Safahat. Mehmet Akif Ersoy

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Safahat - Mehmet Akif Ersoy страница 41

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Safahat - Mehmet Akif Ersoy

Скачать книгу

mel'un gözün altında ayıldım birden:

      Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır…

      Nerde görsem, kaçarım, çiftelidir çünkü katır!

      Hele Osmanlıların nâmı anıldıkça biter;

      Ne eyer kâbil olur sırtına vurmak, ne semer!

      Rusya'dayken beni gördükçe gelir, derdi: «İmam,

      Oku sen yoksa işin… Öldü sizin hasta adam!

      Çıkmıyor vâris-i meşrûu da bizden başka…»

      Beni kaç kerreler ağlattı bu hınzırca şaka!

      Yine lâhavle deyip geçmede kaldım muztar;

      Çünkü altüst olacak bunca tasavvurlar var…

      İşte hülyâlarımın canlı yerindeyken, of,

      Nüksedip karşıma çıkmaz mı o illet Moskof!

      Gözlerim çoktan açık olması, derdim: Kâbûs…

      İyi amma nereden bitti bu kurnaz câsûs?

      Ayak üstünde dikilmiş gözümün tâ içine

      Bakıyor, hem de o şimşek gibi gözlerle yine!

      – Çelebim, gel bakalım, gel!.. Dikilip durma, çay iç!

      Hasta canlandı, ne dersin? Bunu ummazdın a hiç…

      Kahraman milleti gördün ya: Biraz silkindi,

      Leş yiyen kargaların sesleri birden dindi!

      Eski sevdâları kâbilse, unutsun Ruslar…

      – Ne dedin? Anlamadım! Hey gidi hülyâcı Tatar!

      Kahraman milleti gördün… dediğin Türkler mi?

      Sana söylersem eğer, şimdi düşündüklerimi,

      Ebediyyen bu hayâlâta vedâ eylersin.

      – Ya senin votkacılardan mı hayır beklersin?

      – Hasta canlandı, o iş bitti! diyorsun; heyhât!

      Olamaz böyle sefîl ümmet için hakk-ı hayât.

      Duyulan nağme-i hürriyet onun son nefesi;

      Yaşamaz yoksa, emin ol ki, bu barbar çetesi,

      Medenî Avrupa’nın dâmen-i irfânında;

      Asya’nın belki o kumluk Arabistan’ında,

      Lâşe hâlindeki bir devlete vardır medfen…

      Anlıyordum ki: Herif çatlayacak ye’sinden.

      İntikâmın olamaz böyle müsâid sırası,

      Diye, nerdeyse bulup hasmımın artık yarası,

      Başladım deşmeye. Lâkin bu cedel başlayalı,

      Dinliyormuş bizi şâhin gibi bir Afganlı.

      Vâkıâ Rusça konuştuk, yine külhâni, fakat,

      Seslerin tavrına çoktandır edermiş dikkat.

      Çay semâverlerinin hepsini birden yıkarak,

      Rus’u gırtlaklayıvermez mi? «Aman, etme bırak!»

      Demeden, şaşkını yağmur gibi ıslattı hacı!

      Ne tuhaftır ki: Zuhûr etmedi bir dâvâcı.

      Etse zâten ne çıkar? Hak zıpırındır; yalınız

      Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü cılız!

      Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, pazar

      Nâ’radan çalkanıyor! Öyle ya… Hürriyyet var!

      Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş… Doğru:

      Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru.

      Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının;

      Kafalar tütsülü hülyâ ile, gözler kızgın.

      Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden,

      Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden!

      Zurnalar şehrin ahâlîsini takmış peşine;

      Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine!

      Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli;

      En ağır başlısının bir zili eksik, belli!

      Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.

      Dinliyor kaplamış etrâfını yüzlerce hödük!

      Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak…

      – Yaşasın!

                            – Kim yaşasın?

                                                                    – Ömrü olan.

                                                                                                     – Şak! şak! şak!

      Ne devâirde hükûmet, ne ahâlîde bir iş!

      Ne sanâyi', ne maârif, ne alış var, ne veriş.

      Çamlıbel sanki şehir: Zâbıta yok, râbıta yok;

      Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vâsıta yok.

      «Zevk-i hürriyyeti onlar daha çok anlamalı…»

      Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı!

      İlmi tazyîk ile tâlim, o da bir istibdâd…

      Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen âzâd!

      Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan…

      Sahneden sahneye koşmakta bütün şâkirdan.

      Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa,

      Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa,

      Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli;

      Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli.503

      Dalkavuk devri değil eski kasâid yerine,504

      Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine!

      Türlü adlarla çıkan nâ-mütenâhî gazete,

      Ayrılık tohmunu bol bol atıyor memlekete,

      İt yetiştirmek için toprağı gâyet münbit

      Bularak, fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it!

      Yürüyor dîne beş on maskara, alkışlanıyor,

      Nesl-i hâzır bunu hürriyyet-i vicdan sanıyor!

      Kadın, erkek koşuyor borç ederek Avrupa'ya…

      Sapa düşmekte sizin şıklara, zannım, Asya!

      Hakka tefvîz ile üç tane yetişmiş kızını;505

      Taşıyanlar bile varmış buradan baldızını,

      Analık ilmi için Paris'e, yüksünmeyerek…

      Yük ağır, ecri de nisbetle azîm olsa gerek!

      Şüphesiz yıktı o hulyâları meşhûdâtım…

      Ama ben kendimi bir müddet için aldattım:

      Galeyandır… Galeyan geldi mi kalmaz mantık…

      Su

Скачать книгу


<p>503</p>

Muzmer: İnsanın içinde gizlediği şey.

<p>504</p>

Kasâid: Kasideler.

<p>505</p>

Hakka tefvîz: Allah’a havâle.