Arasat Meydanı. Smagul Elubay

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Arasat Meydanı - Smagul Elubay страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Arasat Meydanı - Smagul Elubay

Скачать книгу

köy kenarında duran Şege, derin bir iç çeker. Şu duran eskimiş keçe ev, Şege’nin evidir. Karşı tarafta köy ortasında göz kamaştıran büyük beyaz ev ise Hansulu’nun evi. Dışarıda kazığa bağlı asil bir kara doru at durmaktadır. Bu at Hansulu’nun atıdır. Onun atı bile soyludur.

      – Geliyor! Geliyor! Diye, köyün otlak tarafından birilerinin bağırdıklarını duyar Şege. Meğerse Kozbağar’mış gelen. Biraz evvel otlağa doğru ilerleyen koyunların peşinden gitmekteydi. Şişmanca gelen genç oğlan, ayı gibi ağır ağır hareketlerle köye doğru koşmaya çalışıyordu. “Bu da ne acaba?” demeye kalmadan epey ilerideki Karauıl (Karaköy) tepesinin kuzey yamacını geçerek turnalar gibi dizilen bir kervanın gelmekte olduğunu görür. Bu, şehre giden kervanmış dönmekte olan. Kervandakiler, Temir’deki pazara giden iki köyün adamlarıydı.

      –Hey, hey, Hansulu, Hansulu! Baban geliyor, baban! Deyip, sanki kendi babası pazardan geliyormuşçasına Kozbağar, ileri geri koşuşturup duruyordu. Tabanları parıl parıl parlıyordu. Kozbağar, Fahreddin’in hayvanlarını güderdi. Allah’ım, Ya Rabbim! Buna rağmen, o bile Hansulu’dan ümitliydi.

      Kozbağar’ın sesini duyan bütün köylüler dışarı çıkıp, etrafa göz atmaya başlarlar. Çoluk çocuk bağıra çağıra kervana doğru koşmaya başlar.

      Hansulu da evinden dışarı çıkar. Güzel ve derlitoplu giyinmişti. Gri renkli ithal pantolon, beli büzgülü kırmızı kadife yelek, yüksek topuklu çizmelerini giymişti. Başında puhu kuşunun tüyü takılan kunduz deri şapkayla elinde kamçısı vardı.

      Önünde ileri geri koşturup duran Kozbağar’a doğru hiç bakmadan, düm düz atına doğru ilerler. “Rus subayları gibi şu kızın dimdik duruşuna bak hele,” diye, Hansulu hakkında, Kıykımbay’ın dedikleri gelir Şege’nin aklına.

      Şege, Hansulu’nun zayıfça gelen düzgün ve zarif görünüşünden gözlerini alamadan derin bir iç çeker.

      Yerinde duramayan hareketli atına atlayan Hansulu, köy çocuklarının peşinden Karauıl taraftaki tepeye doğru hızla koşmaya başlar.

      Atının yelelerine doğru biraz eğilerek, kaşlarını çatmıştır.

      Altındaki kara küheylanı âdeta ayakları yerden kesilmiş gibi uçuyordu. Karşıdan uğuldayarak esen rüzgâr, güler yüzlü, buğday tenli, göz kıyığının ucu çekikçe gelen, alımlı, güzel kızın gözlerini yaşartmıştı. Fakat o, her şeye rağmen küçücük burnunu sıkarak, gözü öne doğru dümdüz dikerek dörtnala koşmaya devam ediyordu.

      Hansulu’nun hızlı koşan atı çok geçmeden köy çocuklarını arkada bırakarak, sarı dağ yamacını aşarak gelen ağır yüklü, birbiri ardına dizilen kervanın önünü keser. Sakalları birbirine karışmış, yüzü gözü toz içinde kalan, gözleri kızararak şişmiş olan yol yorgunu yolcuların içinden ilk olarak babası Fahreddin’i arayan Hansulu, onu göremez. Kervanın başında ağabeyi Ezbergen’in olduğunu görür. İri yarı gelen Ezbergen’in yüzü, eskisinden de kabalaşmış gibiydi. Kaba yüzünü seyrek sakallar kaplamıştı.

      – Evet, Hansulu, iyi misiniz? Der, Ezbergen yüzü asık bir şekilde.

      – İyiyiz. Babam nerde? Der Hansulu. Nedendir bilinmez, ama Ezbergen ağabeyinin kızarmış gözleri pek sert bakmaktaydı. Yüzünden düşen bin parçaydı. Ezbergen gür sesiyle sakince.

      – Labak Ahun’ınkine doğru dönmüştü biraz önce… Der, Kervan, hızını kesmeden Hansulu’nun yanından geçiverir.

      Bu sefer Hansulu, yerinde duramayan koyu doru renk atının başını batıya doğru çevirir. Kara küheylan pelinli ovada ok gibi koşmaya başlar.

      Hızla koşan Hansulu, önündeki tepeye çıktığında, biri deveye, diğeri ata binerek yan yana gelen iki yolcuyu görür. Kara aygıra binen babasını uzaktan hemen tanır. Yanındaki ak deveye binmiş olan, beyaz kaftanlı, başına beyaz sarık sarmış olan, tabii ki, Labak Ahun idi. Labak Ahun, bu köyün şeyhidir ve köy çocuklarını okutur. Jılıbulak’ta1 mescidi vardır. Hansulu okuma yazmayı ondan öğrenmişti. Çok okumuş görmüş, ulema bir kimsedir kendileri. Sayısız kitapları vardır. Üstelik o, dünyanın birçok destanlarıyla uzun manzum şiirlerini ezbere söyleyebilen ozandı.

      Babası Fahreddin, geniş omuzlu, iri cüsseli, saçı sakalı kırlaşmaya başlamış, iri çeneli, güzel gözlü, yakışıklı adamdı. Atından inerek selam veren kızını, atının üzerinden eğilerek, şefkatle uzun uzun sever. Hansulu’dan önce Ali, Kali adlı iki oğlu olmuştur babasının. İkisi de çiçek hastalığından ölmüştür. Onlardan sonra dünyaya gelen Hansulu’yu babası oğullarından eksik görmemiştir.

      – Güzelim, nasılsınız? Der heyecanla sesi titreyerek. Merhamet dolu büyük güzel gözleri yaşarır. Büyükçe gelen burnu kızarıp biraz şişmişti. Üşütmüş gibidir.

      Hansulu, merakla babasının gözünün içine bakarak.

      – Babacığım, hasta mısınız?

      – Hayır, güzelim, der babası. Sanki kızından bir şeyler gizler gibiydi.

      İkisi, ak devesiyle hızla ilerleyerek öne geçen ve pek zayıf olan Ahun ihtiyara koşturarak ulaşırlar. İhtiyar yüzünü dönmeden tane tane:

      – Ee, kardeşim Fahreddin, “Zora, beylerin borcu vardır,” demişler ya. Yöneticilerin yakaya yapıştığı bellidir. Temir’de duyup öğrendiklerin işte, o felaketin başı oluyor, lakin görecek hikmetlerimiz daha önümüzdedir, diye sözünü toparlar.

      Altındaki çift hörgüçlü ak devesi, boynunda tüyleri dalgalanarak yavaş yavaş koşmaktadır. Yol boyunca Ahun, sözlerini şiirleştirerek çok konuşur. Dünya âlem yaratıldığından başlayarak, bu güne kadar olan biten her şeyi ve her hikmeti “Allah’ın işi, Allah’ın emridir,” diye anlatır. Hansulu’nun anladığı kadarıyla babası, gittiği pazardan kötü haber getirmiştir. Hükümet zenginleri yine sıkıştırmaya başlamış gibiydi. “Jayındı’daki Şoşa yakalanmış, yarın kimi ele geçireceklerini bir Allah bilir,” diyordu, köy büyükleri.

      5

      Bugün köy, bir bayram günü gibi şendi. Pazara götürdükleri hayvanlarını giyecek, şeker, çay, un gibi yiyecek ve giyeceklerle değiştiren köy erkekleri, geri dönmüşlerdi.

      Halk, Fahreddin’in yüksek duran büyük misafirhanesine toplanıp, Labak Ahun’un öğüt ve nasihat dolu manzumelerini sessizce dinliyordu. Evin ortasındaki dökme demir tavada közlenmiş kor ateş yanmakta, o ateşten küçücük bir alev, dudağı biraz büzülmüş olan Hansulu’nun zeytin gibi gözlerinde de parlamaktaydı.

      – Helal olsun be, ağzınıza sağlık! Diye, coşarak bağıran Şarip, Ahun’a iltifat etmekteydi.

      Evin başköşesinde oturan zayıf, saçı sakalı bembeyaz, kurumuş ağaç gibi olan ihtiyar Ahun, bunun üzerine elindeki dombırasını daha bir coşkuyla çalmaktaydı. Fahreddin ise derin düşüncelere dalarak, sessizce dinlemektedir.

      Vefasız yalan dünya, kimlerden geriye kalmamış ki… Taa,

Скачать книгу


<p>1</p>

(Ilıkbulak)