Baş. Rahimcan Otarbayev

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Baş - Rahimcan Otarbayev страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Baş - Rahimcan Otarbayev

Скачать книгу

uzaklaştırdılar. Karşı çıktığı o taslak, kabul edildi. Yurdun her şehrinde, dizleri üzerine çökmüş üç farklı sakalla aynı ihtiyarın heykeli… Düşünce yok, tasa yok… En küçüğünde yüzünde bir imâ bile yok. Koyunlarını otlağa göndermiş, kendileri de tepebaşına yerleşmiş birilerine benzetilebilirlerdi.

      Gün geçtikçe ümitsizliğe düştü, acı gölün balığı gibi bozardığı bir anda hocası Gerasimov’u aradı. Gördüğü muameleden, önüne çekilen aşılması zor engellerden bahsedip dert yandı.

      “Genel olarak siz, Kazaklar, tuhaf insanlarsınız.” dedi Gerasimov uzun bir sessizlikten sonra. “Aranızdan yetenekli biri sivrilirse önce onu methederek yüceltiyorsunuz. Daha sonra sesini kesip yerin dibine sokuyorsunuz. Dediklerinizi kabul etmeye dayanabilirse, aranızda kalıyor. Ama yok, asi biriyse… O zaman iş çığrından çıkıyor. Zamanında büyük yazar Muhtar Auezov ile bilim adamı Satpayev bile Almatı’nın o cüzzam gibi yapışan karalamalarına dayanamayarak kaçtı. Ardından Moskova’ya gelmemiş miydi? Kaderleri, uçurumun kenarında yürüyormuş gibi tehlikedeydi. Zor belâ ayakta kalmışlardı.”

      “Ben ne yapabilirim?”

      “Sen daha çok gençsin. Dayan. Her zaman yardıma hazırım.”

      “Çok zor durumdayım.”

      “Noel Jumabayeviç.” demişti Gerasimov, resmî tavır takınarak. “Sadece Kazaklar değil, Ruslar da aynı sıkıntılarla uğraşıyorlar. İvan Grozni’nin heykelini yaptığımda ortalığın nasıl ayaklandığını sen de biliyorsun. Kiev’e gidip Yaroslav Mudrıy’ın kurukafasını aldığımda, bir gece laboratuarım talan edilmemiş miydi? Hatta, Moskova devletinin ilk kurucusu Yuriy Dolgorukiy’in öz evladı Prens Andrey’in benim yaptığım kafa kemikleri üzerine yüz şeklini görenler, demediklerini bırakmamışlardı. ‘Gerasimov, hakikaten yarım akıllı.’ diye hicvettiler beni. Niye Prensin yüzü Türk simasına benzedi diye. Sonunda ne oldu? Dolgorukiy’in sonraki eşinin Türk Han’ının kızı olduğu anlaşıldı. Andrey de anne tarafından akrabalarına çekmiş. Daha sonraları kilise duvarlarına yapılmış portresi de bulundu. Hiçbir yanlışlık yoktu. Tıpkısının aynısıydı. ‘Affedersiniz. Siz deli değil, bir dahiymişsiniz.’ dediler hepbir ağızdan. Ben öyle dâhiliği ne yapayım! Ayrıca ben seni, ‘Kazakistan’da bir kâse kaybolmuş, onu bul ve geri dön.’ diye mi gönderdim? Aslında arkeoloji senin işin değil. Demek ki mızmızlanmayı kesmeli ve çalışmalarına devam etmelisin!”

      Devam etmeyip de ne yapacaktı? Moskova’da doğup büyüyen Venera ile küçük Vika’sını düşünecek olursa hemen yola çıkmaya hazırdı. “Sonunda gideceğiz. Hocam laboratuvarında çalışmak üzere beni işe alacak. Araştırıp ortaya koyacak daha çok şey var.” diye kendisini teselli etmeye çalışıyordu. O günden beri de çok şeyler yaşanmış geçmişti.

* * *

      Umudunu kaybetmek üzere olsa da bir şekilde tutunmaya çalıştığı dönemlerdi. Noel, Tarihî ve Medenî Anıtları Koruma Kurumu’na gelmişti. Buranın patronu Ikas idi. Noel, kendi çalışma planını, ileride yapmayı düşündüğü işleri ardı ardına sıralayıverdi. Patron ilk önce kafasını salladı, sonra güzel bir kahkaha attı. Güldükçe koltuğa zar zor sığan göbeği sallanıyordu. Bir kendisi bir göbeği gülüyordu.

      “Noel, yavrum!” demişti sonra güzel güzel. “Siz yetenekli, genç bir bilim adamısınız. Önünüzde parlak bir gelecek var. Hatta sizi yanı başıma işe de alacaktım. Fakat malesef, bizim kurum, yeryüzünde devrilmeden ayakta kalan heykellerle ilgileniyor sadece. Onların da devlet çapında önemli olup olmadığını araştırmakla uğraşırız. Çok eski olanları ve lazım görülenleri kayda geçirip bütçeden ayrılan parayla restorasyon yaparız. Bunun dışında, toprak altında kimler var, yaşarken neler başarmışlar, böyle şeylerle bizim işimiz olmaz. Belki de Kazak halkına yararı dokunan biridir. Kim bilir? Dedim ya, yardımcı olmak isterdim, ama elimden bir şey gelmez.” dedi.

      Bir daha da ağzını açıp bir şey söylemedi. Noel, koltuğa bir an sığar gibi olup sonra dışına taşan komik göbeğe sinirle baktı, biraz bekledi, kapıyı çarparak çıkıp gitti. Bahçede sigarasını yaktı. O sırada, uzun boylu, parlak siyah gözlerini gam sarmış esmerce genç bir delikanlı ürkek adımlarla yanına yaklaştı.

      “Merhaba Noel ağabey.” dedi. Kendine yakın bulmuş olacak ki, iki elini uzatmıştı.

      “Merhaba.”

      “Affedersiniz, çoktandır sizinle tanışmayı hayal ediyordum. Adım, Dauren.”

      “Dauren? Kimsin, nerede çalışıyorsun?”

      “Şu, Ikas Beyin yanında. Gece bekçisiyim.”

      “Senin gibi genç delikanlı… Niye bekçilik?”

      “Ana–babamı erken yaşta kaybettim. Köyde doğmuşum, Atıraua şehrinde kimsesizler yurdunda yetiştim.”

      Genç delikanlının gözleri dolmuştu. Daha sonra ucuz bir sigara çıkartıp yaktı. Anasının sütünü emer gibi, üst üstüne çekerek içmeye başladı. Efkarından kimsesiz olduğu belli oluyordu.

      “Ağabey, bu kurumun ekmeğini yemeye başlayalı yaklaşık bir sene kadar oldu.” dedi yine kendine güvenen bir şekilde.

      “E-e-e, yani…”

      “Söylemeye çalıştığım şey, Ikas Bey’den hayır beklemeyiniz. Onun Mahambet’in şiirlerini araştırmakta olan kızı var. Çok akıllıdır. Adı, Ayım. O da sizinle tanışmayı çok istiyordu.”

* * *

      “Evet, geçmiş günlerin hayali… Bozkırdaki serap gibi parça parça olup tükenip gider mi ki?”

      Akrabalarından uzakta, aç kokarcalar gibi iki büklüm gezmek canını çok acıtmıştı. “Taşınalım, gözlerden ırak bir yerlere gidelim, kimsenin bulamayacağı yerlerde kaybolalım. Bundan sonraki hayatımızda görmediğimiz tek yer Almatı olsun.” diye eşi de sayıklamıştı. Öyle demesinin de bir sebebi vardı. Yine Noel’i şikayet etmişlerdi.

      “Eski kurgan ve mezarları kazıyor. Altınları, gümüşleri, çuvallara dolduruyor. Bulduğu hazineleri işbirlikçileriyle birlikte karısının İsrail’de yaşayan akrabalarına yolluyor.” demişlerdi. Bu şikayetlerin üzerine müfettişler hemen harekete geçip baskın yaptılar. Dairesini aradılar. Köşe bucak her tarafı talan ettiler. Bütün hazinesi, eşinin parmağındaki nikâh yüzüğüydü. Evdeki eşyalar ise bir tek kanepe, masa, beş altı sandalye… Bu görenler utanıp dışarı fırlamışlardı.

      “Biraz sabredelim. En azından Kazak halkının önemli bir şahsiyetinin baş kısmını oluşturayım, yüzünü ortaya çıkarayım. Onu kendi halkına kavuşturayım. Evlâtlık görevimi yerine getireyim. Yoksa bir tek gümüş kâseyi alıp nasıl gideriz? Moskova’lılar ‘sadece orta halliler ekmek kazanır’ derler. Biliyorum ya onları. Dünyayı iğnenin gözünden bakar gibi incelerler.” demişti. İkna olmadılar. Sonunda babasından kalan bir odalı daireye taşındı. Vika’sını Moskova’daki okula yerleştirip geri döndü. Böyle sıkıntılı dönemlerden geçtiği günlerden birinde bir telefon geldi:

      “Yavrum Noel, iyi misin?” demişti kulağa hoş gelen bir ses. “Ben, Alimcan Saktayev ağabeyin. Doktorluk yapıyorum.

Скачать книгу