Kara Özek. Nurcan Kuantayulı

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kara Özek - Nurcan Kuantayulı страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Kara Özek - Nurcan Kuantayulı

Скачать книгу

emir verilmiş olacak ki boyları kadar kalkanları ve coplarıyla askerler kalabalığı dövmeye başladı. Çığlık sesleri, inlemeler meydanı sardı.

      Bu manzarayı gören Haknazar ile arkadaşlarının da dışarıdan merakla izlemeye gelenlerin de ağzı açık kaldı.

      Bir anda bir gurup genç, asker saflarını yarıp çıkış yolu açıverdi. Kalabalık da peşlerine düştü. Tam o sırada deminden beri hiçbir şeye karışmayan sınır muhafızları çıkış yolunu açan gençleri tekmelemeye başladı.

      Ortalık toz duman oldu. Özellikle kadınların çığlıklarından az kalsın kulak zarları patlayacaktı. Safı yaran gençlerin arasında bulunan bir kız can havliyle koşuyordu. Aşağıya doğru hızlandı. Alışveriş Merkezinin yanında bulunan Haknazar’ın olduğu gruba doğru yöneldi. Onların bulunduğu yere ulaşmaya iki adım kalmıştı ki peşinden paldır küldür gelen askerin biri kızın topuğuna vurarak onu yere serdi.

      Ayağı takılıp, kafasını kaldırıma çarpan zavallı kızın başından kıpkırmızı kan akmaya, durmadan yere yayılmaya başladı. Kızın haline hiç aldırmayan asker onun saçlarına sarıldı, bir oğlağı kulaklarından çekiştirir gibi aşağıya doğru sürüklemeye başladı.

      Tam o sırada ellerinde sapper kürekleri olan bir gurup asker kızın peşinden yetişen iki üç Kazak gencin karşılarına çıkıp onları yakaladı.

      Kızın çığlığını işiten bir genç yetişti. Ama nereden çıktığı meçhul uzun boylu bir polis gelenin karnına sert bir tekme attı. “Allah!” diye çığlık atan genç kıvrılarak düştü. Uzun boylu polis için bu iyi bir fırsattı. Yerde kıvranan genci olanca gücüyle tekmelemeye başladı.

      İşte o an Haknazar’ın artık sabrı tükendi. Koştu, kızı sürükleyen sivil memura yetişti, bağırdı:

      “– Bırak kızı!”

      Uzanıp sivil memurunun elinden tuttu. Şişman olan polis ellerini çekiverdi ve küfretti:

      “-Defol buradan, domuz!”

      Haknazar’ın gözü kararmıştı artık. Hızla sağa döndü, sivil polisinin çenesine vurdu. Adam bu darbeyi beklemiyordu. Çuval gibi yere düştü.

      Yerde yatan kızın koltuklarından tutup kaldırdı Hak-nazar. Elik yavrusu gibi küçücük bir kızdı.

      “– Yürüyebilecek misin?” diye sordu.

      Kız yavaşça başını salladı. Tam “haydi, artık kaçalım”

      sözleri ağzından çıkmıştı ki gözlerinin önünde çok kuvvetli bir ışık patladı, yüzüstü kapaklandı.

      Kendisine geldiğinde tüm vücudu ağrıyordu. İki asker onu ayaklarından tutmuş yerde sürükleyerek götürüyordu.

      Onu hiç mi hiç önemsemeden başıyla ayaklarından tuttular. Çuval fırlatır gibi üzeri brandayla örtülmüş kamyona atıverdiler. Morarıncaya kadar tekmelenmiş olan beli ağrıyordu. İstemeden inledi. Biraz sonra hareket eden kamyonun kasası kendisi gibi serilmiş yatan yaşıtlarıyla doluydu. Bazılarının kolları bağlıydı. Bazıları da yarı ölü halde, kanlar içindeydi. Galiba aralarında kızlar da vardı. Ellerine sopa alan birkaç asker onların üstüne oturmuşlardı.

      Kamyon yola devam etti. Bir müddet sonra da bir yere gelip durdu.

      Haknazar kamyonun kasasının açılmasıyla birlikte bir sürü askerle polisi gördü. Sanki polis karakolundaydı.

      Çok geçmeden getirdiklerini tek tek çekip kamyondan indirmeye başladılar. Sonra iki saf halinde ve birbirine karşı duran askerin ortasından geçirdiler. Oradan yürütmelerinin sebebi şuydu: Kamyonun durduğu yerden Geçici Gözaltı Merkezine ait demir kafesli kapıya kadar olan mesafe yaklaşık yüz metreydi. İndirdiklerini o aralıktan koşarak geçmeye zorluyorlar, iki tarafta omuz omuza dizili askerler de önlerinden geçenleri coplarıyla acımasızca dövüyordu. Bu eziyet tam da Çar dönemindeki acımasız dayak cezasına benziyordu.

      Alanda iyice dövülen gençler bu dayağa dayanamayacaklarını anlayınca hüngür hüngür ağladılar, yalvardılar. Bu hali gören ön saftaki askerler arkaya çekildi. Subaylar kızıp bağırarak, askerleri tekmelediler. Ama onlar ön safa geçmediler.

      Başlarında bulunan aptal subaylar merhamet duygusundan yoksundular. Yanlarında bulunan iri Alman çoban köpeklerini gençlerin üzerine saldılar.

      Köpeklerin saldırdığı ve ısırdığı gençler farkında olmadan elleriyle yüzlerini kapatarak, sırtlarını coplara uzatarak askerlerin arasından koşmaya başladılar. Kısa boylu bir genç koşarken düştü. Peşinden yetişen Alman çoban köpeği onun giysilerini parçalamaya, her yerini ısırmaya başladı.

      Yerde çırpınan genç çığlıklar atarak yalvarıyordu:

      “– Ağabeyler! alın şu köpeği üzerimden! Ağabeylerim benim!”

      Ama o subaylar ve askerler bu çığlığa hiç önem vermediler.

      “Evet, gençler, bu bir kanlı hareket oldu,” diyen saçları dik, yaşı otuzlarda olan esmer adamı ve yanındakilerin hepsini hapse attılar. Demir kapı “güm” diye kapatıldığında işkence edilenlerin hiçbiri kendisine gelememişti.

      Gerçekten kendilerini toparlayamadılar. Bunların hepsi ama hepsi kaşla göz arasında oldu.

      Bütün bu olanlar Haknazar’a kötü bir rüya gibi görünmüştü, bir kâbus gibi… Neredeyse kendi gözlerine inanmayacaktı. İnsanların hiç konuşturulmadan, köpekçe dövüldüğünü kim, nerede, nasıl görmüştü ki…

* * *

      Biri inledi. Köşede, dizlerinin üstüne çökmüş olan gençti inleyen. Yanında oturan ona baktı. Sonra üzüntülü sesle sordu:

      “-Sağ kolu burkulmuş. Gençler, ne yapmak lâzım?”

      Başka biri çaresizce konuştu:

      “– Kapıyı çalıp söyleyelim şu köpeklere. Acili çağırsınlar.”

      Yanında oturan esmer genç:

      “-Toparlanmamıza bile fırsat vermedi,”dedi.

      Ardından oradakilerin arasından geçti. Demir kapıyı çaldı.

      Dışarıdan kaba bir ses duyuldu:

      “-Ne var? Ne istiyorsun?”

      “-Adam ölmek üzere, doktor lâzım!”

      Çok geçmeden soruşturma, teftiş başladı. İçeri giren asker yaralı gencin üzerini aradı. Yanında yazı yazmakta olan iri kafalı şişman subay da soruları peş peşe dizdi:

      “-Soyadın?”

      “– Şıgayev.”

      “– Adın?”

      “– Haknazar.”

      “–

Скачать книгу