Danabaş Köyü. Celil Memmedguluzade

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Danabaş Köyü - Celil Memmedguluzade страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Danabaş Köyü - Celil Memmedguluzade

Скачать книгу

bir buçuk ay önce yapmışsın. Senin ziyaretin eğer Allah huzurunda kabul olunduysa, artık sana dua etmemizin faydası ne? Şayet, kabul olunmadıysa, yine faydası yok. Bizim dilememizle kabul olmayacak ki!

      Adam, sözünü bitirip Muhammethasan emmininin yüzüne dik dik baktı. Diğerleri de gözlerini yere indirip , düşünceye daldılar; çünkü, gerçekten bu mesele, derin bir meseleydi. Muhammethasan emmi, tekrar cebinden kesesini çıkarıp, çubuğunu doldurmakla uğraştı, sonra sol tarafında oturan komşusuna dönerek konuşmaya başladı:

      –Güzel diyorsun Meşedi Oruç emmoğlu, lâkin senin dediğin gibi olmuş olsa, o vakit her şey doğru olmaz, aradan dostluk kalkar. Birisi ziyarete gitse, evine gelse, hiç kimse görüşmeye gitmese, artık bu müslümanlık olmaz ki! Şimdi, farz edelim, ben ziyaret edip, evime gelmişim, sen, benim görüşüme gelmem mi diyorsun?

      Meşedi Oruç, hızla elini Muhammethasan emmiye doğru uzatıp, biraz doğrularak dedi ki:

      –Yok, vallahi, Muhammethasan emmi, sen benim dediklerimi anlamadın. Senin söylediğin benim sorumun cevabı değil. Senin ziyaretine elbette geleceğim. Dediğim şu; bakalım, acaba benim bu gelişimin sana menfaati var mı, yok mu? Ben, bunu soruyorum.

      Muhammethasan emmi, ikinci kez “Görüşmenin herhalde menfaati var; çünkü, görüşme olmasa aradan dostluk kalkar.” diye cevap verdi. Oturan köylülerin hepsi, bu konuda Muhammethasan emminin tarafındaydılar; Meşedi Oruç’un meselesiyse derin bir meseleydi, ama hepsine akıl almaz göründü. Birisi ziyaretten, gelecek onunla görüşmeyeceksin, nasıl olur ki?

      Bu mevzu, en az bir saat sürdü. Çubuklar doluyor, boşalıyordu. Hepsinin önünde büyük bir kül yığını oluştu.

      Sohbetin en tatlı zamanıydı, sol taraftan, köşeden bir adam çıktı, hızlı hızlı yürüyerek köylülerin yanına geldi, selâm verip yüzünü Muhammethasan emmiye çevirdi:

      –Muhammethasan emmi, oğlanı acele gönder, tavladan eşeği çıkarsın, şehre kadar bineceğim, reis istiyor.

      Köylüler, hemen ayağa kalkıp, selamı aldılar.

      –Baş üstüne, baş üstüne, eşek sana kurban olsun. Şimdi gidip, kendim çıkarıp getireyim.

      Muhammethasan emmi, böyle deyip, hemen avluya girdi.

      Muhammethasan emmi, eşeği getire dursun, bakalım, bu adam kimdir, necidir?

      Şunu anlamak kolaydı, bu adam, önemsiz biri değildi. Evvelâ şunun için; köylüler sohbetin en tatlı havasında, onu görünce ayağa kalktılar, belki de başlarını eğdiler. İkincisi de, Muhammethasan emminin gözünün ışığı, herhalde sadece biricik eşeğiydi; çünkü, bu eşeği, binip, Kerbela’ya gitmek için aldı. Onu yolda bırakmaması için, gece gündüz bu hayvana hizmet ediyordu. Sonra, Muhammethasan emminin, eşeği bir yana götürüp yorarlar diye, hiç kimseye vermeyeceğini herhalde tahmin etmek gerekirdi. Fakat, bu adam istediğinde Muhammethasan emmi, onu kendi eliyle çıkartıp getirdi.

      Peki, bakalım, bu adam kimdir, necidir?

      Evet, bu eşeği isteyen şahıs, önemsiz bir adam değildi. O, Danabaş köyünün muhtarı Hudayar Bey’di. Hudayar Bey’in geçmişinden söz etmek istemiyorum; çünkü kendisi de buna hiç razı olmaz. Herhalde dünyanın kanunu böyle, birisi yüksekten alçağa inse, zenginlikten fakirliğe düşse, sohbeti daima geçmiş günlerine götürecek: “Ah, benim babam şöyle, anam böyleydi; servetimiz şu kadardı; malımız böyleydi; itibarımız şu kadardı.” diyecekti. Ama, birisi alçaktan yükseğe çıksa, fakirlikten zenginliğe ulaşsa, itibarsızken, hürmetli olsa hiçbir zaman anasından babasından konuşmaktan hoşlanmaz. Meselâ; Muhammethasan emmi, yedi gün yedi gece babasının zenginliğinden, itibarından konuşmaya doymaz. Ama, Muhtar Hudayar, hiç kimseye babasının adını da söylemez. Her zaman böyle sohbet edilirken, Muhtar Hudayar’ın dediği şudur; “Gardaş, babayla anayla ne işin var? Onlar ölüp gitmişler, Allah onlara rahmet eylesin. Gel senden, benden konuşalım” der. Çünkü, Hudayar Bey, geçmişten konuşmayı sevmiyor, ben de onun kalbini kırmayı hiç istemiyorum. Onun geçmişiyle işim de yok.

      Hudayar Bey, ancak otuz yedi, otuz sekiz yaşlarındaydı; fazla değil, belki noksan. Boyu uzun, çok uzundu. Uzunluğundan dolayı eskiden Hudayar Bey’e bir lakap takmışlardı. Ama, ben onun geçmişinden konuşmayacağıma söz verdim. Yalancı olmaktan korkarım. Evet, boyu uzundu, kaşları, sakalı kapkaraydı. Yüzü de esmer, çok esmerdi. Gözleri simsiyahtı, gözlerinde bir zerre kadar ak yoktu. Öyle ki, Hudayar Bey, bazı zamanlar, kalpağını gözlerinin önüne iter, kalpak kara, gözler kara, yüz kara olurdu. Kalpağın altından gözleri öyle ışıldar ki, insan dehşete kapılır. Sanki, hendekten kurbağa bakıyor gibi olur o zaman.

      Bunların hepsini geç. Hudayar Bey’in büyük bir kusuru var. Burnu eğriydi; eğriydi ama fena eğriydi. Eğri var, eğri vardı. Ben, burunları eğri bir çok güzel gördüm, ama Hu-dayar Bey’in burnu fena eğriydi. Burnunun yukarısından bir kemik uzanmış. Kemik doğru, ama aşağısının eti horoz ibiği gibi, sol yana düşmüş. Anadan mı olmaydı, sonradan mı olmuş bilmem. Ama çok kötü bir burundu, vesselam. Hudayar Bey’e güzel bir adam denemez.

      Hudayar Bey, iki yıldır, Danabaş’ta muhtarlık yapıyor. Onun muhtar olmasının da pek çok hikâyesi var. Hudayar Bey, diğer muhtarlar gibi muhtar olmamıştı. Sonra, âdet şöyleydi, muhtarı cemaat seçerdi. Ama Hudayar Bey’in muhtarlığı başka türlü ve çok kolay olmuştu.

      Önce, yani bundan iki yıl önce, Hudayar Bey, başkanın yanında çavuştu. Olaylar öyle gelişti ki, başkan, Hudayar Bey’in anasını nikahladı. Başkanın, kendi yakınını koyup, başkasını muhtarlıkta bırakmayacağı belliydi. Bir hafta içinde muhtarı sıkıştırıp, görevden aldı. Bir süre, köy muhtarsız kaldı. Sözün kısası, halk bir zaman gözünü açıp baktı ki, Hu-dayar Bey, muhtar ki ne muhtar!.

      Hudayar Bey, muhtar olunca çok değişti. Önce giysilerden başladı. Elbisesini yenileyip, eline bir kızılcık sopası alarak, adının Hudayar değil, Hudayar Bey, olduğunu bildirdi. Kimin cesareti varsa sorsun, beylik ona nereden gelmiş?! Fakat, halk beyliğin ona şuradan, yani başkanın anasını nikahlamasından geldiğini biliyordu. Muhtar Hudayar, yirmi otuz kişiyi, yanlışlıkla Hudayar Bey demeyip, Muhtar Huda-yar demeleri yüzünden hapsetti.

      Muhammethasan emmi, “Çöçe, çöçe” diyerek, eşeği sokağa çıkardı. Eşek dışarı çıkınca, yedi sekiz yaşlarında, çıplak, başı açık, kel bir oğlan çocuğu, kendini sokağa attı; ağlayıp, bağırarak koşup, eşeğin kuyruğundan yapıştı. Bu oğlan Muhammethasan emminin küçük oğluydu:

      –Eşeğimi götürme. Vallahi bırakmam! diye ağlamaya başladı.

      Oğlan, böyle ağlayarak, sızlanarak eşeğin kuyruğundan sıkıca yapışmış bırakmıyordu ki, hayvan hareket etsin.

      Muhammethasan emmi, gerçekten çok şefkatli bir babaydı, hiçbir zaman evladını üzmek istemezdi. Onun için, yanına gidip, yumuşaklıkla oğlunu sakinleştirmeye çalıştı.

      –Sakin ol oğlum. Eşeğin akşam yine eve dönüp gelecek. Eşeğe ne olur? Eşeği satmıyorum ki! Hudayar Bey emmin şehre götürecek, orada ona çokça arpa verecek.

      –Yok, vallahi, hiç bırakmam… Nereye bırakayım gitsin ha!.. Hiç bırakmam… Hiç, bir kere bile!

Скачать книгу