Gece ve Gündüz. Çolpan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gece ve Gündüz - Çolpan страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Gece ve Gündüz - Çolpan

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Sabah kahvaltı sırasında Anahan’ın annesi kızına bakarak:

      – Kızım, bugün misafirlerini Sultanhan’ların evine alıp götürecek misin? – diye sormasınmı! Bu soru kızı da, gelini de heyecanlandırdı. Çünkü geceki haber henüz hiç kimseye duyurulmamıştı. Onu kahvaltıdan sonra Saltanathan’ın kendisine açıklamak istemiyorlar mıydı? Şimdi bu yaşlı kadın o “derd”i herkesin önünde ortaya koydu. Kız, sıkıntısını gizlemeye çalışır vaziyette yengesine baktı. Yengesi, bu bakışın mânasını derhâl anladı ve yaşlı kadına cevap verdi:

      – Sultanhan’ların evi biraz huzursuz görünüyor… Artık misafirlerimiz nereyi isterlerse, oraya götürürüz… Olmazsa, yine burada otururuz.

      Yaşlı kadın bu yersiz sorudan sonra yine durmadı:

      – Sultanhan’ların evi niye huzursuz oluyor? Anahan ile gelin artık hakikati söylemeye mecburdular. Anahan’a bakarak, gelin devam etti:

      – Sultanhan’ın anası birden hastalanmış, kızını gece aldırmış. Kendisi o tarafta, nasıl olur acaba deyip bekliyoruz.

      Saltanat şimdi ağzını açtı:

      – Biz arabayı koşturup gitsek olurdu.

      Şehirli kızlardan ikisi bu düşünceye katıldılar. Fakat Zebi Saltanat’ın omuzuna dürtüp, kulağına yavaşça fısıldadı:

      – Niye bu kadar acele ediyorsunuz? Neyiniz kaldı şehirde? Kaç yılda bir gelip de iyice bir rahatlamayalım mı?

      O sırada, selâm vererek Binbaşı’nın kızı Fazilethan gelip içeri girdi. Gençler onu yerlerinden kalkarak karşıladılar ve sofraya davet ettiler. Kız kabul etmedi, eyvanın yanına gelip durdu ve ayakta olduğu hâlde konuşmaya başladı:

      – Ben misafirleri çağırmak için çıktım. Sultanhan anam anneleri hasta olunca gittiler. Annem ile Paşşahan anam misafirleri kendileri davet ettiler. Bugün akşam üzeri, elbette gelirsiniz!

      Sonra vedalaşıp, çıkmak üzere davrandı.

      Onu tâ sokak kapısına kadar geçiren Anahan’ın huzursuz gönlü yine sakinleşmiş, kederli yüzüne sevinç kızıllıkları yürümüştü.

      V

      Binbaşı Ekberali’nin belinde gümüş kemeri, yan tarafında gümüş kabzalı kılıcı, üstünde sırmalı çapanı23 olmasa, hiç kimse ona makam sahibi demezdi. Basit giyimde görenler, ya basit bir köy beyi veya Yedisu ile alâkası olan koyuncu veya değilse yayla tarafı ile iş gören bir deveci diye düşünürdü. Şakak kemikleri dışarı fırlamış, alnı boyuna göre dar, enine geniş ve uzun uzun üç derin çizgiye sahip.. Burun ortaca, fakat üstü basık… gözleri kısık, bir gözünde biraz beyaz perde eseri de var… Çene geniş, yüzü tombul. Çok seyrek olan sakalı çenenin ortasında toplanıp keçininki gibi aşağı doğru salkım saçak inmiş. Bıyık da sakal gibi seyrek. Usta Tohtaş “asırlık” bıyığı iki günde bir tıraş ettiği için dudak üstünde kısa ve düzgün olsa da genel olarak yarıdan çoğu devrilen bir ağaçlık gibi çirkin görünüyordu. İki ucunda altışardan on iki uzun kıl, farenin kuyruğu gibi ince bir şerit hâlinde aşağıya sarkmış… Ustura ile iki tarafa iki defa el değecek olsa, o fare kuyruklarından eser kalmaz, böylece bıyık maskara görünümünden çıkıp, adam şekline girer. Sanatına itina gösteren usta Tohtaş teessüf denilen şeyi toplayıp, “sanat, sanat için” anlayışıyla bakıp… Ekberali Binbaşı’ya bıyık hakkında az önceki teklifi yapmış olsa da böyle büyük bir makam sahibi de halkın ayıplamasından korkup, usta Tohtaş’ın teklifini reddetti. Böylece o gülünç bıyıklar acıklı bir vaziyette sallandığı gibi kaldılar…

      Binbaşı’yı bu yüksek derecelere yükseltip, onun vasıtası ile kendi vaziyetlerini de kuvvetlendiren şehirdeki efendiler, onun iki şakağında sallanan o ince “kâkül”leri “iki asılanlar”, deyip alay ediyorlardı… Bu safderun “Sart” efendisi kendisiyle böyle alay edildiğini fark etmese de alay eden efendilerin kendileri meşhur Rus edibinin24 “Yedi Asılanları”ndan hem sözde, hem de işte çok iyi haberdardılar…

      Ekberali Binbaşı kendisi yalnız kalıp “vicdanı” ile karşı karşıya geldiği zamanlarda, Miryakub’un büyük hizmetlerini insaf ile hatırlıyor, ona her hususta minnettar olduğunu kendi “vicdanı” karşısında itiraf ediyordu. Gerçekten önceki Binbaşı’ya iyi bir ulak oyununda kullanılan atı boşuna alıp verdiği için ellibaşılığa hak kazandıktan sonra, tam altı yıllık ömrü kendi köyü ile binbaşının idaresi arasında defter taşıyıp at sürmekle, köyden adam sürmek ve büyük yola su serptirmekle geçti. Bu altı yıl içinde bir ulakçı atın değil, birkaç ulakçı atın payı çıkarılmış, önceki dört-beş tanab25 araziye dört-beş tanab yer ilâve edilmiş olsa da, ellibaşılık, her türlü iş ve koşuşturmayı gerektiren faaliyetlerdendi… Bunun için Binbaşı bir yıl güz mevsiminde Astanakul adlı zenginin büyük bir kavun eğlencesi yaptırdığını asla aklından çıkaramıyordu. Miryakub ile o eğlencede görüşüp tanıştığı için eğlenceyi aklından çıkarmaya “vicdanı” müsaade etmiyordu…

      Bu arada birçok şey Binbaşı’nın hatırından çıkmış, unutulmuştu… O, kavun eğlencesinden iki gün sonra Miryakub’un evine iki araba kavun-karpuz ile iki zembil dolusu üzüm ve kayrakı buğday26 gönderdiğini hatırlıyordu. Eğer yanılmıyorsa, bundan bir ay sonra, bir sabah gümüş kemer bağlayıp evden çıktığını, ondan bir gün önce, gece avlu kapısı önünde bir gece bekçisi olup çıktığını biliyordu. Binbaşı olduktan sonra kısa zaman içinde Miryakub’un köyünden şimdiki avluyu satın alıp, oraya göçüp gitti. Başka sözler çoktan beri aklından çıkıp gitmişti…

      Köyün yaşlıları kendi aralarında konuşurlarken, bu memlekette hiçbir han ve hanzadenin bu kadar uzak bir yurt istemediğini söylüyorlardı. Mallahanlar, Hudayarlar, Nasriddinbekler memleketin üstünden bahar bulutları gibi geçip gitmişlerdi. Ekberali Binbaşı, işte on üç yıldan beri bu makamında oturuyordu, devleti, itibarı, nüfuzu gittikçe artıyor, azalmıyordu.

      – Tanrı vermiş, Tanrı! – diyordu yaşlılar. – Tanrı “al, kulum”, derse, hiç mesele değildi.

      Aynı şekilde bazı gençler de aralarında:

      – Tanrı zaten böyle insafsızlara verirmiş! Biz biçarelere de bir şey verse ya! – diye konuşuyorlardı.

      Bunu duyan yaşlılar sopasını kaldırıp, gençlerin üstüne yürüyorlar, biçare gençler sopadan kurtulup kaçarken, birbirlerine bakıp alay ediyorlardı:

      – Niye kaçıyorsun? Tanrı sana da veriyor, almıyor musun?..

      Köyün yaşlıları bütün bu devlet, hükûmet ve büyüklüğün, bir çift sözü güzelce dile getirip söyleyemeyen bu basit, kaba ve çirkin adama birden “nasip” olmasında Miryakub ağabeyin büyük hünerinin sebep olduğunu iyi biliyorlardı. Bunun için Miryakub ağabey sokakta göründüğünde, ona verilen selâm ve gösterilen hürmetler, binbaşınınkinden

Скачать книгу


<p>23</p>

Çapan: Türkistan’da pardesü gibi üstten giyilen önü açık uzun kıyafet.

<p>24</p>

Rus yazar Leonid Andreyev’in “Yedi Asılanlar” hikâyesi kast edilmekte.

<p>25</p>

Tanab: Kırk metrelik ölçü birimi.

<p>26</p>

Kayrakı buğday: İri taneli buğday.