Uygur Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme. Enver Kapağan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Uygur Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme - Enver Kapağan страница 7

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Uygur Efsaneleri Üzerine Bir Değerlendirme - Enver Kapağan

Скачать книгу

için çok kısa sürede türküsünü okuyup bitirir. Sıra kendisine gelince Karadenizlinin sırtına binen Doğulu, yol boyunca sürekli le le le şeklinde tekrarlanan türküsünü söyler. Yolculuğun bitmesine az bir mesafe kala bu işten oldukça sıkılan Karadenizli’nin: “Bu nasıl bir türkü? Yol bitti sen hala le le le deyip duruyorsun.” şeklindeki itirazına Doğulu şu cevabı verir: “Bu türkünün le le le kısmı, daha lo lo lo kısmı var.

      Her toplum hayata ve olaylara bakış açısını; yaşadığı coğrafya, geçirdiği tarihî süreçler, başka toplum ve doğa ile olan münasebetleri, tanrıyı algılama biçimlerinin yaşam koşulları ile harmanlanması gibi unsurların etkisiyle oluşturur. Bu durum Türk toplumları için de böyledir. Örneğin gece ve gündüzün yaratılması ile deprem ve benzeri doğal afetlerin meydana gelmesi ineğin hareketlerine bağlanır. Gece ve Gündüzün Yaratılması II başlıklı efsanede özellikle dünyanın bir ceza olarak ineğin sırtına yüklenmesi yorumu dikkat çekicidir. Yarı göçebe (yazlık ve kışlak) olarak yaşayan Uygur toplumunun geçim kaynağının önemli bir kısmının hayvancılığa dayanmasının bu anlatının teşekkülünde etkili olduğu değerlendirilebilir. İneğin bu tarz yaşam biçimindeki önemine istinaden onu koruma düşüncesinin zaman içerisinde bu hayvanın dünyanın birçok hareketine yön verecek konuma getirilmesini sağladığı anlaşılmaktadır. Abartılı bir biçimde efsanelere konu olsa da hayvancılıkla geçinen toplumlarda tüm kültür başlıklarını etkileyen ekonomik hayatın temeli hayvanlardan elde edilen gelirdir. Hayvancılıktan elde edilecek gelire göre bolluk ve kıtlık dönemleri ortaya çıkarken tüm toplumsal hareketliliğin temelini de bu gelişme belirler.

      Uygur toplumunda hayatın esasını oluşturan hayvancılığın önemi efsaneye şu şekilde yansır: “Yüce tanrı dünya âlemini yaratınca dünyaya göndermek için çok büyük bir inek yaratmış. İnek yeryüzüne gelince çok mutlu olmuş ve içi içine sığmamış. Yeryüzünde tek olduğunu gören inek, kendi gücüne şaşırmış. Etrafına bakınarak bir sağa, bir sola koşmuş. Karşısına ne gelirse gelsin boynuzuyla onu yıkıp geçmiş. En sonunda özgürlüğün verdiği güven ve güçlü olmanın sarhoşluğuyla yüksek sesle möleyerek etrafı rahatsız etmeye başlamış. Melekler ineğin yaptığı bu hareketleri görünce rahatsız olmuş. Hemen yüce tanrının huzuruna gidip olanları söylemişler. Yüce tanrı ineğin yaptıklarına sinirlenmiş ve dünyayı alıp ineğin başına koyuvermiş. Bundan sonra inek ne zaman yorulsa başını sağa çevirmiş böylelikle gündüz meydana gelmiş, sağ yorulduğunda başını sola çevirmiş ve gece oluşmuş. Gece gündüz yaratıldıktan sonra zaman akıp gitmiş. Ne vakit ki inek eski özgür yaşamına dönse, kafasına göre davransa hızlıca kafasını sallamış ve deprem oluverirmiş.

      Bu efsanede yer verilen içeriğin benzerine birçok coğrafya ve toplumda rastlamak mümkündür. Örneğin Ağrı’nın Patnos ilçesi ve civarında sık sık anlatılan ve sözlü kültürde hâlâ canlılığını koruyan bir halk anlatısına göre dünya öküz ile balığın sırtındadır. Bu hayvanların bir yeri kaşındığı zaman hareket etmek zorunda kalırlar. Bu hareket zorunluluğu da dünyada depremler ve daha başka doğa olaylarının yaşanmasına yol açar. Buna benzer anlatım ve inanışlar başka toplumlarda da mevcuttur. Dahası bu anlatılarla oldukça benzerlik gösteren hadislerden bile bahsedilir. Sahih olduğu noktasında tereddütler bulunsa da Hâkim en-Nisâburi, El-Müstedrek ale’s-Sahihayn adlı eserinde Hz. Peygamber’den dünyanın öküz ve balık üzerinde bulunduğu şeklinde bir rivayeti nakleder (Yenilmez-Üstün, 2016: 40). Bahsi geçen hadiste olduğu gibi öküz ve balığın sırtında olması ebetteki mecaz anlamlıdır. Fakat Uygur Türklerine ait bu efsanede yalnızca ineğin yer alması denizlerin uzağında yaşamalarından ileri gelmektedir. Sahih olmasa bile hadis olduğu rivayet edilen sözler, dünyanın kara ve deniz parçalarından oluştuğu ve bu parçaları temsilen bu hayvanların adlarının zikredildiği şeklinde yorumlanabilir. Yoksa elbette ki, bugün bilimin ispatladığı gibi dünya bir balığın, öküzün veya ineğin sırtında değildir.

      Konu çeşitliliği bakımından oldukça zengin olan efsanelerde insan hayatının her bakımdan kuşatan unsurlarla bu hayata tesir eden her varlığa ilişkin bir detayın bulunması Uygur insanının geniş hayal gücünü göstermesi açısından da önemlidir. En çok karıştırıldıkları mitlere göre daha yakın bir zamanda teşekkül eden efsaneler, bu özellikleri bakımından toplumsal hayata dair oldukça gerçekçi izler taşır. Aralarında akrabalık bağı bulunan ya da bulunmayan, farklı bölge de hayatlarını sürdüren toplumlarda insan unsurunun psikolojik ve biyolojik tabiatından kaynaklanan derin ortaklık sebebiyle benzer olayları işleyen efsanelerin varlığı gözlenebilir. Bu efsanelerde geçen kişi kadrosu ve coğrafya dışında içerik kısmen veya tümüyle birbirine benzer olabilir.

      Tanrının Bütün Varlıklara Ömür Biçmesi adlı efsanede anlatılanları yukarıdaki tespiti örneklendirmesi bakımından önemlidir: Buna göre ilgili anlatının değerlendirmeye esas kısmı şu şekildedir:

      “Melekler yüce tanrının sözü ve emri ile varlıklara ömür vermişler. Yüce tanrının verdiği bu ömürden aslan, eşek, deve, köpek ve maymun az ömür istemişler. Melekler bu hayvanların kısa ömür istemelerine karşılık onları uyararak yüce tanrının verdiği ömrün onlar için en uygunu olduğunu söylemişler. Hayvanlar tekrar düşünmüşler ama yine kabul etmemişler. Melekler aslanın, eşeğin, devenin, köpeğin ve maymunun sekizer yaşını ellerine alarak bu yaşları isteyen var mı diye sormuşlar. Bu yaşları sadece insanlar almak istemiş. Başka hiç kimse istememiş…”

      Bu anlatıda; yer, kahramanlar ve olaylar farklı olmakla birlikte Dede Korkut Hikayeleri’nde yer alan Deli Dumrul hikayesine bir bakımdan benzerlik söz konusudur. Efsanede yer alan insana fazladan ömür verilmesi, insanın ömrüne ömür eklenmesi olayı; bire bir olmasa da Deli Dumrul’a tanrının hoşuna giden söz ve davranışlarından dolayı fazla ömür verilmesi olayına benzerlik göstermektedir. Deli Dumrul hikâyesinde canına karşılık annesinin, babasının ve eşinin canı talep edilirken Uygur efsanesinde kendilerine verilen yaşam süresini uzun bulan diğer canlıların istemediği zamanı insanın sahiplenmesi ve tanrının da bunu kabul etmesi şeklinde ortaya çıkar. Bu efsanedeki bir başka husus ise insanın doğayı ortak kullanması gereken diğer bütün canlılara göre daha doyumsuz, hırslı, elindekinden fazlasına sahip olmak isteyen bir tabiatının bulunduğu gerçeğine yapılan vurgudur.

      Efsanelerde Uygur inançlarının büyük tesirini görmek mümkündür. Azrail’in Yaratılışı adlı efsanede Azrail Yaratıcı’ya şöyle dert yanar: “Varlıkların canını almaya gidince bana yalvaran gözlerle bakıyorlar. Her nefeslerinde de seni zikrediyorlar. Ben böyle bir durumda onların canını zor alıyorum.” Azrail’in söylediklerine karşı yüce yaratıcı da ona mikropların yaratılışı efsanesine gönderme yapan şu cevabı verir: “Sen kendi işine bak. Ben bir canlı yaratacağım. Bu canlı sana o varlığın canını al dediğinde sen gidip o varlığın canını alacaksın. Uzatılmasını istediğim canların da canına can ekleyeceksin.” Bu ve benzeri birçok efsanede İslam anlayışına da oldukça yaklaşan bir şekilde bilhassa ölüm ve yaşam konularında bir toplumsal terbiyeyi yerleşik hâle getirme çabası dikkati çeker. Özellikle de Azrail’in canları alırken yaşadığı sorun ve Allah’ın onu bu sıkıntıdan kurtarmak için ölüm vakti gelenlere farklı sebepler yaratarak canlarını almasının anlatıldığı efsane bu terbiye metoduna güzel bir örnektir.

      Azrail’in Yaratılışı efsanesinden hemen sonra anlatılan Mikropların Yaratılışı adlı efsane de bu efsaneyi tamamlar

Скачать книгу