Kalabalık. Afak Mesut

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kalabalık - Afak Mesut страница 11

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kalabalık - Afak Mesut

Скачать книгу

çok olmuştu, çevresinde toplanarak ona gülüyorlardı:

      “Ölü! Ölü!”, diye bağırıyorlardı.

      Yuvarlak kafalı çocuk da onların arasındaydı, parmağı ağzında, şaşkın bakışlarla onu izliyordu.

      Kareli şal elbisesini giydi üzerine, kollarını içine geçirerek:

      “Ölü sizsiniz!” diye yanıt verdi onlara ve sonra yatağın altına sakladığı çoraplarını giydi.

      Zerkalem hoca kapının ağzında duruyordu, çocuklara bakarak:

      “Her kes sıraya!”, diye bağırdı, sonra ellerini sırtına vurarak ileri geri haraketler yaparak:

      “Spor yapacağız şimdi”, dedi ve zıplamaya başladı: “Bir iki, bir iki!”

      Hoca zıpladıkça büyük karnı da onunla beraber zıplıyordu, göğüsleri ağır toplar gibi birbirine çarparak sallanıyordu, zeminin eski tahtaları hocanın şişman ayakları altında acayip sesler çıkarıyordu. Zemin sanki hemen şimdi ortadan ikiye ayrılacaktı.

      Çocuklar da ellerini sırtlarına vurarak Zerkalem hoca gibi yerlerinde zıplamaya başladılar. Sonra Zerkalem hoca daha yükseğe zıplamaya başladı. Saçları zıplamaktan bir karış yu karıya kalktı, gözleri büyüdü ve Zerkalem hoca kafası az daha tavana değecek biçimde zıplayarak:

      “Yukarı, az daha yukarı!”, diye deli gibi gülmeye başladı.

      Çocuklar da Zerkalem hocaya bakarak daha yüksek zıplamaya ve onun gibi çılğınca gülmeye koyuldular.

      Yalnız o yuvarlak kafalı çocuk yükseğe zıplayamıyordu, ellerini sırtına vurarak serçeler gibi yerinde tekliyordu.

      Zerkalem hoca ansızın o yuvarlak kafalı çocuğu farketti, kaşları çatıldı, çehresi eğile eğile ayağa kalktı ve çocuğun üze rine yürüdü:

      “Bu ne biçim zıplamak böyle?”

      Yuvarlak kafalı çocuk bir gözü Zerkalem hocada, yüzü bembeyaz tüm vücudunu toplayarak kendini yukarıya fırlattı, fakat olmadı, demin zıpladığından daha yükseğe zıplayamadı.

      Hal böyle olunca Zerkalem hoca dişlerini gıcırdatarak yuvarlak kafalı çocuğun kulağından tuttu, onun kulağını anahtar çeviriyormuşcasına üç dört kez çevirdi.

      Çocuk kedi yarvusu gibi miyavlayarak sustu, dizlerinin üze rinde emekleyerek yatakların arasında sürünüp duvarın dibine kadar geldi, orada oturup kulağını sıvazlayarak ağladı.

      …O, atılıp Zerkalem hocanın omzuna bindi, dişlerini kulağına geçirip gücü geldiğince sıktı.

      Zerkalem hoca ne kadar bağırsa da, onu kulağından ayırmak istese de, bunu yapamadı, hoca kulağı onun dişlerinin arasında bir süre böyle koridor boyunca koştu.

      …Onu Zerkalem hocanın kulağından kelpetenle ayırdılar, sonra usul usul hocanın kulağını onun ağzından çekip çıkardılar.

      Sonra bilmediği birisi tebessümlü çehresiyle ona yaklaştı, kolundan tuttu, saçlarını okşayarak kreşin içiyle de götürdü, eline şeker verdi, kreşin dış kapısını açıp onu dışarı çıkardı.

      Elinde şeker dışarı çıkıp durdu.

      O, dışarı çıktıktan sonra arkadan kapıyı aceleyle kitlediler. Üç dört kez anahtarı çevirdikten sonra bir de kapının arkasına büyük boy demir parçası da geçirdiler.

      Hocalar, çocuklarla beraber kreşin küçük, dörtköşeli camlarından korkmuş çehreleriyle onu seyrediyorlardı. Yuvarlak kafalı çocuk da onların arasındaydı, onu seyrederek sessiz sessiz ağlıyordu.

      İlk önce kapıyı yumruğuyla çaldı, sonraysa tekmelemeye başladı. Sonra zıplayıp pencerenin korkuluğuna tırmandı. Yüzünü cama yaslayarak içeriye baktı, camın öbür tarafındakiler korkarak gerisin geri koşmaya başladılar.

      Her kes ondan korkunca o da yere inerek kreşin sonsuz avlusunda öfkeyle, yapayalnız adımladı.

      …Karanlık oldukça kreşin büyük avlusunda değişik yara tıklara benzeyen ağaçlar ortaya çıkıyordu. Ağaçların bir kısmı köpeğe, bir kısmıysa file benziyorlardı. Deveye benzeyen ağaçlar da vardı, boyunlarını uzatarak, sağa sola eğilerek zincir gibi etrafında dalgalanıyorlardı…

      Ağaçlar çoğaldıkça değişik hayvan sesleri çıkarıyorlardı, birisi keçi gibi meliyor, ötekisiyse çakal gibi uluyordu…

      Arkasında garip bir gürültü duydu. Sanki birileri ağır ayaklarıyla bir dalı ezdi. Arkasına bile bakmadan koşmaya başladı. Koştukça ağaçların kuru dalları yüzünü, omuzlarını çiziyor, kanatıyordu.

      Sonra koşuyorken ağaçların birinin dalı onun koluna geçerek koşmasına engel oldu.

      Kafasını kaldırdığında dedesini gördü, kolundan yakalamış, kafasını sallayarak durmadan:

      “Hayır, hayır!”, diyordu.

      Dedesi yalnız değildi. Yüzü uzunca siyah giysili adamların arasındaydı. Adamlar bitkin bir halde babasının cesedini götürüyorlardı.

      Dudağını bükerek:

      “Babam nerede?”, diye sordu.

      Dedesi eğilip kocaman gözleriyle ona baktı, parmağıyla gözlerinin içine bakmasını söyleyip:

      “Bak, gözlerimin içinde!”,diye yanıt verdi.

      Parmaklarının ucuna kalkıp dedesinin kahverenkli gözlerinin içine baktı, kahverenkli montuyla gözün içinde oturmuş, hüzünlü gözleriyle onu seyreden babasını gördü.

      Kalabalık biraz daha yürüdükten sonra durdu.

      Babasının cesedini yolun ortasında bıraktılar. Siyah giysili adamlar cesedin çevresinde dolaşarak ona yol açtılar, hüzünlü gözlerle ona baktılar.

      O, cesetle karşı karşıya duran büyükçe sandalyenin üzerine çıkarak ellerini arkasında çaprazladı.

      O anda büyük ölçekte ışık düşüre bilen projektörleri yaktılar.

      Projektörlerin ışığından içi daralarak, gözleri büyüyerek:

      “Afrika dünyanın Ekvatör çizgisinde bulunuyor.”, söylediği laflar yüzünden kendisi de mahçup olmuştu.

      Babasıyla alakalı söyleyeceklerini unutmuştu. Aklında bulunan tek şey bir zamanlar haritada gördüğü Ekvatör’ün altında bulunan armuda benzeyen Afrika’ydı.

      “Afrika’da sonsuz çöller, tropik ormanlar var.

      O, konuştukça alkış sesleri yükseliyordu, sonra babasının siyah çerçevede büyütülmüş resmini ona uzutarak:

      “Konuş”, dediler.

      O,

Скачать книгу