Türkistan'da Dil Politikası. Zamira Öztürk

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Türkistan'da Dil Politikası - Zamira Öztürk страница 12

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Türkistan'da Dil Politikası - Zamira Öztürk

Скачать книгу

seçim ile ilgilidir. Bu süreç bir bütün olarak çabaya dayanmaktadır (İmer, 1998, s. 7). Bu süreçte hayata geçirilen ilk planlama modeli “Osmanlıcılık” fikridir. Bu fikir sayesinde toplumsal bir kimlik oluşturmak ve ayrıştırıcı milliyetçilik fikirlerinin önüne geçmek amaçlanmıştır (Demir, 2011, s. 334). Böylece “Osmanlı Milleti” kavramı resmi bir ideoloji olarak benimsenmiştir. Bu ideolojiyi ilk hayata geçirme aşaması olarak 1839 Tanzimat8 Fermanı kabul edilebilir. Ayrıca bu dönemde siyasi bir aidiyetin sağlanmasına çalışılmıştır. “Osmanlı Milleti” kimliğini toplumun tüm kesimlerine kabul ettirmek ile parçalanmanın önüne geçilmeye çalışılmıştır.9

      1839 Tanzimat Fermanı, Osmanlı Devleti içerisinde hem toplumsal hem de dilsel alanda birtakım değişikliklerin başlangıcı olmuştur. Tanzimat Fermanı’nın ilanından sonradır ki 10. yüzyıldan itibaren Arapça ve Farsçanın etkisi altına giren Türk toplumu ve Türkçe, batı dünyasının fikirlerine yönelmiştir. Böylelikle, batı dünyasına hâkim olan “ulusalcılık” ve “aydınlanma” ile ilgili fikirler Osmanlı toplumu ve dilini etkisi altına almaya başlamıştır (İmer, 1998, s. 44-45). Bu etkileşim süreci ise sadakat bunalımını beraberinde getirmiştir.

      Osmanlı devlet adamları türdeş olmayan büyük bir imparatorluğu bir arada tutabilmek için bir sadakat anlayışını yaratmak peşine düşmüşlerdir (Mardin, 2012, s. 12). Bu sadakat anlayışına hizmet etmek amacıyla Osmanlıcılık politikası resmi bir ideoloji olarak uygulamaya konulmuştur. Bu kapsamda, Tanzimat döneminin bir sonucu olarak “Osmanlıca” ön plana çıkmıştır. Bununla birlikte, toplumsal kimliği şekillendirecek bir kimliğin yaygınlaştırılması için “Millet- i Osmanî” deyimi kullanılmaya başlanmıştır. Bu ulusun konuştuğu ve yazdığı dil olarak da “Lisan-ı Osmanî” terimi icat edilmiştir. Bu terim daha sonraları “Osmanlıca” olarak adlandırılmıştır (Sadoğlu, 2010, s. 62). Oluşturulmaya ve yaygınlaştırılmaya çalışılan bu dil, Osmanlı Devleti’ni meydana getiren toplum gibi, parçalı bir görüntü sergilemektedir. Şöyle ki bu dil; Türkçe, Arapça ve Farsçadan oluşmaktadır. Bir toplumu beraber ve bir arada tutarak, o topluma ulus olma özelliğini kazandıran dil, her yönden milletlerin tarihini şekillendirici bir role sahiptir. Bu bakımdan, Osmanlı Devleti aydınları dilin birleştirici özelliğinden yararlanmak istemişlerdir.

      Örneğin “Vatan Şairi” olarak bilinen Namık Kemal10, ortak bir dilin siyasal kimliği kuvvetlendireceğinin farkına vararak; dilsel ve etnik ayrımlardan güç alan ulusçu-ayrılıkçı hareketleri bastırmayı amaç edinir (Sadoğlu, 2012, s. 78). Bununla birlikte “Vatan Şairi”, dilin siyasal bütünleşme amacına en büyük hizmeti yapacak bir araç olduğunu vurgulamaktadır. Edebi dilde sadeleştirme, Namık Kemal’in esas amacını teşkil etmektedir. Arapça ve Farsçadan oluşan bir üslup yerine halkın anlayabileceği daha sade bir dilin kullanılması Namık Kemal tarafından tavsiye edilmektedir (Levend, 1972, s. 114). Dili sadeleştirmek içinse Arapça ve Farsça yaygın kullanılan kelimeler dışındaki kelimelerin dilden çıkarılması ve dilin kurallarının bir düzene oturtulması vurgulanmaktadır. Buna göre, yazım sırasında kullanılan süslü dilin terk edilmesi ve yazı dili ile konuşma dilinin birleştirilmesi gerekmektedir (Sadoğlu, 2010, s. 78; Levend, 1972, s. 115).

      19. yüzyılın ikinci yarısı Türkçenin gelişmesi açısından da önemli bir dönemdir. Bu dönemde, gazeteler ve dergiler yayımlanmaya başlamış11 ve Türkçenin halk tarafından anlaşılabilir duruma getirilmesi çalışmalarına da ağırlık verilmiştir. Osmanlı dilini sadeleştirme bilinci, gazete ve dergilerin yayımlanması ile bir akım haline gelmiştir. Bir başka ifadeyle, yazılı kitle iletişim araçlarının yaygınlaştırılması toplumda bir iletişim sorununun olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Bu sorunun üstesinden gelmek için ise 19. yüzyılın ikinci yarısında Tesvir-i Efkâr, Muhbir, Ulûm, Hürriyet, Basiret, Tercüman-ı Hakikat, dağarcık, hafta v.b. gazete ve dergilerde “ Osmanlıcanın Islahı”na ilişkin yazılar yer almaya başlamıştır. Buna ek olarak Takvim-Vekayi’nin yayımlanmaya başlamasından sonra yazı dilinde giderek artan bir sadeleşme olmuştur (İmer, 1998, s. 45-46). Ortak bir dil oluşturma çabaları bu doğrultuda Osmanlı Milleti oluşturmanın ana yapısı olarak kabul edilse de dilin bu gecikmiş ıslahı farklı etnik gruplar arasında kabul görmemiştir.

      Milliyetçilik fikrinin Balkanlarda geniş bir nüfuz alanı kazanması ve yaygınlaşması, Osmanlı İmparatorluğu içindeki etnik grupların bağımsızlık isteklerini artırmıştır. Osmanlıcılık fikrini sona erdiren ise 31 Mart Olayı12 olmuştur. Devlet kademelerinde görev yapan gayrimüslimlerin zamanla ulusal kimliklerini korumalarının önündeki engellerin kalkması ve aidiyet duygusunun azalması toplumsal bütünleşme ve kaynaşmayı imkânsız hâle getirmiştir. Tanzimat reformları da istenen, hedeflenen Osmanlı ulusunu yaratmada yetersiz kalmıştır. Bu çabaları takiben, Balkan Savaşları neticesinde de Osmanlıcılık fikrinden vazgeçildi (Durgun, 2014, s. 150; Kuran, 1992, s. 221). Hatta Osmanlıcılık fikri daha sonra Türk millî kimliğinin oluşumuna zarar verdiği gerekçesi ile Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi aydınlar tarafından eleştirilmiştir13 (Demir, 2011, s. 343). Bu eleştiriler de zamanla, bir Türk kimliği yaratma amacıyla Türk diline önem verilmesinin yolunu açmıştır. Bu kapsamda, Türk dili ve Türkçülük anlayışı arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu süreçten sonra Osmanlı devlet adamları ve aydınları kurtuluş çaresi olarak Türkçülüğü ön planda tutmaya başlamışlardır.

      1908 sonundan itibaren özellikle Rusya’dan gelen Türk aydınları, İstanbul’da dernekler kurarak Türkçülük çalışmalarına başlamışlardır. 1910 yılında başlayan “Yeni Lisan Hareketi” de Genç Kalemler Dergisi vasıtasıyla Türkçülük yapmaya çalışmıştır (Oba, 1994, s. 207).

      Osmanlıcılık hareketine karşı başlayan bu tutum da genel hatları ile Türkiye’de Türk dilinin ve dolayısıyla Türkçülüğün gelişmesi sonucunu doğurmuştur. Bu dönemde özellikle bir sadeleşme ve toplumu millî şuur ve dil anlayışı ile birleştirme ve kimlik yaratma çabaları ön plana çıkmıştır.

      Zamanla Türkçeye, Türk tarihine, Türkçenin kardeş dillerine karşı duyulan ilginin artması gerçek benlik üzerindeki tartışmaları alevlendirmiştir. Tartışmalar esas itibariyle Osmanlıcılar, İslamcılar ve Türkçüler arasında yoğunlaşmıştır. Bunun sonucu olarak da hangi hürriyetin diğerlerinden önce geleceği ve kabul edileceği ve dilin tabiatının tayin edilmesi meselesi ortaya çıkmıştır. Bu aslında hem kendini tanıma hem de imparatorluğun gerçek kimliğini ortaya çıkarma meselesidir. Bu itibarla, dil meselesi konusundaki tartışmaların çoğu başlangıç noktası olarak dilin millî kültürün temeli olması fikri etrafında birleşmekteydi. Bu sebeple, dil münakaşaları milletin kendisini muhafaza etmesi için dilin korunmasını ve teşvik edilmesini vurgulamaktadır (Kushner, 1979, s. 95-96).

      Bu konuda Şemsettin Sami14 şöyle demektedir:

      “Her bir kavim ve ümmet, büyük olsun, küçük olsun, kuvvetli olsun, zayıf olsun manevi varlığını sağlamlaştırıp kuvvetlendirmeye çalışmalıdır. Kavmiyet ve ırk bilinci işareti, esası bütün fertlerin eşit olarak ortak malı, söylediği lisandır. Bir lisanı konuşan halk, bir kavim ve bir ırk teşkil eder. Bundan dolayı ırki varlığını temin etmek isteyen her kavim ve ümmet en önce lisanını düzeltmeye, yoluna koymaya, ilerletmeye, kelime ve

Скачать книгу


<p>8</p>

Tanzimat 3 Kasım 1839 Gülhane Hattı-ı Hümayunu’nun ilanından itibaren 1876 yılında ilan edilen I. Meşrutiyete kadar geçen sürece verilen isimdir. Bir kavram olarak Tanzimat, siyasi ve toplumsal hayatta ciddi bir değişim ve dönüşümü ifade etmektedir. Kelime anlamıyla Tanzimat ise “düzenleme”, “tekrar organize etme” ve yapılanma anlamlarına gelmektedir (Eryılmaz, 1992, s. 91-92).

<p>9</p>

Osmanlı Devleti’nde millet sisteminin işleyişi hakkında ayrıntılı bilgiler için: Kenanoğlu, M.M. (2017). Osmanlı Millet Sistemi-Mit ve Gerçek. İstanbul: Klasik Yayınları.

<p>10</p>

Namık Kemal, Osmanlı siyasi hayatında önemli bir yeri olan Yeni Osmanlılar Teşkilatı’nın önemli bir destekçisidir. 1865 yılında İttifak-ı Hamiyyet cemiyeti’nin kurucuları arasında yer alan Namık Kemal, genç Osmanlıların ideologları arasında yer almaktadır (Lewis, 1994, s. 55-56).

<p>11</p>

Osmanlı’da çıkan ilk gazete, Takvim-i Vakayi’dir bu gazeteyi Ceride-i Havadis Gazetesi izlemiş; bunu 1860 yılında yayın hayatına başlayan Tercüman-ı Ahval gazetesi izlemiştir. Tercüman-ı Ahval gazetesi Türk basın hayatında devlet yardımı almaksızın özel girişimlerle çıkarılan gazete olarak bilinmektedir. 1862 yılında Şinasi tarafından gerekli yasal izinler alınarak çıkarılan Tasvir-i Efkâr gazetesi Ali Suavi’nin başyazarlığını yaptığı Muhbir gazetesi de 1867 yılında yayın hayatına başlamıştır. Hürriyet gazetesi de Osmanlı basın tarihinde ilginç bir yere sahiptir. Bu gazete Londra’daGenç Osmanlılar adına ve onların propagandasını yapan yayınlarıyla bilinmektedir. Agâh Efendi, Ziya Paşa ve Namık Kemal bu gazetenin yayın hayatına başlamasında önemli rol oynamışlardır (Demir, 2014, s. 57-86).

<p>12</p>

Mustafa Baydar’ın 1955 yılında yayımlanan 31 Mart Vakası isimli eseri ileri okuma açısından faydalı olacaktır.

<p>13</p>

Bu konuda; Çalen, M.K. (2018). Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp. İstanbul: Ötüken Neşriyatı isimli eser ileri okumalar için faydalı bir kaynaktır. Bu eserde Akçura ve Gökalp’in hem Osmanlı Türkçülük ideolojisine hem de geleceğe dair perspektife dair görüşleri yer almakta ve konu her iki aydının bakış açısına göre dile getirilmektedir.

<p>14</p>

1850-1904 yılları arasında yaşayan Şemsettin Sami türk edebiyatının tanınmış gazeteçi, sözlükçü, dil bilgini, tiyatrocu ve yazarıdır. İlk geniş Türkçe sözlük olan Kamus-ı Türki’nin yazarıdır (Özgüdenli, 2010, s. 519-522).