Arasat Meydanı. Smagul Elubay

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Arasat Meydanı - Smagul Elubay страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Arasat Meydanı - Smagul Elubay

Скачать книгу

de çok düşünmeden ardından hızla koşmaya başladı. İkisi vadiye doğru uçuyorlardı. Onların gürültüsünden bağlı olan develer de ürkerek ayağa fırladı. Köyün köpekleri de havlamaya başladı.

      Şege Jadakay ile yan yana koşarken:

      – Ne oldu, zavallı? Der, Şege nefes nefese.

      – Patlattı işte, çocuğum, kaç! Der Jadakay ve başını dimdik tutarak hızla koşmaya devam eder.

      Böylece ikisi kaçarak köyün yanındaki derin ovaya gelip yuvarlanırlar. Bu arada köyün bütün köpekleri havlayarak onların peşine düşer.

      Ovaya yuvarlanınca ikisi de sessizce yere uzanırlar.

      – Jadakay, ne oldu?

      – Ne diye soruyon? Halletti işte. Der, Jadakay ‘‘kıs kıs’’ gülerek. Şege’nin elini başına götürerek kafasını gösterir. Jadakay’ın şakağı kocaman şişmişti.

      – Hayırlısı olsun, şimdi anlat bakalım…

      – Kapıyı açtım, girdim. Der, Jadakay nefes nefese anlatarak. Balkıya gece elbisesiyle karşımda duruyordu ve mis gibi kokuyordu. “Ne istiyon?” dedi. Sesi çok sertti. Ne diyeceğimi şaşırmıştım ve şaşkınlıktan “Yenge, oynaşalım!” demişim… Dizlerim titreyerek ayağına sarılıp yere çöküvermişim. Bana karşı bir şeyler hisseder umuduyla işte… O anda yengem: “Serseri, al işte, oynaşmak nasılmış, gör bakalım,” deyip, tam kafamın ortasından, “Pat,” diye indirmez mi bir şeyi. Çok sert vurdu. Elinde oklavası varmış. Hemen kapıya doğru fırladım. Kaçarken de leğen midir nedir, bir şeyin üzerine basıvermişim. O arada yengem, sırtımın ortasından oklavayla yine indirmez mi bir güzel… “Oynamak dediğin böyle olur işte,” diyordu. Eşikten geçmek üzereyken kafamı da kapının eşiğine çarpmaz mıyım? Anlayacağın geberdim ya…

      Bunları duyan Şege yerlere yatarak gülmekten ölüyordu.

      – Höst! Höst! Deyip, koyunların etrafında dolaşan biri bağırır bu arada.

      Majan’ın köpekleri biraz ileride dizilerek havlıyor, fazla yaklaşmıyorlardı. İyice sinirlenen Jadakay, bir ara diz üstü çökerek elleriyle yere dayanarak “Hav, hav,” diye, köpeklerin üzerine doğru yürür. Uzun bacaklı kocaman köpekler o anda her yana dağılıp tozutarak kaçışmaya başlarlar.

      – Balkıya’dan çektiklerim yetmiyormuş gibi… Bu ne ya… Deyip, Jadakay geri döner.

      Bu sırada gece iyice çökerek, doğudan bir dilim kavun gibi sarararak ay doğmaktaydı. Karanlık dağılıp, gökyüzündeki yer yer göze çarpan yıldızların altında, sessizlik içinde âdeta uyuklayan evler daha da belirginleşmeye başlarlar.

      İki delikanlı çok geçmeden evlerinin yolunu tutar. Şege kuyunun diğer tarafındaki kendi köyüne doğru, Jadakay ise Majan köyünün kenarındaki kendi evine doğru yönelir.

      4

      Sabahleyin Şege şangır şungur seslerden uyanıverir. Çay içerken tartışmakta olan babasıyla anasıymış meğerse. Eski âdetleri işte. Şege, hiçbir şey duymak istemeyerek yorganıyla başını iyice örter, fakat sofra başındaki tartışma kesilecek gibi değildi, hatta daha da büyümekteydi.

      – Gülcan! Git, dedi, babası. Git, Fahreddin’in evinden bir parça şeker getir. Yarın pazarcılar gelince iade ederiz.

      Gülcan, bu evdeki beş kızın en küçüğüydü. Şege’nin kız kardeşi olur kendileri.

      – Gitmeyecek, dedi, annesi. Hey, kız, sakın kıpırdama. Köy yöneticisi oldum diye, sen çizme dikmeye utanırken, yöneticinin karısı ve kızı olarak ev arasında şeker istemeye biz de utanırız. Gitmeyecek…

      – Hey, insafsız, sen değil, çocuk getirsin diyorum ya… Babasının alışılagelen cırtlak sesi tekrar gelmeye başlar.

      – Gitmeyecek, der annesi. “Hükümet yoksullarındır” deyip, her gün boğazını yırtıyorsun. Bir şey olsa hemen baya (zengine) doğru koşuyorsun. Öyleyse senin kendi başına bir yönetici olarak aldığın kararın nerde?

      Annesi; esmerce gelen, iri kemikli, ağırbaşlı bir kadındı. Soğukkanlı bir biçimde söylediyse de sözleri pek ağırdı.

      Şege, yorgan altından kendi kendine güler. İşte, tam da böyle bir anda ne diyeceğini şaşırmış olan babasının sinirden kıpkırmızı kesilmesini, öfkeyle bakan gözlerini, dikleşen saçlarını hayal eder. Böyle ivediliği yüzünden halk babasına “Cıyaklayan Şarip” diye lakap takmıştı.

      – Hey, edepsiz! Diye ciyak ciyak bağırdı bir süre sonra babası. Ne diye saçmalıyorsun. İstiyorsak, yoksul olduğumuz için istiyoruz ya… Yoksul olmasaydık bize kim destek verirdi?

      – İyiliği, bütün desteği o mühür mü yani şimdi, erken doğmuş çocuk gibi duvara astığın? Ne hayır gördük ki o mühürden? Yönetici oldum diye, mesleğini bir kenara bırakıp sen geziyon ortalarda kibirlenip. Kara su içerek biz oturuyoruz, kocamızın eli mühür tuttu, diye sevinip. Şimdi, şeker yerine o mühürü ısırarak iç işte çayını…

      Şege yorgan altından kıs kıs güler.

      – Kes! Edepsizin neslinden olan… Çek! Çek dilini mühürden! Deyip, bas bas bağırmaya başlar babası.

      Çocuklar da korkarak bağırmaya başlayınca, Şege hemen yerinden fırlar.

      Tam da düşündüğü gibiymiş. Zayıfça gelen babası, elinde küçük bir kutuyla annesinin üstüne doğru yürümekteymiş. Şege ikisinin arasına girerek engel olmaya çalışır.

      – Edepsizin neslinden olan şey, mühüre dil uzatma, diye, kaç defa söyleyeceğim sana. Köyünle möyünle, malınla hayvanınla yok olasıca seni… Anladın mı?

      – Anladım, sakin ol. Çayın soğudu, otur da çayını iç, deyip, kaşlarını çatan annesi, esmer yüzü bozarıp kızararak çay sandığına doğru döner. Çay sandığından parmak başı kadar sarı şekeri çıkararak, sofraya bırakır.

      – Eyvah, eyvah! Deyip, babası zor bela kendine gelir. Bu kadınlar bile başımıza çıkar oldu. Gücüne bakmaksızın mühürle alay ediyorlar. Eğlenecek şeyi bulmuşsunuz bakıyorum…

      Babası parmak başı kadar o sarı şekeri, “kıt” diye dişleyerek çay konmuş çemberli kâseyi eline alır.

      Şege dışarı çıkar. Dışarıda buz gibi, soğuk rüzgâr esiyordu. Sonbaharın sabah soğuğuydu. Doğuda gökyüzü bulutlarla kaplıydı. Güneş doğmuşsa da görünmüyordu. Soğuktan titreyen kadınlar develerini otlağa doğru götürüyorlar. Kuyu tarafta birisi kovasını tangır tungur yaparak kuyudan su almaya çalışıyordu. Onun öbür tarafında ise ak tazısını yanına alarak dağa doğru yalnız bir atlı adam gitmektedir. O, ava gitmekte olan Bulış idi. Jadakay’ın dünkü anlattıkları aklına gelince, köyün dışına doğru yönelen Şege, kendi kendine gülmeye başlar.

      Bulış,

Скачать книгу