Bostan. Şeyh Sadi Şirazi

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bostan - Şeyh Sadi Şirazi страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Bostan - Şeyh Sadi Şirazi

Скачать книгу

Bir Âlim ile Hikâyesi

      Kızılarslan, sarp bir kaleyi zapt etti. Öyle kale ki, Elvent Dağı ile boy ölçüşürdü; kimseden korkusu, bir şeye ihtiyacı yoktu. Yoluna gelince, gelin hanımların zülfü gibi, büklüm büklüm idi.

      Bu kale, nadir bulunur bir bahçenin üzerinde idi. Sanki lacivert bir tabak içinde bir yumurta idi.

      İşittim ki, huzura mübarek bir zat, uzak yoldan, şahın yanına gelmiş, dolaşmış, hünerli gayet fasih, iş bilir, hakim, güzel konuşur, çok bilen birisi imiş.

      Kızılarslan, ona sormuş: “Çok yerler gezmişsinizdir. Böyle muhkem bir kaleyi nerede gördünüz?”

      O zat gülmüş: “Hoş kaledir.” demiş. “Fakat bence muhkem değildir. Senden evvel birtakım kudretli padişahların ellerine geçmedi mi? Onlar burada bir zaman oturup sonra bırakarak gitmemişler mi? Senden sonra da diğer padişahların ellerine geçmeyecek mi? Senin ümidinin ağacından onlar da yemiş yemeyecekler mi?”

      Pederinin zamanını, saltanatını yâd eyle de gönlünü teselli et. Felek pederini bir köşeye öyle oturttu ki bir pula hükmü geçmez oldu. Her şeyden, herkesten ümidini kesince, Cenabıhakk’ın lütfuna bağlandı.

      İyi düşünen insanın yanında dünya çer çöp gibi değersizdir. Çünkü her zaman başka kimseye mekân olmuştur.”

      Hikâye

      Acem ilinde bir meczup, Kisra’ya şöyle demiş: “Ey Cem mülkünün vârisi! Eğer saltanat, taht Cem’e kalsaydı, sana nasıl nasip olurdu?

      Karun’un bütün hazinelerini ele geçirsen ancak bağışladığın kısmını götürmüş olursun; kalanı burada kalır.”

      Ne zaman ki Alparslan canını, onu vermiş olan Allah’a verdi; şahlık tacını oğlunun başına giydirdiler onu da tahtından alıp toprağa gömdüler.

      Evet, dünya felaket oklarına nişangâh olduğu için oturup duracak yer değildir. Buraya gelen kalmaz, gider.

      Alparslan’ın oğlu tahta çıktıktan sonra, bir gün, ata binmiş gidiyordu. Bir akıllı divane onu gördü, şöyle dedi “Baş aşağı olası, yıkılası. Bu dünya saltanatı ne tuhaf şeydir. Babası gibi, oğlu da ayağı üzengide (gitmek üzere). Dünya böyledir, çabuk geçer. Zaman vefasız, sebatsızdır. İhtiyar birisi gününü bitirince bir talihli, beşikten başını kaldırır.”

      Cihana gönül verme ki, sana yabancıdır. Çalgıcıya benzer. Her gece başka bir evde geceler.

      Her gece başka birisinin koynunda yatan kadın, dilber de olsa aşka, gönül vermeye layık değildir.

      Bu yıl, köy senin iken iyilik yap; çünkü gelecek yıl köy başkasının olacaktır.

      Bir hakim, Keykubad’a: “Saltanatına zeval ermesin.” diye dua etti.

      Büyük bir zat bu duaya kusur buldu: “Hakim olan zatın böyle söylemesine şaşarım. Dediği şey muhaldir. Hakime yaraşmaz bir sözdür. Feridun gibi, Dahhak gibi, Cem gibi Acem şahlarından hangisinin saltanatına zeval ermemiştir? Kimse burada ebedî kalmıyor. Kalmayınca bunu istemek manasızdır.” dedi.

      Duayı etmiş olan hakim cevap olarak şöyle dedi: “Hakim olanlar akla, fikre, mantığa uymaz söz söylemezler. Ben o duayı ettimse onun için ebedî ömür istemedim; hayra muvaffak olmasını temenni ettim. Eğer padişahımız âbid, salih yaşar; doğru yolu bilir, hak sözü işitirse, bu dünya mülkünden yüz çevirince, otağını öbür mülkte kurar. Şu hâlde padişahımın saltanatı zevale uğramamış, belki bu âlemden öbür âleme intikal etmiş olur.”

      Bir padişah, âbid ise ölümle onun bir şeyi eksilmez.

      O öbür dünyada da padişahtır.

      Hazinesi, fermanı, ordusu, şevketi, şanı olan, her istediğini elde eden, güzel yaşayan bir padişah, eğer iyi huylu ise o her zaman mesut ve bahtiyardır. Eğer fakirlere karşı zalimane hareket ederse süreceği sefa ancak bu yaşadığı üç beş güne münhasır kalır. Firavun, kötülüğü bırakmadığı için mezarının başına kadar saltanat sürebildi.

      Gör Padişahının Hikâyesi

      İşittim ki, Gör padişahlarından birisi, zor ile köylünün eşeklerini angaryaya tutturdu. Zavallı eşekler yem verilmediğinden, ağır yükler altında bir iki gün içinde telef olurdu.

      Kendisini beğenen bir alçağın evinin damı, başkalarının damından yüksek ise aşağı damlara işer. Süprüntü atar.

      İşittim ki, o zalim padişah bir kere av için şehirden dışarı çıkmış; bir av görmüş, atını dörtnala sürmüş; bu süratle akşam olmuş; yanındaki insanlardan uzak düşerek yalnız kalmış. Yol iz bilmediği için şaşırmış. Nihayet bir köy görerek oraya inmiş.

      Köyde insan tanır, adam sarrafı eski hocalardan bir ihtiyar varmış. Çocuğuna şöyle diyormuş: “Oğlum, yarın şehre gideceksin, ama sakın eşeği beraber götürme. Yayan git. Çünkü taht üzerinde değil, tabut üzerinde görmek istediğim şu uğursuz, bedbaht padişah, şeytana kul olmuş, beline kul kemerini bağlamış; zulmünün elinden halkın feryadı göklere yetişmiştir. O günahkâr, pis, murdar herif gebermedikçe, cenazesinin arkasından lanetler savrularak cehenneme gitmedikçe; şu koca iklimde onun yüzünden kimsenin gözü rahat, huzur, ferah görmeyecektir.” (Senin de eşeğini zapt edeceği muhakkaktır.)

      Çocuk şöyle dedi “Muhterem babacığım yol uzak, hem çetin; yayan gidemeyeceğim. Fakat eşeği vermek de istemem. Aklın fikrin fazla, reyin parlaktır. Bir çare bul. Hem eşeği götüreyim hem de almasınlar.”

      Baba biraz düşündükten sonra, şöyle dedi: “Buldum oğlum buldum: Eline bir taş al; hayvanın başına, koluna sırtına birkaç kere vur. Başı, kolu kanasın; sırtı yağır olsun. Böyle yapacak olursan padişah böyle eşeği beğenmez. Ben bu çareyi Hızır Aleyhisselam’dan öğrendim. Sana vakasını anlatayım: “Vaktiyle bir zalim padişah vardı. Denizde gördüğü gemileri gasp ederdi. Hızır Aleyhisselam, Musa Aleyhisselam ile arkadaş olarak bir gemiye bindiler. Gemici bunları sevdi. Bunlardan gemi ücreti almadı. Biraz açılınca Hızır Aleyhisselam bir balta buldu. Geminin orasını burasını balta ile kırdı; gemiyi çirkin bir hâle getirdi. Sonra, zalimler o gemiyi çevirdiler; fakat beğenmediler, bıraktılar. Gemi yoluna devam etti. İşte Hızır, zahirde fenalık gibi görünen o işi, geminin selameti için yapmıştır.”

      Çocuk, babasının emrine itaat etti. Bir taş aldı. Zavallı eşeği iyice dövdü. Eşeğin kolu, kanadı kırıldı; ayağı topalladı (Bu, birinci vakadır.).

      Çocuğun babası eşeği bu hâlde görünce: “Oğlum, işte maksat hasıl oldu. Şimdi istediğin yoldan gidebilirsin.” dedi.

      Bunun üzerine çocuk, topal eşekle kervana katıldı. Fakat eşeğe acıyor, padişaha ağzına gelen küfürleri savuruyordu.

      Oğlan yola çıktı, babası köyde kaldı. Adamcağız yüzünü göğe tuttu: “İlahi, doğruların seccadesi için olsun, bana şu zalimin kahra uğradığını görecek

Скачать книгу