Eski Adam ve Diğer Öyküler. Elabbas Bağırov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eski Adam ve Diğer Öyküler - Elabbas Bağırov страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Eski Adam ve Diğer Öyküler - Elabbas Bağırov

Скачать книгу

ne de dinmek biliyordu. O sabah onu uykudan uyandıran bu ses; düpedüz tencere tava çalıyordu. İşin kötü yanı öğle yemeğine doğru elektrikler de gitti. Yarı aydınlık oda buz gibi soğuktu. Her seferinde kendine söz veriyordu, “Sağlık olsun,” diyordu; bir gün zaman olduğunda kapı ve pencerelerin eksiklerini iyice elden geçirecekti. Yoksa geçen yıldaki gibi… Öyle bir yanlış yapmıştı ki bütün kış hastalıktan gözünü açamamıştı. Artık tamamdı, soğuğa yiğitlik ettiği günler geride kalıyordu. Ama şu da vardı; kimi zaman havaların güzel gitmesi de bir bahaneye eviriliyordu. Ahmak gibi berbat bir atalete sahipti ve diğer işlerde de olduğu gibi, bu şey onun elini kolunu bağlıyordu. Aslında henüz bir hafta önce komşu eczaneleri yoklayıp pamuk bulamadığında, şehre yağan kar misali bu işin üstüne de sünger çekeceği belliydi.

      Huyu böyleydi, hiçbir zaman uzaktan bir şey alıp getirmezdi. Alışverişi de evin yanından yöresinden yapardı. Diyelim ki çok gerekli olan küçük bir şeye ihtiyacı varsa, onun için gidip şehrin diğer bir ucuna çıkmazdı. Bir yerde bir şey bulamıyorsa, o şeyin hiçbir yerde bulunmadığını zannederdi. Elde olmadığı için satışa sunmuyorlardı. Yoksa ender bulunan bir şey değildi ki karaborsaya düşsündü! Şimdi de yeni bir bahanesi vardı: Nereden bilebilirdi bir gün işyerinde kapı önüne konulacağını!İşte o zaman, o da keşke bir tek derdim kapı ve pencerenin yalıtımı olsa diye acı acı içlenecekti. Malum olduğu üzere, zilini çalacak olan adam da öyle böyle gelmeyecek, topla, tüfekle dikilecekti kapısına:

      – Ne var biliyor musun kardeş, topla pılını pırtını, saygı gösteren insanın tepesine çıkılmaz. Senden için ricacı oldular, ben de adam bilip evimi verdim. İyi adamsın kendine göre… Benim sana yapacağım iyilik en fazla bir hafta mühlet olur. Anlarsın anlamazsın, bu artık senin bileceğin iş! Onu da kafama takacak halim yok! Nereye gidersen git, bundan daha ucuz ev bulursan gel yüzüme tükür. Arkadaşın söylüyor, sende yeni bir hastalık tespit etmişler, elde avuçta ne varsa toplayıp ilaca vermişsin. Sen hastaysan benim suçum ne! Var mı benim günahım! Vallahi de billahi de arkadaşının hatırını kıramıyorum. Benim yerimde başka biri olsaydı, senle başka şekilde konuşurdu. İnsan insana bir ya da iki ay borçlu kalır artık… Beş ay değil ki! Beş ay demek yarım sene demek! Asıl benim canımı sıkan; şair olduğunu, yazar olduğunu, makale filan yazdığını söylüyorlar. Ne makale yazarlığı ha! Git kendine bir iş uğraş bul, para pul kazan. Millet karnını doyurmanın peşinde, ne buldun bu yazıda çizide?! Duymuş olabilirsin belki, şu ilerideki komşularımızdan bir karı koca açlıktan öldü. Biliyor musun hiç, her gün açlıktan ölen kaç kişi var bu ülkede! Hükümet çözemiyor, çünkü korkuyor, rezillikten korkuyor. Biliyor musun bu uluslararası kamuoyu filan, ne bilim ne işte… Sen kendin de duydun nereden nereye! Görüyorsun da! Bunu yaz asıl bunu! Yoksa bağa gel bostana gel ha… Ne olacak?! Belki yanlış söylüyorum! Senin o şairliğin zamanı geçti! Çık bir sokağa da bizzat izle, bak, bak millet yağmurun altında nasıl ecel teri döküyor! Niçin, niçin? Akşam evladına bir lokma ekmek götürmek için! Hayat bu kardeş! Milletin hepsi sokaklarda… İnsanlar birbirine çarpıyor: Sokaklara düş de göreyim seni! Bu halk sokaklara düştü sokaklara!

      Biraz acıyıp da bu kış günü, köpeği bile kapı önüne koymazlar diyebilirdi. Ama nereden aklına geldi bu ahmak düşünce!Kimdi onu evden kovan? İnsanlık nerede kaldı peki! Sanki onun fırıldak bir adam olmadığını bilmiyorlardı! İmkânı olsa, ona buna minnet etmektense gidip bir çaresine bakardı, niye sahtekârlık etsindi! Fakirliğin gözü kör olsundu, herkes çile çekmekten bıkmış usanmıştı.

      Elektrikler gittiğinde beş altı tramvay peş peşe durmuştu, sanki numunelik ihtiyarlar bir şey için sıraya girmiş gibiydi. Tevafuka bakar mısın, hem de tam marketin karşısında… Böyle uygun bir benzerlik bulduğundan mütevellit içten içe sevindi, bu mizanseni mutlaka yeni eserine eklemesi gerektiğine karar verdi ve düşüncesinin yeniliği yüzünden sanki yüzüne renk gelir gibi oldu. Gidip çay koymak için kalktı, sabahtan bu yana gazın olmadığını hatırlayınca yine efkârlandı.

      Kapı dövüldüğünde birden düşüncelerinden ayıldı, evet, bir tek yolu vardı: Eğer gelen kişi ev sahibiyse, onu mutlaka karşılamak lazımdı: İlaç için ona para verir miydi yoksa vermez miydi? Böyle olursa, anlaşılacağı üzere, kira hakkında hiç konuşmazlardı da… Üstelik o bu durumun ilaç yüzünden kaynaklandığını bilse, onun da yüzü tutmazdı borçtan söz etmeye… Gerçi gelenin ev sahibi olduğuna da inanmıyordu. Her kimdiyse kapının zilini çalmaya cesaret edememişti. Her zaman böyle olur: Yüzün tutmuyorsa, her bir şeyi ihtiyatla gerçekleştirirsin, karşı tarafı incitmemek için hareketlerini ölçüp biçersin. Hâlbuki zil sayesinde bu kapıyı her gün en az on defa açtırırlar: Gaz işletmesinden geleni, elektrikçisi, eşi dostu, komşusu ya da bir bilmem ne ustası…

      – Hacım, fal bakıyorum! Gelecekten haber veriyorum.

      Bunları söyleyenin yanında bir kadın daha vardı.

      Bir ışık var mı?” diye sordu ve cevabı zamanında bulup veremediği için halinden memnun bir şekilde gülümsedi.

      – İyi bir adama benzediğini görüyorum.

      Hoca, buyur edilmeden içeri sokulmak istedi.

      “O zaman parasız…” diyerek şart koştu ve misafirler içeri girmekte acele etmesin diye de kapıyı biraz ığdırdı. Bu sözü duyan falcı, utanıp sıkılmadan şöyle söyledi:

      – Eh, kadın bile kocasıyla parasız yatmıyor, sen neden bahsediyorsun?

      – Sana söyleyecek bir sözüm yok.

      Ev sahibi ona acıyarak başını salladı:

      – Bari adına hoca deyip milleti kendine güldürme!

      – Aman, yürü aman, yürü! Parası yok, kendine adam diyor!

      Hem bu av peşinde hesabı görmek için ellerine fırsat geçmişti hem de açık aleni adamın kişiliğiyle alay edip yüreklerini soğutuyorlardı:

      – Bundan daha güzel şey mi var?! İşin de yok, yüzünü niye asasın! Beysin paşasın demek ki!

      Evi ısıtamamak fenaydı, eğer gaz olsaydı, hiç olmazsa su kaynatıp bir kaşık su içerdi. Mutfakta oturup çalışmayı sevmese de bu saatlerde şu küçük yerin ısısı başkaydı, bir de akşam yemeği hazırlamak için bir şey bulsaydı, belki bir antika…

      Meteliğe kurşun sıktığında, kahvaltıyla öğle yemeğini aynı anda yapmak için uykusundan geç uyanırdı. Şimdi ise durum kesindi, alışageldiği üzere bir şey için dışarı çıkmasa da bu kez akşam yakmak için mum alması ve bir kaşık sıcak yemek için mutlaka evden adımını dışarı atması gerekiyordu. Birden dışarıda da elektrikler yoksa o zaman nasıl olacak diye düşündü. Çünkü her şey göz önündeydi, bütün şehrin ışıkları sönmüştü. Troleybüsler de hiç göze çarpmıyordu. Şimdiye kadar metro da çalışmamıştı. Nedense o an herkes hayatın durduğunu, dünyanın sonunun gelip çattığını, bunun artık bir son olduğunu zannediyordu. Birdenbire daha vakit olduğu halde akşamı düşünüp dert etmeye başladı. Zifiri karanlığı, soğuğu ve canının yanmasını aklına getirdiğinde, aniden bütün vücudunu soğuk bir ter bastı, sanki bütün bedeninde karıncalar dolandı. Bu durum takriben yarım dakika sürdü. Sonra niçin her zaman bardağın boş tarafını düşünüyorum diye kendini azarladı. Bel bağladığı ne varsa, niçin

Скачать книгу