Halis Öğretmen. Muhittin Gümüş

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Halis Öğretmen - Muhittin Gümüş страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Halis Öğretmen - Muhittin Gümüş

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      Alsdorf´taki – ALSDORF Herzogenratherstr.– Ausbildungszentrum´daki işyerinden eve gelince madencilere 50’şer Alman Markı cep harçlığı para verdiler. Tencere tabak alasınız diye. Madenci Halis “ Bu para, neye yetecek ki?” diye itiraz ettiğinde Balıkesirli bir arkadaşı koluna girerek dışarı çıkardı ve “Aman ha, dikkat et! Buradan hemen kovarlar seni. Bunca zahmet boşa gider. Dikkatli ol!” diyerek sakinleştirdi. Zonguldaklı madenci bir arkadaşı Alsdorf-Mariadorf tren istasyonunu gösterdi ve tren biletini verdi Halis ve arkadaşına. Artık trene bu istasyonda binip Alsdorf-Busch Wilhemschacht`ta ineceklerini öğrenmişlerdi. Eğitim merkezine de buradan gittiklerinden çok iyi bilmeleri gerekiyordu. Eğitim merkezine geç kalanları veya eğitim esnasında beğenilmeyenlerin Türkiye’ye gönderilme tehlikesi olduğunu herkes biliyordu. Yavaş yavaş Almanca öğretiliyordu. İlk öğrendikleri ise kazmanın Almancasıydı. Elbiseleri giyecekleri ve nasıl soyunacakları öğretiliyor, niçin yeraltında kesinlikle sigara içilmeyeceği öğretiliyordu. Eski madencilerin derslerdeki tercümanlığı aracılığıyla anlamaya çalışıyorlardı yeni madenciler.

      Öğretmen Halis’in madenci Halis olması pek kolay değildi. Azap içinde geçen bir ayın sonunda ilk maaşını almak üzere Mariadorf’taki bankaya gittiğinde maaşının 420 Alman Markı olduğunu öğrendi. Halis itiraz ederek:

      – Olamaz böyle bir şey! Bu resmen haksızlık! Bana paramın tamamını verin!

      – Sizin maaşınız bu kadar! Yapacağım bir şey yok.

      Kızgın ve üzgün hâlde bankadan ayrılırken “Hafta da bin mark verileceğini ben daha köydeyken Uzun Ağa’dan duymuştum. Bu adam benimle dalga mı geçiyordu yoksa?” diyordu madenci Halis.

      Bir aydan fazla süren kursun sonunda Siersdorf Emil Mayrisch adlı kömür ocağında yeraltına indiklerinde madenci Halis, “Bu maden ocağı denen şey insan aklının kabul edebileceği gibi bir yer değil. Kocaman makineler çalışıyor, birkaç katlı dev asansörle yeraltına, 710 metre derinliğe iniyoruz. Vay be! Ardından da yeraltı trenine biniyoruz ve çalışacağımız yere ulaşıyoruz. Bu nasıl bir dünya Allah’ım!” demeye başladı. Halis’in asıl sıkıntısı bundan sonra başlıyordu. Kazma küreği eline verince çok zoruna gitti. Madenciler hep yeni gelenlere bakıyorlar, başlarında da Demokles’in kılıcı gibi postabaşı ustalar duruyordu. “Öğretmenliği bırakıp buralara ne diye geldim ben? Yok muydu bunun başka yolu?” diyordu kendi kendine…

      Madenci Halis yavaş yavaş işe ısınmıştı daha doğrusu çaresizlik sebebiyle alışmak zorunda olduğunu da biliyordu. Yeni arkadaş edindiği kişilerle her cumartesi akşamı restorana gidiyordu. Uzun Ağa´nın anlattığı sarışınları da görmek mümkün değildi. Uzun Ağa’ya göre haftada bin mark para kazanacağız diye düşünüyordu. Sonunda anladı ki; ne ocağın önünde bekleyen sarışın ve kırmızı arabalı Marialar vardı, ne de Almanya´da haftada bin mark para veren maden ocağı… Bu adam tek kelimeyle yalan makinesiymiş. Meğer köye geldiğinde cebinden çıkarıp gösterdiği paralar da köydeki zavallılara hava atmak için arkadaşlarından ve akrabası olan köylülerden borç alarak topladığı ve cebinde gezdirdiği emanet paralarmış. Borç batağında yüzen zavallı bir Uzun Ağa’ymış…

      Uzun Ağa, yüzlerce yalanla bütün yörenin köylülerini uyutuyormuş. Halis’in öğretmenken madenci olduğunu bilen yoktu çevresinde. Kendisi bu tür zavallı işçilerin kaldıkları barakalara gidip onlara adam akıllı sözlerle yardımcı olmaya çalışıyor, nasihatlerle daha düzenli yaşamalarını, iyi çalışmalarını, alın terlerini har vurup harman savurmamalarını öğütlüyordu. Pazar günlerini arkadaş ziyaretleriyle geçiriyor, çay içip memleket hasreti gideriyordu.

      Artık madenci oluyor gibiydi Halis Öğretmen. Memlekete mektup yazıyor, aileye para gönderiyor, çocukların fotoğraflarını istiyordu. Gün geçtikçe memleket hasreti çoğalıyordu. Akşam yastığa başını koyduğunda “Oğullarım; Yavuz’um, Ahmet’im, hayat yoldaşım Medine, babam, kardeşlerim ve bütün akrabalarım… Gözü yaşlı bıraktığım Kumluköy’deki öğrencilerim… O sümüğünü bile silemeyecek kadar çelimsiz ama okuma azmiyle dolu zavallı köylü çocuğu Sami’yi, çakır çakmak gözleriyle cevval bakışlarıyla her işe koşan İbrahim’i unutamıyorum… Şimdi ne yapıyorlar acaba?” diyordu.

      Maden ocağında kaza haberleri herkesi ciğerinden vuruyordu. Kaza geçiren madencilerin hastane ziyaretine çok önem veriliyordu. Hasta odalarının birinden çıkıp diğerine gidiyorlardı. Hastanın ilaçtan çok morale ihtiyacı olduğunu onların sözlerinden daha çok bakışlarından bile anlamıştı Halis Öğretmen. Kimilerinin ailesine mektuplarını da Halis Öğretmen yazıyor, böylece hayatta görmediği ve belki de ebediyen göremeyeceği insanlara selamlar gönderiyor ve güzel haberler vererek onların sevinmesine sebep oluyordu.

      İyiden iyiye madenci gibi davransa da “Sen madencilik yapamazsın Halis.” dediklerinde Halis de şunun şurası beş altı ay daha çalışıp biraz da Almanca öğrenirim, sonra da memlekete dönerim.” diye cevap veriyordu.

      Bir gün madende işe giderken tünelin başında durup düşündü ve kararını verdi. Mühendis Steiger Debus Hoffmann’ın yanına gitti ve:

      – Ben sabah vardiyasında çalışmak istiyorum.

      Hoffmann, sert ve kaba üslubuyla yüzüne bakarak:

      – Neden?

      – Almanca kurslarına katılmak istiyorum. Aachen’da Almanca kursu var. Lütfen bana izin verin de akşamüzeri kurslara katılayım.

      Staiger Debus’un cevabı hazırmış zaten. Yine sert ve kaba üslubuyla, hatta Halis’in yüzüne bakmadan:

      – Esel braucht kein Deutsch! (Eşeğin Almancaya ihtiyacı yoktur!)

      Halis bir şey diyemeden doğruca iş elbiselerini giyip uzaklaştı oradan. Ocağa giderken “Adam bizi resmen eşek yerine koydu. Bu ne alçak adammış? Hayır, dayanamayacağım bu kadar aşağılanmaya!” diyerek indi ocağa. Biraz sonra Steiger Debus Hoffmann gelip madencilere iş taksimatını yaptı. Ağır adımlarla ileri geri dönüp dururken düşünceli bir hâle bürünmüştü. Aslında Steiger Debus Hoffmann’In aklı Halis’in isteğinde kalmıştır. İç muhasebesi yapıp vicdanının sesini dinlemeye karar verdiğinde Halis’le daha iyi bir diyalog kurmaya karar verdiği anlaşılıyordu. Yanına yaklaşıp sorular soruyor ve kısa cevaplar alıyordu. Almancayı öğreneceğine kanaat getirdiğini fark edince bir hafta sonra Halis’i sabah vardiyasına verdi ve böylece sürekli sabah vardiyasında çalışmaya devam etti. Steiger Debus Hoffmann’ın bu kadar anlık değişik davranışlarına anlam verememişti.

      Halis, Aachen´a gidip VHS ´de kurslara yazıldığını anlatmaya çalışırken çok zorluk çekiyordu, Hoffmann’la konuşurken… Adam çok sert biriydi. Steiger Debus, tuttuğunu koparan, aynı zamanda kafası çalışan bir mühendisti. Daima bağırarak konuşarak disiplinli bir adam rolünü oynuyordu; işçileri paydos ettikten sonra Halis’in yanına uğruyor ve ona fiil çekimi yaptırıyordu. Değişik sorular sorup Almanca konuşturmaya çalışıyordu. Birkaç ay zaman geçtikten sonra Halis’i usta sınıfına dâhil etti. Çalıştığı Almanca kitabını alıp her gün fiil çekimlerinden başlayarak âdeta kök söktürüyordu. Giresunlu Osman ve diğer oda arkadaşlarına anlattığında “Olmaz öyle şey, yahu! Steiger Debus’u görünce diğer işçi çavuşu Betriebsführer bile kaçacak delik arıyor! Kaldı ki

Скачать книгу