olsam da, bugün kesin kararımı vermiştim. Bizim çadır çok uzak değildi, buradan görünüyordu. Beni korkutan sadece büyük nehirdi. Orayı bir geçersem, sonra iş kolay, gece de olsa korkmam, giderim. Nehrin suyu eskisi gibi değildi, azalmıştı. Derin de değildi. Pantolonumu bacaklarıma kadar dürdüm ve besmele çekerek suya girdim. İlk adımlarda suyun soğukluğundan biraz zorlansam da kaygan taşlardan kaya kaya karşı kıyıya çıktım. Ayaklarım donmuştu. Sudan çıkar çıkmaz pantolonumu indirmeden ıslak çimlerin üzerinde koşmaya başladım. Çadırlar yazın kurulduğu yerdeydi. Tezek dumanları arasında, insanlar yatmak üzereyken, bizim çadıra geldim. Ocağın etrafına dizilmiş şekilde oturanlar bana bakakaldılar. Ben içeri girip henüz oturmadan, Elebes amcam “Niye geldin?” dedi kaşlarını çatarak. Bir anda yüzündeki kalın kırışıklar toplandı.

      – Çocuk işte, biraz sabredip maaşını aldıktan sonra gelseydin, dedi Burmake ana. Elebes amcam ise her zamanki gibi azarlamasına başladı. Bu seferki azarının sebebi doğrudan bendim. Ben suçluydum. Kulaklarımı kapattım, lâl olmuş gibi oturdum. Aradan biraz zaman geçince Burmake ana “Yeter artık, garibin yedikleri boğazından geçsin.” dedi. Bir de peşinden “Yaşlı ayı.” dedi. Bu sözler bana biraz cesaret verdi. Bu arada öbürlerine verilen kâse çorba bana da verildi. Üzgün ve perişan halimle gelip payıma düşen bir kâse çorbayı aldım.

      VI

      Yol işçilerinin köyünde.

      Bundan birkaç gün önce, “Her nahiyeden dörder kişi askere alınsın. Her birine dört yüz som verilsin.” diye Bölge Valiliğinden Nahiye Müdürlerine emir gelmişti. Bu haberin üzerinden fazla geçmeden Urmambet’in askere alınacağını duyduk. Beyşembi bu haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için Isık Göl’e gitmişti. Beyşembi geldiğinde biz otları topluyorduk. Canımcan toplanan otların üzerine çıkmış, Elebes amcamın verdiği otları alıyordu. Beyşembi atından iner inmez, atını henüz bağlamamışken, Elebes amcam “Doğru muymuş?” diye sordu, elindeki dirgene dayanarak. “Doğru.” dedi, Beyşembi. Elebes dirgeni toplanmış olan otun üzerine bırakarak, Beyşembi’nin yanına geldi. Eğilerek çizmesine koyduğu keseyi çıkardı. Çıkardığı keseden avucuna tütün döktü, sonra da hemen ağzına attı.

      – Ee, söyle bakalım ne var ne yok, dedi dudaklarını bükerek.

      – Bizim Şımarık Sarı bir kişi verecekmiş. İşte onun için bizim Urmambet’i askere yazmış, diye söze başlarken Beyşembi, Elebes amcam:

      – Nahiye Müdürü onu yakalayıp mı vermiş, diyerek sözünü böldü.

      – Lafın kısası, efendiler onu uygun görmüşler, dedi Beyşembi.

      – O, Isık Göl’e ne zaman gitmiş?

      – Yıllardır gitmiyormuş, bu sene de halkı bir göreyim demiş galiba. Gittiğinde de bu olay olmuş.

      – Nerelere gitmiş, dedi, Elebes amcam. Beyşembi bağladığı atına bir baktı ve kalın parmaklarını ovalayarak, bu sefer Irdık’ta, Tunganların yanında kalmış, dedi. Birkaç dakika sessiz kaldıktan sonra:

      – Gider gitmesine de, ancak giderayak halkın huzurunu bozup boş yere kötü oldu. Askere yazıldıktan sonra Karakol’a gitmiş, sonra geri gelmiş ve şiddet kullanarak ekâbirlerin atlarını almış, bugün de Şımarık Sarı’nın huzurunu bozmuş. Askere gidecek olanlara 400’er som verilecekmiş, onun 200’sine idareciler el koymuş.

      Aslından bunların hepsi doğruymuş. Olay şöyle olmuş:

      Günlerden bir gün Cılu Bulak’ın az ilerisinde efendiler bir araya gelerek toplantı yaparlar. Tam o sırada, Urmambet Aral’dan hızlı çıkagelir, toplananların üzerine yürür ve Nahiye Müdürü Ibıke’nin atını elinden almaya çalışır. Oradakiler, “Yapma, etme, ayıp olur, bunu bırak, istediğin başka at varsa verelim.” derler. O ise “Bundan başka ata binmem.” der. Oradakilerden Urmambet’i dövmeye çalışanlar da olur. Urmambet’in soğuk suratını gören Ibıke de korkar. “Bu kâfiri rahat bırakın.” diyerek dövmeye çalışanları durdurur. Böylece Urmambet, Ibıke’nin doru atını alarak yola koyulur.

      Aynı gün, halk arasında yayılan “Urmambet askere alınacakmış. Nahiye Müdürünün atı ile gelmiş,” şeklindeki söylenti Şımarık Sarı’ya ulaşır. “Nahiye Müdürünün öfkesi ona rahat vermez.” derler. Kadınlar ise, “Tövbe… Bunun gibisini görmemiştik. Sıradan bir adamın, Nahiye Müdürünün atına binmesi, iyiye yorulacak şey değil. Kahrolasıca! Bu zamana kadar onun atına değil binmek, önünden geçeni görmemiştik. Nahiye Müdürüne bunu yapanı Allah çarpar, derler.” Durum böyle olunca ne yapacağını şaşıran Ibıke:

      – Bu kâfirle tartışılmaz. Onu bir şekilde

Скачать книгу