Arasat Meydanı. Smagul Elubay

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Arasat Meydanı - Smagul Elubay страница 9

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Arasat Meydanı - Smagul Elubay

Скачать книгу

duran tabak kadar kâğıda devetabanı mühürü hızla getirip “Pat!” diye, basar. Millet sıçrayıverir. “Vay” diye, bağırıveren kadınlar bile olur.

      – Hey, güzel Allah’ım!

      – Al! Der Şarip, mühürlü kâğıdı polise uzatarak. Düken’e verirsin.4

      Ensesi kalınca gelen polis Boğabay, kâğıdı katlayarak yavaşça yan cebine koyar. Cebinin düğmelerini dikkatlice kapatır. Daha sonra Ezbergen’e âdeta boynuzlamak üzere olan boğa gibi bakarak:

      – Marş, düş önüme…

      Ezbergen kalın yüzü iyice kabararak, yerinden sürüklenerek zar zor kalkar. Kapıya doğru yönelirken Fahreddin’e yine bir göz atar. Ağabeyinin yüzünden düşen bin parçadır. Yere bakarak kara kara düşünmektedir.

      Millet “tutuklanan” Ezbergen’i yolcu etmek üzere dışarı doğru akın eder.

      – Hey, millet, hiçbir yere dağılmayın… Yemeği burda yiyeceğiz… Diye, seslenir Şarip. Hey, Şege, kalk, şu kızıl koyunu getirip kes.

      – Arkadaş, yemek diyorsun, ama yemeğe tıka basa doyduk ya.

      Fahreddin ağır ağır hareketlenerek yerinden kalkarken üzüntüsünü gizlemeden dile getirerek.

      – Arkadaş, sen darılma, hükümetin işleri ayrı, akrabalık ise ayrı bir şeydir. Öyle değil mi, Ahun ağa? Genelde davet ettiğimizde bile gelemeyen bütün iyi insanlar, bugün bir araya gelmişsiniz, şimdi yemek yemeden gidemezsiniz, der Şarip, bütün iyi niyetini ortaya koymaya çalışarak.

      Fahreddin ile Labak Ahun; “Bunun da dedikleri doğruymuş ya,” dercesine birbirlerine bakarlar.

      Tam da öğle saatleriydi. Dışarıdaki büyük küçük herkes doğu tarafta uzanan yalnız yola bakmaktaydı. O yol üzerinde atlı bir adam yandaki dağ sırtına doğru bir yayayı önüne katarak sürgüne götürmekteydi. Sürükleyerek hızla koşturtmaktaydı. Yaya adam, koşarken tozu dumana katarak toprağı savurmaktaydı. Bu yaya, “tutuklanan” Ezbergen idi.

      Gökyüzünde güneşin ışıklarını engelleyen bulutlar, ortalığa solgunluk veriyordu. Arka taraftan esen sert bir rüzgâr, epey rahatsız ediciydi. Kaftanlarının önünü sıkıca kapatarak, ellerindeki bakır ibrikleriyle köy dışındaki pelinlerin içine doğru salına salına Fahreddin ile sırık gibi uzun boylu zayıf ihtiyar Labak Ahun ilerlemektedir. Pek üzgünler. Fahreddin konuşmadan önce boğazını temizleyerek:

      – Ahun ağabey, ne diyorsunuz? Bunun sonu nereye varacaktır?

      – Allah bilir. Lâkin zaman çok çabuk değişmiş gibidir kardeşim. Eğer ki birileri düşmanlık taslamıyorsa sorgular, sorgular ve sonunda bırakırlar Ezbergen’i.

      – Öyle olmasa gerekir. Bu işin sonu, benim tahminimce, büyük bir olaya dönüşecektir ve iyi olmayacak gibidir. Dünkü gittiğimiz pazarda konuşan temsilcinin sözleri geliyor aklıma. Dediklerinizin hepsi çıktı. “Zengin bahçıvanı aşağı bularak, cahillerle fakir fukaraya destek olur,” dediğiniz, gerçek oldu. Şimdi o zavallıyı idarelik birliğine götüreceklerdir. Oraya düşmek demek, hapsi boylamak demektir.

      – Eh, zaman, zaman gidişatın pek fena. Der, Labak Ahun kederlenerek.

      Bir süre sonra Fahreddin yine boğazını temizleyerek:

      – Şu Vıyakçı da ağabeyciğim, bunun hepsini bilerek yapıyor. Böyle bir zamanda, “pireden deve yaparak” bunu bilinçli bir şekilde yapıyor. Ne yapılabilir, Ahun ağabey, Ezbergen, it de olsa yalnız desteğimdi. Zaman ise böyle. Bu dava köy içinde çözülmeliydi. Dışarı duyurulmamalıydı… Çocuk şakasının sonucu bakın nerelere varmış oldu.

      – Çocuk oyunu… Evet, çocuk oyunu, lâkin…

      Labak Ahun, ibriğini yere koyarak önüne düşen kocaman gümüş gibi sakallarını elleriyle tararken, bir süre pek derin düşüncelere dalar.

      – Çocukların biri serpilip genç kız olup, biriyse yetişkin delikanlı olmuştur, lâkin der, bir süre sonra.

      – Öylesi öyle ya… Diyen Fahreddin, derin bir iç çekerek, iyice yorulup, bitkin düşmüş durumdaydı.

      Ahun düşünerek, açılmaya başlayan gökyüzüne bakıp “Hımm…” diye mırıldanarak eve girer.

      – Vay, Şarip! Der, evin başköşesine doğru çıkıp otururken kuğu gibi olan bembeyaz Labak ihtiyar.

      – Peki, sizi dinliyorum, diye ilgiyle kulak verir Şarip.

      – Diz çök, Torka gelin, sen de otur, Uap, sen de kulak ver. Lâkin dünden bu yana olan biten atışma tartışmadan hepiniz haberdarsınız, cemaat. “Kanlı gömlek giyse bile, boş durmaz akraban”, “Kardeşim olsun da kanlım olsun,” diye boşuna dememişlerdir. İki çocuk kavga ettiyse, barıştırmak gerekir. İki akraba tartıştıysa uzlaştırmak gerekir… Şarip, Fahreddin, hey, Torka gelin, Uap kardeşim! “Dava muradı bitmektir, yol muradı ulaşmaktır, kız muradı gelin olmaktır.” Gençlerin arzuları var. Tor-ka gelinin oğlu delikanlı olduysa, lâkin senin de kızın yetişmiş durumdadır, Fahreddin, dünür olun, giden adamı geri getirin. Buna razılık bildiriyorsanız, hadi açın ellerinizi… Diyen Labak Ahun, dua etmek üzere ellerini açar.

      Tepeden inme bu durum karşısında her iki taraf da ne yapacağını şaşırmıştı. İri cüsseli Fahreddin, oturduğu yerde sallanarak, gözlerini aşağı doğru dikerek hiçbir şey belli etmez. Şarip ise gıcık tutmuş boğazını tekrar tekrar temizleyerek, oturduğu yerden su çıkmışçasına lafı ağzında geveleyerek merakla bir Fahreddin’e, bir Ahun’a bakar. Demin, uçarı hareketlerde bulunan Torka Nine’nin ise şimdi sesi kesilmiş, bu işin sonunu merakla beklemekteydi. Uap ise ağzını açmadan oturduğu yerde iki yanağını oynatarak susmaktaydı.

      Kapı önünde yeni kesilmiş hayvanın derisini tuzlamakta olan Şege’nin ise rengi kaçmış ve gözünü kan bürümüştü. Tüm gücünü toplamaya çalışan Şege, orada oturanlara oklu bakışlarını dikmekteydi. Derken… Şarip hemen ilgilenerek, büyük gözlerini baykuş gibi oynatarak, çocuk gibi kıkırdayarak, uçacakmış gibi telaşlanarak:

      – Vay be, babacığım! Nasıl da çözdünüz bu sorunu… Bunun üzerine diyecek söz yok… Vay, kurbanın olayım, eskilerin aklına ne demeli… İşte, akıl… İşte, hak. Hey, Torka, sevinçten uçacağına ne diye susuyorsun. Sümüklü, acemi oğlun pek şanslıymış. Aç ellerini, diyen coşup sevinerek öncelikle kendisi ellerini açar. Torka gözlerini kısarak güler ve kocasını dirseğiyle dürter dürtmez ellerini açar. Geriye, ne diyeceğini bilemeyip düşünmekte olan bir tek Fahreddin kalır. İhtiyar Ahun ona doğru dönerek:

      – Haydi, kardeşim Fahreddin, aç ellerini. Fatiha okuyarak dua edelim, der ve sivrice gelen burnunu öne doğru uzatıp, yüksek kapı çerçevelerine doğru bakarak kemikli zayıf ellerini dua etmek üzere açar. Fahreddin, milletin peşi sıra istemeyerek de olsa ellerini açar.

      Bu arada Şege kapıdan dışarı doğru fırlar. Şarip ardından:

      – Vay,

Скачать книгу


<p>4</p>

“Düken” Çarlık idarenin konsey üyesi olan Dükenbay’dır.