Kızın Sırrı. Danikeyev Öskön

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kızın Sırrı - Danikeyev Öskön страница 16

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kızın Sırrı - Danikeyev Öskön

Скачать книгу

yöneticiyle konuşarak izin istedi. “Kabinden” fırlayarak çıkıp Kaliman’a yaklaştı. Aceleyle konuştu:

      – Hadi gidiyoruz. Üşümüşsündür.

      – Yürüyerek mi?

      – Evet.

      – Yükü kim kaldıracak?

      – Hangi yükü diyorsun? diye Satımkul uzun uzun çizgileri olan, kırmızı dağarcığa sıkı şekilde bağlanmış eşyalara eğildi ve:

      – Hadi omuzuma asıver, dedi ve bağlanan ipi tuttuğu halde diz çökerek oturuverdi.

      Bariyerden sonra da çok uzakmış. Satımkul, yolun tam ortasında, sırtında ağır yükü taşımasına rağmen arada sırada sallanarak önde gidiyordu. Kaliman peşinden geliyordu, elinde valiz vardı. Belli etmese de kocasına acıyordu. Arada sırada:

      – Satım, dinlensene biraz? diyordu. Satımkul cevap vermiyordu. Ağzından çıkan buhar sağ omzundan geçerek arkaya doğru uçuşuyor, kısa zamanda kaybolup gidiyordu. Börkünün sağ kulağını kapayan bağı ve yakası beyaz kırağı olmuştu.

      Akşama doğru ulaştılar. Partinin ofisi tek katlı uzun yüzgecin altındaymış. İşçiler bölümünün yöneticisi avluda karşıladı onları. El sıkışarak selamlaştılar:

      – Ha, Orazaliev siz mi? Merhabalar! Tanışalım. Ben Tarasov.

      – Merhabalar. Evet, benim Orazaliev.

      – İyi, bu eşiniz mi? diye Kaliman’a da elini uzattı:

      – Merhabalar, çok yorulmuşsunuz. Hadi içeri giriniz.

      Ofis çok darmış. Masa, onun beri tarafında iki üç sandalye vardı. Tarasov mum yaktı:

      – Bizim durum böyle. Uğraşıyoruz işte. İkisi etrafına bakınıyorlardı:

      – Hm, işte! Geçende mektubunuzu alıp, nasıl edip çağırmalı diye düşündük, dedi Satımkul.

      – Yanılmıyorsam askere dağ madenleri meslek okulunda okurken gittim demiştiniz değil mi? diye sordu Tarasov.

      – Evet.

      – Kaçıncı sınıfta gittiniz?

      – İkinci.

      – Ha, asker unvanınız?

      – Teğmen.

      – İyi, hangi dağ madenlerini araştırmakta olduğumuzdan haberdarsınızdır herhalde? diye sordu Tarasov biraz suratını asarak.

      – Tabi ki…

      Biraz birbirlerini sınıyorlarmış gibi bakışıp sonra gülümsediler.

      – Kardeş Orozaliev, affedersiniz. Bana göre araştırma ve kazılmış çukurlarda çalışmak sizin için zor olabilir, diye Tarasov biraz ciddiyetle konuştu.

      – Evet, doğru diyorsunuz. Satımkul onun düşüncesini anlamış gibi cevap verdi.

      Tarasov ince, kara kaşlarını kıpırdatarak masanın üzerine koyduğu sol elinin kıpırdayan parmaklarına biraz baktıktan sonra tekrar Satımkul’a destek vermiş gibi konuştu:

      – Kardeş Orazaliev, size şimdilik sıradan bir iş verelim. Çalışadurunuz, sonra uygun olan işlere bakacağız. Ne dersiniz?

      Ne diyecekti ki. Satımkul bunu kabul etti.

      Tarasov “yönetici arazinin” müdürüne mektup yazdı ve Satımkul’a verdi:

      – Yarın telefonla arayacağım. Şimdi kalacağınız yer var. Ancak, çok konforlu değil, diye gülümsedikten sonra konuşmasına devam etti:

      – Size bir şey olmaz da… Yengemize uyar mı acaba? Hadi o zaman size göstereyim.

      Yüzgeç evlerinden sadece beş altı tane varmış. Onların yanından geçince biraz uzaklıkta sırasıyla kurulmuş çadırları gördük. Dörtgen şeklinde, küçücük pencerelerinden ateşin aydınlığı görünüyordu. İnsanların konuştukları duyuluyordu.

      – İşte geldik, dedi Trasov ve:

      – Bizim Ceniş Sokağı dediğimiz işte bu, dedi.

      Tarasov ortada yerleşen çadırın kapısını açıp:

      – Merhabalar! Sizlere yeni komşu geldi, karşılamayacak mısınız? diye şaka yaptı. Çadırın içinden:

      – Oo!

      – Nerede?

      – Kimmiş o? diye sesler çıktı. Hemen iki üç kişi dışarıya çıkıverdiler. Karanlıktan suratları iyi görünmüyordu. Aralarında bir kadın vardı.

      – Niye duruyorsunuz? Hadi eve girelim? deyiverdi onların birisi.

      – Teşekkürler, teşekkürler şimdi… diye Tasarov Satımkul’u kolundan tuttu ve:

      – Arkadaşlar öncelikle komşunuz evini görsün.

      – Ev nereye kaçacak ki? Olsa olsa beşinci çadır olacak.

      – Soğuk…

      – Hey, karanlıktır belki. İra, bizim öbür mumu getirsene. Petrolü var mıymış? dedi sesi kalın birisi.

      Hepsi konuşarak beşinci çadıra girdiler. Mumun aydınlığı biraz sönüktü. Üstelik çadırın içinden de çürümüş ot kokusu geliyormuş gibiydi. İki tarafında iki tahta vardı. Girişinde bir demir hurda yatıyordu. Az önce dedikleri gibi karanlıktı, soğuktu. Soğukluğu dışarıdaki soğukluktan farksızdı. İra bu evin yeni sahiplerine baktı. İkisinin de suratları biraz solgunlaşmıştı, ses çıkartmıyorlardı. Üstelik hepsi yas tutuyormuş gibi sessizlerdi. İra çevreye bir baktıktan sonra:

      – Nasılmış? dedi. Satımkul göz ucuyla ona baktı ve hafif gülümsemiş oldu.

      – İra neşeli birşekilde “Hadi o zaman çıkalım mı?” dedi.

      Satımkul ile Kaliman komşularının çadırında çok oturdular. Oradakiler işte, Satımkul’un gideceği yerde çalışıyorlarmış. Satımkul’un heyecanı biraz dindi, biraz alışmış gibi oldu: “Bunlar da çalışıyormuş. Durum o kadar da kötü görünmüyor. Savaştan zor değildir tabi.”

      Bir buçuk, iki saat oturmuşlardı. Yemeklerini yedikten sonra Satımkul “Biz kalkalım.” dedi. Üstelik yolda yorulmuşlardı. Kaliman çadırı düşününce kalbi hop hop atıyordu. Çünkü burası onun hoşuna gitmemişti. “Deli, neden buna razı oldum?” diye içinden kendi kendini azarlıyordu.

      Çadıra İra uğurlayarak geldi.

      Ne ilginç! Satımkul ile Kaliman’a filmin sahnesi değişmiş

Скачать книгу