Ak Yol. Omor Sultanov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ak Yol - Omor Sultanov страница 5

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ak Yol - Omor Sultanov

Скачать книгу

dururdu. Bir de olmadık yerlerde yemin etme huyu vardı onun. Mesela birisi çıkıp, “ineğin tarlama kaçmış, ekinleri mahvetmiş” diyecek olursa gözünün içine baka baka inkâr eder, “adâlet karşısında boynum kıldan incedir” diyerek belindeki kemeri çıkarıp, boynuna dolandırıverirdi. Cenaze ve düğünlerde yaşına hürmet edip başköşedeki ihtiyarlarla oturacağı yerde ocağın yanına gelir, kazanın dibine çökerdi. Et pişip, tabaklara konulurken oğlunu arkasına oturtur, “al Şayloobek” diye tabaktaki etlerden koparıp uzatırdı. Bu duruma yeterince alışık olan Şayloobek babasının verdiklerini bir atmaca hızıyla alır, pantolonun kirli ceplerine tıkıştırıverir, sonra da yemini yutmuş kuşlar gibi yutkunarak geri yerine otururdu. Peltek Almazbay, oğlu dışındaki çocuklardan nefret eder, yeri gelince azarlar, bazen dövdüğü bile olurdu. Özelikle beni hiç sevmezdi. “Allahın cezası” diye gördüğü yerde azarlayıp dururdu.

      Amazbay her zamanki gibi “r”yi konuşamıyordu ama bu sefer âdet olduğu üzere bağırmıyor, tam tersine çekiniyordu:

      – Öynek işçi mi olmak istiyoysun. Şimdileyde kolhoz hiç biy ödül veymiyo. Kalpağını uzat bakalım, azcık aypa veyeyim” dedi. Benim buradan hemen kaybolmamı, ağzımı kapatmamı istercesine değil de bana acımış gibi, “Eşimbek’i tanıyoydum” dedi. Ve ekledi “Eğey ağzından kaçıyıyısan dilini kopayıyım”.

      Mukaş ağabeyimin gözüme kadar inen kocaman kalpağını çıkarıp, ileri uzattım.

      Hadi çabuk ol, kadın gibi sallanma. Hadi anasını satıyım. Zamane çocuklayı adam değilsiniz. Eskiden biz, tuttuğumuzu kopayıydık. Amazbay homurdanarak kalpağı eline aldı. İçini dolduracakmış gibi kalpağın kenarlıklarını yukarı kaldırdı. Sonra da üzerini cepkeniyle örttüğü kara torbayı sallayarak dibindeki buğdaydan iki avuç koydu. Normal günlerde tahıllık buğday için çiftçilere yalvarır, tekrar tekrar giderek iki üç buğdayı zor koparırdık. Verdiklerinde bile “ne biçim çocuklarsınız, tohumlukları yiyecek misiniz” diye azarlar, zor durumda bırakırlardı. Hele Amazbay, işini iyi yapıyormuş gibi Kara-Oy’daki herkes duyacak kadar car car bağırırdı. Bu da yetmiyormuş gibi akşam köye döndüğünde “filanca buğday istedi, veymedim” diye sokak sokak dolaşır, herkese söyler, utandırırdı.

      – Al bakalım dedi peltek Amazbay, iki avuç buğday değil de bir kalpak dolusu belâ verircesine. İnsansan değeyimi bil. Çok kuynazsınız zamane gençleyi. Bilmemiş, göymemiş gibi yapsan olmaz mıydı sanki?!

      IV

      Ertesi gün sahurda uyanan halk, her günkü gibi birer tas yarma içmek için muhtarın avlusuna ikişer üçer gelmeye başladı. Evinde yüzlerini yıkamaya fırsat bulamayanlar, gözlerini ovalaya ovalaya yaşlı kalın ağacın dibinden akan arktaki suda elini yüzünü yıkıyordu. Tohum sıkıntısı çekerken başkasına verirsem hor kullanır düşüncesiyle, köy muhtarı, yarmayı eşi Sagın’a hazırlattırır, kendi avlusunda sabahları birer tas yarma, akşamları sıcak yemek dağıtırdı.

      Henüz çiçek açmış ağaç dalları evin yüksek çatısına doğru eğilmiş, güzel bir gölge oluşturuyordu avluda. Gelenler otursun diye geçen seneden kalan buğday meraları dizilmişti evin etrafına. Meranın dizilmesinin üzerinden epey zaman geçtiği için küçücük saman parçacıkları uçuşuyordu etrafta.

      Gelenler yemeklerini yiyip bitirmiş, ohlaya puhlaya yerlerinden kalkıp, işlerine gitmeye hazırlanıyorlardı. Kalabalık dağılmadan, gece tarlaya göz gezdirmeye giden Satıbaldı abim girdi avluya. Sessizdi, yüzüne kara bulutlar çökmüştü. Oturanlar gürültüyü anında kesti. Birbirlerini koltuğa iterek fısıldamaya başladılar. Muhtar, somurtarak kalabalığı yarıp geçti. Eski nallarla süslenen direğe atını bağladı. Sonra evine girip, başparmağı ile işaret parmağının ucuyla tuttuğu Amazbay’ın siyah torbasını getirdi. Daha dün gördüğüm torbayı dibindeki buğdayı ile birlikte kalabalığın ortasına attı. Benim korkudan ödüm patlıyordu. Satıbaldı önündeki torbadan gözlerini alamıyor, çaresi tükenmişçesine ince dudaklarını emiyordu. Birer tas yarma değil de kemik yutmuş gibi içtikleri boğazlarında kalan köy halkı “acaba kime işkence edecek” diye bekliyor, ama bir yandan da her biri kendisini suçlu hissediyor, yere bakıyorlardı.

      Satıbaldı bu küçücük zaman zarfında âdeta çökmüş ve zayıflamıştı. Bir süre sonra başını kaldırarak:

      – Amazbay, oturanlara bir bak!– dedi.

      Amazbay tek bir kelime etmeden yere bakıyordu. Oturanlarsa peltek Amazbay’ı ilk defa görmüşlercesine hayretle başlarını ona doğru çevirdiler.

      – Bu oturanlardan farkın ne?

      Hiç kimse ağzını açıp bir şey demedi. Başlarını iyice yere eğdiler.

      – Yaşınıza bakmadan siz bile bunu yapıyorsanız… Sesi yatalak hastanınki gibi ince ve yorgundu. Küsmüş gibi bir hâli vardı. Diğer tarafta tarlaya götürülmek üzere beşiğe kundaklanan yavrucak bile ağlamayı kesti.

      Satıbaldı abim sözünü fazla uzatmadı. Uzatmak isterse zehirli sözler yok mu dersiniz? “Sakalın yere batsın! Sakalına güvenip ekinlik tohumları sana emanet etmiştim. Tohum dediğin kasaptan çalınacak et değil. Bu huyundan kurtulamadın gitti. Ölsen keşke! Milletine, devletine ihanet ediyorsun! Mahkemeye vereceğim, sürgün edeceğim, mahvedeceğim. Cephe kan kaybederken yaptığına bak! Kaçaksın…” ve bunun gibi bir sürü şey söyleyebilirdi ama bu sözlerin hiçbirini demedi. Bunların yerine: – Anlasanıza, tohumlarla çoktan ölmüş babam Sıdıkbay’a aş5 verecek değilim ya” dedi.

      Satıbaldı’yı iş başında çok görmüşlüğüm var. Daima asık suratlı ve öfkeli dolaşırdı. Kolhozculara, “şu yok, bu yetersiz, işe neden erken gelip geç gitmiyorsunuz” diye sataşır, yaşına başına bakmadan insanları azarladığı bile olurdu. “Ver demekten başka ne biliyorsun, al diyen günün oldu mu” diyen kadınlarla ayrı konuşur, fazla sinirlendirirlerse dayak bile atardı. Ama bugünkü gibi çaresiz kaldığını hiç görmemiştim.

      Aslında bu işi bilerek yapmamıştım. Karşıdan Satıbaldı’yı görünce, onu atlatabilmek için bayağı bir gayret sarf etmiştim. Ama ne yaptıysam olmadı. Çıkışı olmayan bir yola girmişim. Az kalsın Ak-Çiy’in koca deresinde boğulup ölüyordum. Kök-Sandal dereden geçemiyor, ne kadar çaba sarf ettiyse de suyun akıntısına karşı gelemiyordu. Biraz aşağıya gidip karşıya geçtiğimde ise karşımda Satıbaldı’yı bulmuştum. Hal böyle olunca her şeyi anlatmaktan başka çarem kalmamıştı.

      – Koy bakalım diye kalpaktaki buğdayı cebine doldurduktan sonra atını dörtnala sürerek gözden kaybolmuştu. Benden sonra Amazbay’ı da yakalamış. Meğer takip ediyormuş.

      Satıbaldı Amazbay’a kötü hiçbir şey demedi. Başka birine sinirlenmiş, acısını ondan çıkarmak ister gibiydi. – Alçak- dedi burnundan soluyarak. Sonra da ölesiye dayak yemiş de ayağının ucuna serpilivermiş gibi yerde yatan torbaya bütün gücüyle bir kırbaç indirerek atına doğru yürüdü. Orada bulunanların her biri “şak” diye indirilen kırbaç sesini omuzlarında hissetmiş gibiydi.

      Amazbay, gözleriyle mezar kazıyormuş da birazdan kazdığı mezara girip kaybolacakmışçasına gözlerini yerden alamıyor, kılını kıpırdatmadan oturuyordu.

      Oturanlar

Скачать книгу


<p>5</p>

Aş- bir kimsenin vefat etmesinin üzerinden tam bir yıl geçtikten sonra büyük baş hayvan kesilerek halka verilen ziyafet, ölüyü anma.