Çolpan. Naim Kerimov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çolpan - Naim Kerimov страница 22

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çolpan - Naim Kerimov

Скачать книгу

istikametinde de işler aynı şekilde hararetle devam etti. Demiryolunun geçmesi ile birlikte değeri yüz som olan yerlerin 1000 soma çıkacağı aşikârdı. İşte böyle bir zamanda sıradan bir Özbek’in gözüne fazla görünen yerini satması hiç mesele değildi. Bu münasebetle “Sadâ-yı Fergana” gazetesinin 18. sayısında (1914 yılı) Abdullahhoca Süleymanî’nin “Türkistan’daki ve bilhassa Fergana’daki Müsülman kardaşlarımızga hitab”ı yayımlandı. Bu “Hitab”ın yazarı, “Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin redaktörü olan Ubeydullah Hocayev’dir. Ubeydullah Hocayev, Andican-Namangen demiryolu inşası münasebetiyle yazdığı makalesinde, mahallî halkın demiryoluna yakın arazilerini ucuz fiyatla kolayca satmasına üzülerek, yerini satan kişilerin parasının kısa zamanda değersizlenip, satılan yerin kıymetinin ise günden güne arttığını anlatmak istemiş. Çolpan bu gazetenin 25. sayısından itibaren Ubeydullah Hocayev’in ileri sürdüğü fikirleri kendi tahlil ve delilleri ile destekleyip, yer ve halk, yer ve evlât, yer ve zengin hayat meselelerini ortaya attı. “Vatanımız Türkistan’da Temir Yollar” adlı bu makalesinde, vatandaşlarını dikkatli olmaya ve paraya kapılmamaya davet ederek, şöyle yazdı:

      “Zamanımız öyle bir zamandır ki, hayat ile rekabet etmek ve maişet zulmünden kurtulmak için elde yer olması gerekir. Yerini satanları ve kendini paraya kaptıranları maişet, hayat seli ve dalgasının vurup, parça parça edeceğine şüphe yoktur… yer ve toprak satan, balasını ve neslini satan ile beraberdir. Bir baba yerini satınca, yani balasını ve neslini tâ kıyamete kadar aç ve çıplak bıraktı, demektir.”

      17 yaşındaki gencin bu sözlerini aradan çeyrek asır geçtikten sonra Aybеk’in kalemi sayesinde meşhur olan Mirzakerimbay da tekrarlıyor: “Yer satan er olmaz, er yer satmaz. İşte bu sözün sırrını idrak et, yeğen.”

      Çolpan’ın kendisi, bu söylediği sözün sırrını idrak edip, şöyle diyor:

      “Vatan toprağı öyle bir anadır ki, bunu hor kıldık, bizim kendimizin de hor olacağımız aşikârdır… Sonra pişman olmanın faydasız olduğu hepimize malûmdur. Hiç olmazsa, Abdullah efendi gibi nümûne gösterici fedakâr tüccarlarımızdan ibret alıp, vatanımızın zenginliğini, ticaretimizin faydalarını yabancıların cebine atmadan ve vеrmeden, kendi cebimize almamız gerekir…”

      Bu, 17 yaşındaki Çolpan’ın kendi halkına, kendi vatanına olan muhabbet koşuğudur.

      Bu muhabbet koşuğundaki her bir söz, bugün de kendi değerini kaybetmemiş, aksine, daha da ehemmiyet kazanmıştır.

      Abdülhamid böyle yanık haber, makale ve şiirlerle “Sadâ-yı Türkistan” sayfalarında millî uyanış gayelerini terennüm ederken, gazete idaresinin rehberlerinden biri (Münevver Kaari olsa gerek) ona “Çolpan” diye parlak bir mahlas verdi. Bu mahlas, genç sanatkârın da hoşuna gider. Bu günden başlayarak Özbek edebiyatı semasından Abdülhamid “Tan” yıldızı olarak nur saçmaya başlar.

      Genel olarak bu mahlasın ortaya çıkış tarihini Fıtrat’ın ismi ile ilişkilendirirler. Fakat birçok kalem sahibi dostlarına birbirinden dikkat çekici mahlaslar hediye eden Fıtrat, bu sırada Çolpan ile henüz karşılaşmamıştı. Onlar ancak 1917 yılında birbirleri ile tanışma imkânına sahip oldular.

** *

      Her şair ve yazar sanat meydanına girerken, “Edebiyat nedir?” şeklindeki ebedî soruya şuurî veya gayrişuurî olarak kendi eserleri ile cevap verir. Bu durum, Çolpan’dan önce de, sonra da mevcuttu. Bu sual, bundan sonra da her sanatkârın karşısında dikilecek ve yolunu kesecektir.

      Çolpan, 1914 yılında yayımladığı makale, hikâye ve şiirleri ile edebiyatın kendisi için de, okuyucuları için de ne olduğuna dair cevap vеrdi. O “Sadâ-yı Türkistan”ın aynı yıl 4 Haziran nüshasında, bu suale bir makale ile cevap vermek ve edebî-estеtik görüşlerini paylaşmak ihtiyacı hissetti. Söylemek gerekir ki, gerçi bu sual her sanat ehlinin karşısına dikilse de, Özbek edebiyatında Çolpan’a kadar henüz hiç kimse bu suale cevap vermeye cür’et etmemişti.

      Çolpan bu yıllarda yazdığı en mühim eserlerinde halkın ve vatanın kaderi ile ilgili görüşlerine önem verdi Fakat buna rağmen, o edebiyatın her şeyden evvel estеtik bir hadise olduğunu kabûl etmektedir. Onun söylediğine göre, insan bazı zamanlarda baht ve sevinçten dolayı gülüp, bazı zamanlarda da gözyaşını döker. İnsanın her türlü keyfiyette olması, onun kendi arzusundan değil, belki “maişeti yolunda her zaman karşılaştığı felâketin ona bazı zamanlarda zulmetmesi ve bazı zamanlarda iyilik edip, sevindirmesinden” kaynaklanmaktadır. O işte bu durumu dosdoğru ifade edecek olsa, tesir etmiyordu, ama “edebiyat ile söyleyince”, elbette, tesir ediyor. Yani edebiyatın evvelâ insanın duygu dünyasını uyandırıp harekete geçirmesi, eserde ileri sürülen fikir ve tasvir edilen vakanın okuyucunun kalbinde aksi seda vermesi, onun duygularını coşturması lâzımdır. Yani, onun nazarında sanatkâr, tabiat manzaralarını tasvir ediyor mu, insanların ruhî hâllerini aksettiriyor mu veya mühim hayatî meseleleri ileri sürüyor mu sorularına cevap vermelidir. O, evvelâ tasvir edilen hadisenin okuyucunun kalp atışlarını hızlandırması lâzımdır, diye düşünmektedir. Ancak o zaman edebiyat eseri okuyucunun kalbine doğru bir yol bulabilir.

      Çolpan’ın estеtik görüşlerinin makalede tecessüm eden ikinci mühim tarafı, edebiyatın cemiyetteki yeri ile daha doğrusu cemiyetin, halkın edebiyata olan münasebeti ile ilgilidir:

      “Hiç durmadan hareket eden vücudumuza, tenimize su ve hava ne kadar zarurî olursa, maişet yolunda her türlü kara kirler ile kirlenen ruhumuz için de edebiyat bu kadar gereklidir. Edebiyat yaşarsa, millet yaşar. Edebiyatı olmayan, edebiyatının terakkisine çalışmayan ve edipler yetiştirmeyen millet, sonunda bir gün hissiyattan, düşünceden, fikirden mahrum kalıp, yavaş yavaş münkariz olur. Bunu inkâr etmek mümkün değildir. İnkâr eden millet, kendisinin inkırazda olduğunu ilân etmiş olur.”

      Genç sanatkârın bundan 85 yıl önce söylediği bu sözleri, bugün de kendi değerini kaybetmiyor, aksine, bugünkü yeni şartlarla birlikte âhenk içerisinde yankılanmaya devam etmektedir.

      Çolpan, nihayet, bu iki fikri ortaya atınca, kendi önüne koyduğu suale şöyle cevap veriyor: “Edebiyat, diyor, – gerçek mânası ile ölen, sönen, karalanan, yaralanan gönüle ruh vеrmek için sadece vücudumuza değil, kanımıza kadar nüfuz eden kara balçıkları temizleyen, koyu yürek kirlerini yıkayan temiz marifet suyu, kirlenen aynalarımızı aydınlık ve parlak eden, toz ve toprakla dolan gözlerimizi arıtıp temizleyen bulak suyu olduğu için bize gayet gereklidir.”

      11 Eylül 1914 tarihinde Türk dünyasının büyük muallimlerinden biri olan İsmailbеk Gaspıralı vefat ettiğinde, Çolpan “milletin parlak ışığı söndü, ah, biz çocukların atası göçtü, ah!”, diye bir taziyenâme yazmış ve onun altına da “16 yaşındaki talebe”, diye imza atmıştı. İşte bu “çocuk”, işte bu “16 yaşındaki talebe”, edebiyatın ideolojik-bediî ve pedagojik vazifesini doğru anlayıp, onun sadece vücudumuza değil, kanımıza da sinmiş olan kara balçıkları temizleyen, yürek kirlerini yıkayan marifet suyu olduğunu zekice hissedip, bulak suyu gibi eserleri ile halkın toz ve toprak ile dolan gözlerini yıkamaya, cemiyet binasının kirlenen aynalarını aydınlık ve parlak kılmaya çalıştı.

      Şubat İnkılâbı

      Süleyman bezzaz biricik oğlundan tüccar çıkmayacağını anlayınca, onun sonraki kaderinin

Скачать книгу