Bozkurtun Patikası. Abdıreşit Taşov

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bozkurtun Patikası - Abdıreşit Taşov страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bozkurtun Patikası - Abdıreşit Taşov

Скачать книгу

bir patika bulunmaktadır. O, benim patikamdır. Müddetin dolduğu anda, benim patikam ile Yedikayanın birinci kayasına çıkarsın. Oradan ise, bizim Ebediyet mekanımıza bir atlama mesafesi kadar menzilimiz vardır”.

      Akhal ondan “Akbörü nerede” diye sormak istemişti. Ancak, ağzı yerine gözü açıldı. Bir baksa, ne Bozkurt var, ne de magara.

      Sıra sıra dizilerek yatan taşlar, hiçbir şey olmamış gibi, çok rahat duruyorlardı. Gökyüzünde bulunan bulutlar ise, yerlerini değiştirerek, nereleredir bir yerlere gitmişler. Oradaki yamaçta dolunay, ışıldayan, sayılamayacak kadar yıldızların arasından, gecenin karanlığına hükmünü yürütmek ile ışık saçmaktaydı.

      Akhal, bulunduğu yerden kalktığında, ön sağ ayağının olmadığını unutumuş, az kalsın düşmüştü. Kendini ele aldıktan sonra, Bozkurt ile rüyasında geçmiş olduğu yolu takip edip, Aladağa doğru yola koyuldu.

      Aybörü

      Kurtlar için geçerli olan tarza uygun olarak, Akhal gündüzleri barınabileceği korunaklı bir yer bularak, saklanıp yatmaktaydı. Orada bulunduğu süre içinde, sabahları, Kartalın nereden uçup geldigini, akşama doğru ise ne tarafa süzülerek uçup gittiğini dikkatli bir şekilde izlerdi. Karanlık basmaya başladığı anda, gündüz vakti, Kartalın uçarak gitmekte ve gelmekte olduğu yönünde yerleşen yıldızların ışıltılarından ugur alıp, yolunu kat etmeye başladı.

      Üç ayak olmasından dolayı, ayaklarını sürükleyerek yürümekteydi, dağa kadar olan mesafe ise, onun için sonu gelmeyecek bir yol olarak gözükmekteydi. Yazık oldu, bir ayağın eksik olmasına! Dört ayağını yere basabilseydi, Ak-hal yol katetmeyi hiç de dert etmezdi. Zaruriyet olduğu zaman, Onun, bir gecede yüz kilometreden de uzun bir yolu geçmişliği olmuştu. Yazık, o dönemler, kendi ayaklarının kıymetini bilememişti. Yatarken, başını ayağın üzerine değil, ayağını başın üzerine koyarak yatması gerekmiş meğer.

      “Canlı varlıklar öyle bir mükemmel yaratılmışlar ki, onların hiçbir şeyinde ne eksikleri var, ne de fazlalıkları. Her uzvun kendi yeri var. Kuşun bir kanatı olmasa, uçamaz, kuyruğu olsmaz ise inemez. Dahası kuşların iki ayakları var. Eğer bir ayağından mahrum bırakılırsa, onların Allah yardımcısı olsun! Bizim ise dört ayağımız var. Birisi eksik olsa bile üç ayakta yürüyebiliyorus. Buna da şükür ediyorum!”

      Akhal, yedinci geceyi de yolda geçirdikten sonra, bir sonraki günün sabahı, göge kadar yükselmekte olan dağların sıra sıra uzayıp gidişini, tepelerinin üzerlerinin beyaz karlar ile kaplanmış olduğunu gördü. Ona yaklaşmış olduğunu sandı. Ancak, yaklaştıkça dağ uzaklaşmakta ve daha da yükselmekteydi.

      Nihayetinde, dağa kadar ulaştı. Araya araya Kartalın yuvasının yerleşmekte olduğu kayayı buldu. Aşağıda ise, önünde büyük taş olan eski magara gözükmekteydi.

      Magaranın içi karanlıktı. Taze etin kokusu burnuna geldi. Ancak o zaman, günlerdir aç kalmış olduğunu anlayabildi. Epey gündür aç dolaşmakta olduğunu anladı. Yassı taşın üzerinde dağ koçunun bir budunu gürdükten sonra imreniverdi. Ne kadar yemek istese bile, Akhal ona dokunmamak için kendisini tuttu. O, hiçbir zaman, kendisinin avladığı avdan başka av yememişti.

      – Yiyebilirsin, o senin için – diye ses duydu.

      – Sen kimsin?

      – Ben – Aybörü. Senin kısmetin. Bozkurt, seni, burada beklemem gerektiğini tembihleyip gitti.

      Magaranın içi biraz olsun aydınlanmış gibi oldu. Ak-hal, magaranın derinliğine baktığında, güzel bir kurdun kendisine baktığını, ancak o zaman görebildi.

      – Nesilbaşımız Bozkurda, Yüce Tanrının lütfu olsun!

      – Evet, hepimize birlikte olsun! – diye, Aybörü magaranın derinliğindeki geçitten geçerek, ileriye doğru gitti.

      Akhal, o magarada, Aybörü ile iki yıl beraber kaldı. Onların üç eniği dünyaya geldi. Birisi köpek, ikisi kancık. Erkek kurdun başının arka tarafında üç adet gümüş renkli tüyü vardı. Akhal, onların farkına bile varmamıştı. Aybörü ise, günlerin birinde, o tüyleri yalayarak:

      – Görüyor musun? Sende bir tüy var ise, senin mirasçında üç tüy var – dedi.

      – O, üç kıtanın kurtlarının önderi olur. Bunun ise, zamanı geldiğinde beş adet gümüş renkli tüyü olan mirasçısı dünyaya gelir.

      – Ya, insan neslinin, bize karşı olan düşmanca tutumu, aynı şekilde devam ederse, o zamana kadar kurtları katledip, neslini tüketmezlermi?…

      – İnsan nesli, kurda verilmiş emanet hayatı alıp, kendi eğemenliği altına soktuğunda, kendisine ait olan gelecekteki hayatının, dağ parçası gibi kısmını kaybedecektir. Onlar, er veya geç, bu gerçeği, idrak etseler gerek?!

      Akhal, başını aşağıya doğru eğdi.

      – Ey, Aybörü! Aybörü! Gerçeği idrak etmek isteyen insan, ilk olarak, gaflet uykusundan uyanmalıdır. Onlar, yarı uyur yarı uyanık halde yaşamlarını sürdürmekteler.

      Aklı başında, bilinç sahibi insanların burunlarının dibinden az ötedekiyi bile görmekte olduklarını sanmıyorum. Durum böyle iken, sen onlardan ne bekleyebilirsin ki?

      – Biz, Bozkurtun aracılığıyla, İnsan nesli ile anlaşabiliriz. İşte o zaman, Gökbörünün, Göktürklere vermiş olduğu davarları da geri alırız. İnsanlar ile de, canlı varlıklar ile de, büyük bir aile misali, uzlaşma içinde birlikte yaşıyabiliriz.

      Akhal, böylesi bir hayatı göz önüne getirmeye çalıştı. Başaramadı. Onun yerine, Kulanlı vadisine, demir kuşa binmiş insanlar geldiklerinde, grup halinde kaçmakta olan kurtları acımasızca katledişleri, sonra ise Çıpar’ın padalyasını eşekli insandan geri alışı, onu kuma gömerek defnedişi göz önünden birer film şeridi gibi geçti. Kalbinin kan aglayarak, erimiş olduğunu hissetti. Lime lime erimiş kalbinin bir köşesinde, belirsiz bir korku belirdi. Diğer bir köşesinde ise, onun peşinden gelen kurtları katleden insanlara karşı nefret duygusu uyandı.

      Aybörü onun içinde bulunduğu durumu anlamış gibi ona şöyle dedi:

      – Nasıl da kurtlar birbirinden farklıysa, insanlar da o kadar bir birinden fasrklıdırlar. Birisi merhametliyse, diğeri – vurdumduymazdır. Birisi akıllıysa, diğeri – ahmaktır. Birisi cesurdur, birisi – korkak. Kimisi güyçlüdür, kimisi – cansız. Bazısı tokgözdür, bazısı açgöz. Ama, gelecekte herşey çok güzel olacak.

      – Nasıl?

      – Ne zaman ki, insanlar merhametsizlik neşterinden kurtulup, ahmaklığın çamurundan, korkaklığın pisliğinden, cansızlığın dışkısından, açgözlük belasından arınmayı başardıkları zaman, herşey kendi rayına oturacaktır.

      – Böyle olacağını nereden biliyorsun?!

      – Bu kadarını da bilemeyeceksem, bana Aybörü mü diyecekler?

      – Bana bir şeyi söylesene! Sen, gerçekten de Aydan mı geldin?

      – Ben,

Скачать книгу