Kızın Sırrı. Danikeyev Öskön

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızın Sırrı - Danikeyev Öskön страница 14

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızın Sırrı - Danikeyev Öskön

Скачать книгу

kitap diye. Kitap bilim insanların kendileri içindir. Üretimde onlar lazım mı? Orada öyle yazılmış, böyle yazılmış diye, fazla yükü kaldırmak kimin hoşuna gider?”

      “Fazla yük…” Peki, sonra Azim görevinden alındıktan sonra, niye o fazla olmaya devam etmedi?

      Ben her şeyi, hepsini gözümün önünden geçirdim: Oo?!

      Sevincimden mi bilmem ama kendimi tutamadım. Ağlamayla karışık, ne gördüysem ve ne biliyorsam tamamen Svetlana’ya anlattım. O, ilk önce pek aldırmadı, dikkat etmeden oturuyordu. Sonra zaman zaman alnı kırışıp, bir de kaşları çatılıp, vakit geçince canlanmaya başladı. Ben son sözümü söylemeden…

      – Camaş! dedi o, oturduğu yerden hızla kalkarak. Gözleri parlayıp yüzü gülümseyiverdi. Her şey anlaşıldı. Teşekkürler sana. Hadi, Camaş, Azim’e gidelim. Odasındadır. Bugün toplantı var. Üretim ofisinden ve bu ilçeden gelecekler demişlerdi. Orada tam bu işin konusunu konuşacaklardı…

      Ertesi gün toplantının sonucu her tarafa şimşek çakmış gibi yayıldı. Azim’i sevemeyenler bile yok ama çoğunluk pek memnun kaldı. Kanay ve Kanay’ın tarafını tutanlar, kalpaklarını aşağıya doğru indirip, utancından sokağa sığamıyorlardı.

      Dayım Azim’i suçladığı için pişman olmuştu.

      Bana hiçbir şey demezdi. Yengem (anne mi desem?) önce nasılsa aynıydı; sevgi sözünü, verecek yemeğini şaşırıp, ağzını açıp öpmüş, gözünü açtığında ben sanki gördüğü ilk göz ağrısı olduğum gibi kendini aşıyordu. Ben de ondan beter ona hayrandım. Hiçbir şeyimi gizlemiyordum, gizleyemezdim.

      Eve girer girmez boynuna sarılıp:

      – Yenge size bir… Haber vereyim mi? dedim.

      – Söyle, yavrum.

      – Azim’i genel mühendislik görevine vereceklermiş.

      – Ay, kurban olduğum… Hayırlı uğurlu olsun. Kimden duydun onu?

      – Sveta’dan

      – Hangi, o Rus kız mı?

      – Evet.

      – Ya, Cakin, o kızı bir ara eve getir. Olur mu?

      – Tamam yenge. Neden olmasın.

      – Sonra… Azim’le kendin görüşemedin mi?

      Ben nedense utandım. Bildim bileli o Azim’in ismini ilk defa söyledi. Önceden hep “Mühendis delikanlı”, “O delikanlı” diyordu. Onu daha yakın gördüğü için “Azim” dedi gibime geldi, sanki ona olan sevgisi arttı.

      – Evet. Görüştük. Yenge, bakar mısın? Ben tedirgin oldum.

      – O, “Genel mühendislik görevini sonra da onaylattırırım. Sen işinden istifa et, şehre götüreceğim.” diyor.

      – Götüreceğim derken… Nereye?

      – Yengem sorgulu bakışlarını bana dikti. Onun bu bakışında hem sevinç hem de bir yandan üzüntü var gibiydi.

      – Taa başkente, Frunze’nin (Bişkek) kendisine. Okumaya götüreceğim diyor.

      – Haa okumaya mı?

      – O, sadece bir şeylerden şüphe duyarak kafasını salladı.

      Benim aklımda da… Yengemle ikimiz birbirimizi sanki sessizce de anlayabiliyorduk.

      Aradan üç gün geçti. Ben derin uykudaydım.

      – Camal… Cakin, dedi biri beni uyandırarak.

      – Efendim?

      – Kalk, kurban olduğum. Azim geldi. Araba bekliyormuş…

      – Yengem, gözüm anında açıldı. Dışarısı daha yeni aydınlanmaya başlamıştı. Evin içerisi daha yarım karanlık içindeydi. Girişteki odada dayım ile Azim oturup konuşmuşlardı.

      – Kurban olduğum, kusurum varsa gönlüne alma. Biz ney, biz sana…

      – Dayımın bu sözleri, Azim’e değil bana iletilmiş gibi sezildi.

      – Cakin, Cakin, kalktın mı, bereketim? dedi yengem mutfak tarafından. Gel…

      Ben iç kapıyı yavaş açıp, dayımları fark etmemiş gibi dışarıya doğru yürüdüm.

      İyi ki yeniden sabah aydınlanmaya başlamış. Venüs yıldızı ay tacının ucuna değer değmez pırıl pırıl parlıyordu. Serin, ta ileriden serin suyun şırıltısı duyuluyordu. “Nasıl, yani, ben bunların hepsini bırakıp tamamen gidiyor muyum? diyordum içimden. Gittiğim yer de neresi? Başka yer, başka insanlardı. Dayım ile yengem gibi bana destek olacak kimim var oralarda. Bir tek Azim…” Kısa bir süre kendimi tuttum. Hâlbuki tekrar içim gidiyordu…

      O arada yengem evden çıkıp yanıma geldi:

      – Eyvah, dünyana, dedi çenemi tutarak. Tamam, ağlama. Hangimiz yaşamamışız bunları…

      Her neyse Allah’ım yolunu açık etsin, bahtını bağışlasın. Ondan başka daha neyi dilemeliyiz. Gel eve…

      Sofraya dua edip kapıya doğru yöneldik. Dayım, sonra Azim… Yengem benim yanımda. Ben, uyku sersemliğiyle tepinirken nevresimleri üzerlerinden açılmış minik kardeşlerimi tek tek öptüm ve ayakta onlara bir müddet daha bakıp durdum. Kalbim ezilecek gibi… Kısacası zor ve hüzünlü bir vedaydı.

      Şimdiye kadar dayımın çenesi titreyerek, yengemin kafasını benim göğsüme saklayıp, boğularak ağladığı hâlâ aklımda. Onlar bana: “Sağlam gidip sağlıkta ol. Her şeye dikkat et…” demişlerdi; iyi yolculuklar, mutluluklar dilemişlerdi.

      Frunze’nin (Bişkek’in) akşamı ılık bir hava ile bizi karşıladı.

      Benim çoktan beri hayal ettiğim, sanki istediğim gibi olmuştu. Azim yanımda, neşesi yerindeydi. Bana bundan başka ne lazım? “Seviyorum! Camaş, ben bir tek seni seviyorum” dedi mi? Yok. O fazlalık yapar. Daha ilk baştan bana olan davranışları, bana yaptığı yardımı onun sevgisinin temiz, gerçek sevgisinin ispatı değil mi? Vakit geçtikçe sabredemiyordum. Kalbim atıp kanım kaynıyordu: Ne zaman? Azim, canım, ne zaman sırını açıklayacaksın? Yük olmaktan biteceğim. Beni bu kadar eziyet içinde bırakma. Göğsüne sıkı sararak sev beni. Sevgi mi?

      Evet, ne zamandır sessizce ruhumda sır olan dileğim de kabul oldu. O beni kucaklayarak alnımdan öptü. Henüz…

      Ertesi gün ikimiz beraber Teknik Bilimler Üniversitesi’ne geldik. Evrakları teslim ettikten sonra dışarıya çıktık. Tam merdivenlerden inerken:

      – Camaş, bir dakika… Biri gelecekti, bekleyebilir miyiz? dedi.

      Ben gülerek ona doğru yaklaştım. O anda, bütün bünyem tuhaflaştı, bana bir şey oluyordu. Sarılıp onu sevmek istedim.

Скачать книгу