Kızıl Cebe. Murtaza Şerhan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızıl Cebe - Murtaza Şerhan

Скачать книгу

yerine oturdu.

      Çift yönlü örgüleri deve yününden eğirilmiş iple bağlanmış, kakülü salınan küçük kız ayran kabana doğru elini uzatıp, tam dolabın çengelini açmıştı ki, deminden beri yüzü dönük dizlerini tutarak oturan güzel gelin küçük kızın dolgun, çıplak baldırını cimcikledi. Kız çocuğu ağlasın mı, babasına mı şikâyet etsin bilemedi, ayrana uzanan elini geri çekip, yerine oturdu.

      O evde ağaçtan yapılmış tek alçak döşekte yatmakta olan hasta çocuk kız kardeşi Tüymetay’ın halini görünce gülmek istedi. Ama gülmeye bile mecali yoktu. Kanı çekilmiş, moraran dudakları hafifçe kıpırdadı. Alçak döşekten sarkan zayıf bileğini çengel burunlu ihtiyar halk hekim tutmaya devam ediyordu. Bir zamanlar iriyarı ve güçlü kuvvetli olan çocuk artık güçsüz, bir deri, bir kemik kalmıştı. Esmer görünüşü artık bozarmıştı. Gözünün kenarlarında mor halkalar oluşmuştu. Önceleri tombul olan burnu artık sarkık, biçimsiz görünüyordu. Göz bebeklerinde hala parlak yaşam kıvılcımı vardı. Mor halkalı ecel ne kadar etrafını sarsa da, o yaşam kıvılcımını söndürememişti. İhtiyar kısık gözleriyle sarkık kaşının arasından bunu fark etmişti. İhtiyar hekim bir bakışıyla fark ettiği yaşam direncini çocuğun sadece atar damarından akan kanın durumuyla yorumlamıştı. Öyle ki bileğini tutmasının tek amacı ne diyeceğini merak ettiği için ağzından çıkancakları dinlemek üzere dikkat kesilen anne ve babanın hatırı, daha da ötesi tedavinin şeklini tayin etmesi için zaman kazanmak ve düşünmek içindi.

      Yatak döşek yatan hasta çocuk kenarda oturan iri yarı gövdeli Rıskul’un “yar” deyince yalnız evladı Turar’dı. Yatağa düşeli yarım ayı geçmişti, ağızına su damlatarak onu kollayan anne babasının, yanından ayrılmadığına da yarım aydan fazla oldu. Önceleri onun rahatsızlığını hiç kimse dikkate almamıştı. Beti-benzinin atışını, birkaç gün oyun oynamak istemeyişini gören yetişkinler onu sıradan “soğuk algınlığı” olarak değerlendirdi.

      Üvey anası İzbayşa:

      – Güneş çarpmıştır, her zaman çocukluk edip, laf dinlemiyor, takkesini giymeyi bilmiyor, dedi.

      – Evet, o takkesini “Takke” oyunu oynarken yırtmış, kız kardeşi Tüymetay. Babası Rıskul çocuğun başını okşamıştı. O an garibim fark etmişti: Çocuğun kafası saçlarına kadar yanıyordu. Büyük avuçlarıyla hissetmişti. Tecrübeli avuçları neler görmedi ki, kendi gerçek hislerini gösteriyordu. Baba avuçları işte!.. O avuçlar sakınıp büyüttüğü çocuk sözkonusu olunca hiç yanılırmıymış?

      Rıskul önce kötüye yormak istemedi. “Güneş geçmişse, geçmiş” dedi. Ama Turar’ın yüzü solmuş gül gibi erimeye başlamıştı. Akşam üzeri dışarıya hacetini yapmaya giden çocuk eve geri döndüğünde, otağın eşiğinden atlar atlamaz yere yığıldı. Akşam yemeği hazırlamakla uğraşan İzbayşa’nın:

      – Eyvah! diye bağırışı duyuldu. Koşarak çocuğun yanına gitti ve başını kaldırdı. Bağırarak dışarıda duran kocasını çağırdı. Normal zamanlarda ağabeyinin her hareketini izleyip çocuk aklıyla alay eden Tüymetay ise birden irkilip, perçemleri çözülerek, ağlamaklı oldu. Bağırtıyı duyunca yüreği titreyen baba eve girince birden içeriye dalıp, çocuğunun yüz ifadesinden korktu. Fakat soğukkanlılıkla duygularını hissettirmeden, Turar’ı yığıldığı yerden kucaklayarak, ağaç döşeğe yatırdı.

      Yatış o yatış, bir daha kalkmadı. Rıskul üç dört geceyi aralıksız uykusuz geçirdi. Dudakları çatlayarak, ateşlenen çocuğun ağzına su damlattı. Bolıs2 köyünden imam Ekrem gelip, okuyup, üfledi. Ama hastalığı insan aklı almayacak gibi görünüyordu. Vedalaşırken Rıskul’a:

      – E, bahadır, bir şey olmaz. Tifüsmüş. Allah korur bir şey olmaz, bir şey olmaz diyerek, yüzünün ifadesi değişerek, evden aceleyle çıktı.

      Dünyanın zikzaklı, inişli çıkışlı yolunda alnına parmak kadar baht verilmeyen Rıskul’un bu fani dünyada tek varlığı çocukları Turar ve Tüymetay’dı. Yeryüzüne geldiğinden beri gördüğü tek nur parçaları. İkisi de gözünün nuru gibiydi. Onlardan önceki biçarelere bu faninin rızkı nasip olmamıştı.

      Derken Turar dünyaya geldi. Zavallı baba tüm ümidini “Turar’a” ağlamıştı. Şimdi ise büyüyüp, aklı başına geldiğinde kuzgun ecel dönüp dolaşıp, tuzağını aciz cüssesine acımasızca bırakmıştı. Namaz kılmayan, oruç tutmayan Rıskul şaşkın ve çaresiz Allah’a sığındı. Peygamber ve çocukların piri Umay ananın ismini içinden defalarca zikretti. Baydibek Ata ve “Domalak” denilen Nurile Ana’nın ruhlarından yardım istedi. Eğer çocuk iyileşir, Allah güç verirse, doğduğu Tülkibas-Jualı’ya gidip, Karatav’un bağrını yurt edinmiş, Bala Bögen’deki Baydibek Ata ve Domalak Ana’nın kabirlerini ziyaret edip, baş eğerek, şükretmek için ant içti. Bir zamanlar uçmağa varan babası Jılkıaydar ve ağabeyi Berdikul’u hatırladı. “Onların kabrini ziyaret edip, Kuran okutmaz mıyım?” dedi. Hayatın sinsi zorbalığıyla boğuşurken onları hatırlayıp, Kuran okutamadığı için af diledi, “Turar senin neslindir, merhametini esirgeme”, diyerek babası Jılkıaydar ile dedesi Selik’in ruhlarına yalvardı.

      Turar’ın yatak döşek olmasına İzbayşa’da çok üzülmüş, telaşlanmıştı. Hasta çocuğun üstüne titreyip, can-ı gönülden ilgileniyordu. Yataktan doğrulamayan, eklemleri iyice güçsüzleşen o iri yarı çocuğu besliyor ve okşayarak sakinleştiriyordu. Ne kadar üzerine titrese de, sonuçta üvey anneydi, Rıskul kadar yüreği yanamazdı. Boylu poslu o güçlü Rıskul birkaç gün içinde harap olmuş, bas bayağı tükenmişti. İzbayşa merhametli olsa da, samimi olamamıştı. “Tanrı’nın işi, alsa da kendi bilir, verse de kendi bilir! İnsanın ruhu Allah’ın emanetidir, ne zaman geri alacağı onun erkidir” diye içinden geçiriyordu. İnsanoğluydu, genç gelinin Turar’dan Rıskul’u kıskandığı da olurdu. Kocası ise kendi evladı uğruna canını vermek ister gibiydi. Verecek canı ayrı olsa da, “Turar” deyince, yeryüzündeki her şeyden vazgeçmeye hazırdı. Tüm dikkatini çocuğuna vermiş, kimi zaman eşinin yüzüne bile bakmaya üşeniyordu. Hatta Turar için İzbayşa’ya bir kez tokat atmışlığı bile vardı. Bu olaydan sonra erkek çocuğu İzbayşa’nın üvey anası olduğunu öğrenmişti. Kendi rahmetli olan öz anası Kalipa’yı hayal meyal hatırlıyordu. Fakat kız kardeşi Tüymetay öz anasını hiç görmemişti. Bu yüzden ‘yalnız doğan, akıl bitmemiş öksüz kuzu’ misali İzbayşa’nın kokusunu hemen kabullenmişti. Turar ise “Öksüz kuzu duygusuzdur, ümitsizce oturur” deyimindeki gibiydi. O, anadan öksüz olduğunun açıkça farkındaydı. Kalipa’nın ihtiyar babası Mamırbay ara sıra uğradığında onun kucağına sığınmasının sebebi de buydu. “Dedemin (anasının babası) köyüne gidiyorum” diye, babasına zahmet vermesi de boşuna değildi. Yavrusu bağlanmış dişi devenin hıçkırıp etrafında dolaşması gibi yaşlı Mamırbay da Besağaş’daki Rıskul’un evine sık gelirdi. Yirmi haneli Tav-Şilmembet3 köyü sakinleri kızının sağlığında bir kez bile gelmeyen Mamırbay’ın Kalipa Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra kısa kollu mavi elbisesiyle tırıs tırıs gelişine her zaman şaşırırdı. Mamırbay’ın küçük Turar’ı gördükçe genç yaşta toprağa verdiği kızı Kalipa’yı görür gibi olduğunu, Turar’ın seksen yaşındaki

Скачать книгу


<p>2</p>

bolıs (болыс): Sovyetler döneminde büyük köylerin, yurtların yöneticisi, beyi.

<p>3</p>

Tav-Şilmembet. Tülkibas’ın Aksu-Jabağılı bölgesinden gelerek, Almatı’nın dağlık bölgelerini yurt edinen Kazak boyu.