Kazıgurt Öyküleri. Nurgali Oraz

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kazıgurt Öyküleri - Nurgali Oraz

Скачать книгу

farklı bir bembeyaz dünyaydı, sıra dışı parlıyordu, gece vakitsiz dolaşan insanları kendisine doğru çağırıp çekiyor gibiydi.

      – Japonya’da, -dedi Muhit parlak aya hayretle bakakalan Aygül’ün omzuna elini atarak. – Yazın Obasuteyama Dağı’na gidip ayın güzel görüntüsünü izlerlermiş.

      – Öyle mi! -dedi Aygül sevinerek. – Aladağ’ın eteğinden de ay çok güzel gözüküyordur! Deminki… Japonya’daki dağın adı ne dediniz?!

      – Obasuteyama.

      – Aladağ ondan çok daha yüksektir belki! Kıymetini bilmiyoruz ya ağabey! Biz neden Aladağ’ın eteğine gidip ayı izlemiyoruz ki?

      – …

      – Gidiyor muyuz ağabey?

      – Nereye?!

      – Ayı izlemeye! -dedi Aygül aniden harika bir seyahate davet ederek. –Unutmuşsunuz. Siz bugün benim emrimde değil miydiniz?!

      – Evet-evet! -dedi o, kafasını tekrar tekrar sallayarak. – Aynen öyle!

      Aygül arabanın kapısını açtı.

      – Korkmayın, ben direksiyona oturursam hemen ayılırım.

      – Kızıl bir ok gibi hızlı bu araba geniş sokakta uçmaya başladı. O, bu akşamdan ayrıca bir zevk almış gibi neşeyle gözlerini kapattı.

      – Size ne oldu ağabey?

      – Hiç… Direksiyonda olmadığıma utanıyorum. Bir kadının kullandığı arabada erkek kendisini hiç rahat hissetmiyormuş.

      – 21. yüzyıl anaerkil devrin başıdır. Artık dizgin de kamçı da bizim elimize geçecek.

      – Evet, -dedi Muhit gözleri kapalı, gülümseyerek. – Ülkeyi yönetmek kolay değil, zavallı erkekler günümüzde iyice bitap düşüp yoruldu herhalde!

      – Ooo, siz kolay pes ettiniz!

      – Ha-hayır, bu yenilgi, binlerce yıldır içimizi kemiren gizli savaşın neticesi.

      Karanlık geceyi aydınlatan kızıl-yeşilli şehrin ışıklarını geride bırakarak dipsiz derin bir uçurum gibi görünen dağ geçidini kovalayarak yukarıya doğru tırmanan araba, hızını arttırmadıysa da yavaşlamadı. O, kızın ustalığına içten içe hayran olmaktaydı. Bir taraftan nereye gittiklerini, nereye varıp duracaklarını bilemeyip biraz sarhoş bir hâlde uyuklayarak büzülmekteydi. İkisi tam da şimdi, gökyüzünden bakmakta olan aya da kucak açmayıp, içine kapanmış olan dağ eteğine değil, karanlık, tılsımlı bir dünyada uçuyor gibiydiler…

      – Uyudunuz mu ağabey?

      – Hayır.

      Dağdaki cin ve şeytanların mekânı gibi kızıl-yeşilli lambaları yanıp sönen, bağıra çağıra çalan nahoş sesli müziklerin açılmış olduğu gece çalışan kafelerin önünden geçip biraz daha yürüdükten sonra arabaların döndüğü yere gelip durdular. Dışarı çıkıp biraz etrafa kulak vererek bir şey dinliyormuş gibi sessizce bekliyorlardı. Aşağıdan, çağlayarak akan nehrin sesi duyuluyordu. Karanlık uçurumların ini hem korkunç hem de dondurucu derecede serindi. Nefesini içine çekip sessizce duran gecenin kucağında, bilinmeyen bir yaratık gizleniyormuş gibiydi. Şu gökyüzündeki ay ise onu görüp, kaşlarını çatarak kımıldamadan, gözlerini ayırmadan izliyor gibiydi.

      – Ağabey üşüdüm, -dedi Aygül incecik elbiseyle titreyerek. O, kızın omzuna ceketini örtüp kendine doğru çekti.

      – Kendiniz donacaksınız ama… -dedi Aygül onun göğsüne kafasını dayayarak.

      Kalp hizasından çıkan sımsıcak nefes, onun tüm vücudunu ısıtmış gibi oldu. O, eğilerek kızın şakağına yüzünü yasladı.

      – Ay nasılmış? -dedi fısıldayarak.

      – Acınası… -diye fısıldadı Aygül. – O, yalnız ya. Bu dünya korkunçtur. Ben yalnızlıktan korkuyorum. Çünkü ben de ay gibi yalnızım.

      – Niye?

      – Bilmiyorum…

      – Senin gibi güzel bir kızın yalnız olması mümkün değil.

      – Her şey geçicidir ağabey, -dedi gülümseyerek. – Ne kadar iyi bir dostun olsa da o seni, senin duygularını, iç dünyanı senin kadar anlayamaz. Ağabey, yazlığa gidelim…

      – Bizim yazlığa…

      – Bugün, ben senin…

      – Şşş, -dedi Aygül parmağıyla onun dudağına bastırarak. – Artık konuşmayın… O, kızın parmağının ucunu öptü. Aniden Aygül onun boynundan sımsıkı kucaklayarak:

      – Ağabey, siz ne kadar da iyisiniz, -dedi. Sonra iki avucuyla Murat’ın yanaklarından sıkıca tutarak yanaklarından, alnından öpmeye başladı.

* * *

      Arabanın ışığı, iki katlı büyük bir yazlığın cephesini aydınlatarak durduğunda o, tatlı bir uykudan uyanmış gibi esneyerek gözünü açtı. Aygül, torpidodan aldığı kumandaya basınca garajın kapısı kendiliğinden yukarıya doğru yavaşça kalkmaya başladı. “Bak sen!” diye düşündü o yarı uykulu, yarı uyanık hâlde otururken; “Fezaya uzay gemisi gönderen Sovyet hükümetinin yetmiş yılda ulaşamadığı ev teknolojilerinin başarılarına özel sektör sahipleri ne kadar da çabuk sahip olmuşlar!”.

      Lambanın ışığıyla parlayan buz gibi mermer merdivenlerden yukarı çıkarak, misafirlerin ağırlandığı geniş bir odaya girdiler. Yumuşak koltuğa yerleşip oturduklarında Muhit biraz yorulduğunu hissetti.

      – Diyecek söz yok, harika bir yazlıkmış! -dedi çok beğendiğini gösteren bir ifadeyle. Pahalı mobilyalar yerleştirilmiş olan odanın içine göz gezdirdi.

      – Evet, etrafımız hep bağ. Temiz hava. Aladağ’ın eteği ya, -dedi Aygül. Kışın da buralar harika olur. Dışarıda donduran sarı ayaz. Göz kamaştıran beyaz kar. Kıyısı buz tutup buharı yükselerek akmakta olan nehir. Evin içiyse sımsıcak. Ağabey, böyle güzel bir tabiatı pencereden izleyerek edebiyatla uğraşmak sizin hoşunuza gider mi?!

      – Elbette.

      – Ooo, öyleyse ben sabah olunca size bu yazlığın anahtarlarını veririm. İstediğiniz zaman gelip dinlenir, sonra yalnız başınıza düşünceye dalarak çalışırsınız. Eğer… Benim yapmam gereken bir şey olursa, o zaman cep telefonum var, ararsınız. O anda, hemen geleceğime söz veririm.

      Muhit masal dinliyormuşçasına ilgi gösterip gülümseyerek oturdu ve:

      – Yani ben bu yazlığı kiralayıp burada yaşayacağım. Siz ise benim ev sahibim olacaksınız. Öyle mi?

      – Siz ev sahibi, ben sizin hizmetçiniz olayım! Çünkü siz sanat adamısınız. Sanata hizmet etmekten daha büyük

Скачать книгу