Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 21

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safahat - Mehmet Akif Ersoy

Скачать книгу

target="_blank" rel="nofollow" href="#n307" type="note">307

      Her çocuk bir kocaman bayrak edinmiş, geliyor;

      «Yaşasın!» sesleri eflâke kadar yükseliyor.

      Görerek yapma değil hem, ne tabîî etvâr!

      Şu yumurcaklara bak: Sanki ezelden ahrâr!308

      —Bağırın haydi çocuklar…

                                                                                                 – Yaşasın hürriyyet!

      Derken alkış geliyor; sonra da nevbet nevbet,

      Ya Vatan Şarkısı, yahut ona benzer bir şey

      Okunup, her köşe çın çın ötüyor… Hey gidi hey!

      Bir mezarlık gibi dalgın yatıyorken, daha dün

      Şu sokaklarda bu gün dalgalanan rûhu görün!

      – Biz de gitsek azıcık, ağbaba, olmaz mı?

                                                                                                               – Gidin.

      Çok koşup terlemeyin ha! Amanın dikkat edin.

      İki kardeş dalarak lücce-i etfâle hemen,309

      İki dürdâne-i ismet gibi yüzmekte iken;310

      Bakarak arkalarından bu güzel yavruların,

      Döndü birdenbire sîmâsı, duran ihtiyarın.

      Ne için ağladı? Bilmem. Şunu duydum yalınız:

      – Âh bir kerre gelip görse Yemen'den babanız!..

      Kocakarı ile Ömer

      Üstâd-ı necîbim Ali Ekrem Bey'e

      Yok ya Abbâs'ı bilmeyen, kimdi?..

      O sahâbîyi dinleyin şimdi:

      Bir karanlık geceydi pek de ayaz…

      İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

      Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

      Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

      Aradan geçmemişti çok da zaman,

      Az ilerden yavaşça oldu iyân,

      Zulmetin sînesinde ukde gibi,311

      Ansızın bir müheykel a'râbî!

      Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

      Geliyor muttasıl mehîb mehîb

      Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

      Durmadan karşıdan selâmlaştık.

      Düşünürken selâm alan sesini,

      O heyûlâ uzandı tuttu beni:

      Bir de baktım, Ömer değil mi imiş!

      – Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

      – Şu mahallâtı devre çıkmıştım…

      Gel beraber, benimle, üç beş adım.

***

       Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

       Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

      Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak…312

      Şu yatan beldenin huzûruna bak!

      O semâlar kadar yücelmiş alın,

      Çakarak sînesinden âfâkın,

      Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

      Necm-i sâhirde sanki bir hâle!313

      Duruyor her evin önünde Ömer,

      Dinliyor, bî-haber içerdekiler.

      Geçmedik en harâb bir yapıyı,

      Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

      Geldik artık Medîne hâricine;

      Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

***

      Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

      «Açız! açız!» diye feryâd eden çocuklarının,

      Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

      Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

      – Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek…

      Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

      Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri…

      Selâmı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

      Selâmı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.314

      – Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

      – Bugün ikinci gün, aç kaldılar…

                                                                                               – O hâlde, neden

      Biraz yemek komuyorsun?

                                                                     —Yemek mi? Çömleği sen,

      Tirid mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;

      Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

      Ne çâre! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

      – Peki! Senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın…

      Tek erkeğin de mi yok?

                                                                 – Hepsi öldü… Kimsem yok.

      – Senin midir bu küçükler?

                                                           – Torunlarım.

                                                                                    —Ne de çok!

      Adam, Emîre gidip söylemez mi hâlini?

                                                                                                                                         – Ah!

      Emîr’e, öyle mi

Скачать книгу


<p>308</p>

Ahrâr: «Hür» ün çoğulu, serbest adamlar.

<p>309</p>

Lücce-i etfal: Çocuk dalgası.

<p>310</p>

Dür-dâne-i ismet: İsmet incisi.

<p>311</p>

Ukde: Düğüm

<p>312</p>

Sıyânet-i Hak: Hakkın sıyaneti, Allah’ın koruması.

<p>313</p>

Necm-i sâhir: Uyumayan yıldız.

<p>314</p>

Beşûş: Gülümser yüzlü.