Turfanda mı Turfa mı?. Mizancı Mehmed Murad

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Turfanda mı Turfa mı? - Mizancı Mehmed Murad страница 15

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Turfanda mı Turfa mı? - Mizancı Mehmed Murad

Скачать книгу

ömrü boyunca Mansur’u birçok defa hayallerinin dünyasına dahil etmişti. Gerçi hatırlama şekli Mansurca pek arzu edilir bir şey değildi. Çünkü her vakit Mansur’un hayalini Zehra’nın düşünce âlemine sevk eden kuvvet, hırs ve düşmanlıktan başka bir şey değildi.

      Fakat –belki zihninde bu kadar yer etmesinden dolayı olmalıydı ki– Mansur, herkesten çok Zehra için dikkat çekici oldu. Zehra, Mansur’u iyi görmeye hazır değildi. Tersine ne kadar fena ve aşağı görmüş olsa o kadar memnun olacaktı. Zira hâlâ mevcut olan çocukluk rekabeti buna sebepti.

      Zehra, vaktiyle mecburi ayrılıktan sonra, tekrar karşılaşmaları hâlinde düşmanının önünde küçük düşmemek kesin azmiyle kendisini silahlandırmaktan bir an geri kalmamıştı. Karşılaştıkları esnada kendisini Mansur’dan ne kadar büyük görürse, kalbinde o kadar bir haz, bir zafer şanı hissedecekti.

      O karşılaşmayı kader şimdiye kadar geciktirmişti.

      Bu gibi duygulara kapılmış olan Zehra, salona girerken Mansur’u görünce yüzünde memnuniyet hasıl edemedi. Aksine siyah kaşları hafifçe çatıldı, alnını sanki bir duman bürüdü. Çünkü ilk bakışta Mansur’u her bir tahminin üstünde büyük ve şanlı gördü!

      Ah bu Mansur! Bu o mükemmel kızın kibir ve vakarının yine her vakit önüne dikiliyordu!

      Mansur, Hanımefendi ile görüşürken şaşaladığı ve kendisiyle Sabiha’nın nazik tavırlarına karşılık vermekte kusur ettiği vakit, Zehra’nın yüreğine sanki biraz su serpildi. Bencilliği, “Kabuğu parlak ise de galiba içi koftur.” demek istedi.

      Fakat her nedense Sabiha’nın serbestçe söze karışması üzerine Mansur’un hayran gözlerini onun güzelliğine çevirdiğini görünce, yüreğinde meçhul bir ıstırap hissetti. Bütün dikkatini Mansur’un yüzüne vermiş bulunan Zehra, en sonra Mansur’un hayranlık bürümüş yüzünde aksine bir değişme gördüğü vakit, yüreğindeki ıstırap hissi kayboldu. Yüreği bundan hazzetti. Lakin Mansur’un Sabiha gibi en parlak bir yıldıza bile aldanmaya hiç meydan vermemiş olan zekâsını görünce ruhundaki kıskançlık yeniden gıcıklandı.

      Tam bu sıradaydı ki, herkesi sarmış olan garip sükûta nihayet vermek üzere İsmail Bey:

      “Zehra Hanım! Hani ya, sen “Mansur Beyefendi ile beraber büyüdüm, okudum.” diyordun? Sende çocukluk ve hele ders arkadaşlığı hâline benzer henüz bir şey göremedik. (gülerek) Boynuna sarılmalı değil mi?” demişti.

      Zehra’nın vücudu görünmez bir titreme içinde kaldı. Mansur’un gözü ise Zehra’yı yalnız şimdi gördü.

      Zehra, Sabiha’dan biraz irice yapılı fakat fevkalade tenasübe sahipti. Sabiha’ya latif, nazik, güzel diyecek bir kalemin Zehra’ya da güzel hem de pek güzel diyeceği şüphesizdi. Lakin güzellikte incelik değil, aksine vakar ve ağırbaşlılık vardı. Can yakıcı, göz kamaştırıcı, saygı duygusu uyandırıcı bir güzelliğe malikti.

      Üzerinde güzelliğini göstermeye özendiğini ilan eden hiçbir alamet yoktu. Düz renkli ince bir yünlüden yere kadar uzun elbisesi ve kalın baş örtüsü ile ilk bakışta pek sade görünebilirdi. Lakin güzelliği ve cazibesi bu sadelik içinde daha ziyade kendisini göstermekteydi.

      Uzunca ela gözleri, kömür gibi uzun kirpiklerinin arasından vicdan temizliğine mahsus bir safiyeti, azim ve zekâyı gösterir bir metanetle ta kalbe nüfuz edercesine pırıl pırıl parlıyordu.

      Kendisine mahcup olduğu bu güzel varlığın önünde kendini affettirme arzusu Mansur Bey’de pek şiddetliydi. Şimdi, işte gözü önünde duruyordu. O garip, huysuz ilkbahar şimdi göz kamaştırıcı zengin bir yaza dönmüştü. İşte fırsattır. Kendini affettirmeli. Kabahatinin yüreğinde açtığı yarayı işaretle af ve merhametine layık olduğunu göstermeli!

      Lakin kabahati tamir kabul eder mi? Şu güzel vücut kadar gelişmeye elverişli olan kültürü önüne bir cehalet seddi çekmek küstahlığında bulunmuştu. Seddin kaldırılması kabil olur mu? Maziyi geri getirmeye imkân bulunur mu?

      Ya o set kendiliğinden kalkmış da, kültürü de vücudu gibi gelişmişse? Ah, o vakit Mansur kendisini ne kadar bahtiyar sayacaktı! Vicdanına baskı yapan o tek ağırlık da ortadan kalkmış olacaktı.

      Mansur, ağabeyce samimiyeti maksada varmak için en kısa bir yol addetti. Kırgınlık sebebini düşündü. Fikrini ayrılık noktasından tamire çalışmak uygun olacaktı. Saçı hatırına geldi. Baş örtüsüne baktı. Altından bir şey göremedi. Kendi kendine, “Kim bilir şu bez parçasının altındaki saç, başını ne güzel taçlandırmış bulunuyor?” dedi.

      Yabancı memleketlerde, dört duvar arasında cemiyetten, hususiyle kadınlardan uzak olarak ömrünü geçirmiş olan Mansur’un, bir Müslüman evinin harem dairesine mahsus adap hududunu birkaç defa tecavüz etmek suretiyle terbiye olunduğu yoktu. Bunun için Zehra’yı bir anda samimi latifeye davet etmek maksadıyla hemen düşünmeksizin hatırına geleni söyleyiverdi:

      “Başındaki örtü o kadar kalın olmasaydı, birbirimize yabancı olmadığımızı ispat edecek bir şahide müracaat edebilirdim…”

      Büyük bir kabahat etmekte olduğunu, söze başlar başlamaz Zehra’nın kaşlarının çatılmasıyla, alnında bir çizgi belirmesinden ve burun kanatlarının kalkmasından anladı. Fakat iş işten geçmişti.

      “Başımdaki bezin kalınlığının sizi korktuğunuzdan muhafaza için olduğunu anlamanız icap ederdi!”

      Şu cevap, boylu boyunca doğrulmuş olan Zehra’nın ağzından hakaretli ve kibirli bir şekilde çıktı.

      Efendi ile küçük bey gülmek istedilerse de muvaffak olamadılar. Sözünün o tarafa çekileceğini hiç hatırına getirmemiş olan biçare Mansur, kıpkırmızı kızararak yalvarırcasına Zehra’nın yüzüne bakmak istedi!

      Yükselip inmekte bulunan göğsünde, kalbinin çarptığını, gurur ve azameti içinde dahi Zehra’nın fevkalade, cazip bir güzelliği bulunduğunu görebildiyse de kendisi için sığınacak bir af noktası göremedi.

      Mansur’un bu hareketi ile layık olduğu cevaptan sonra tabii olarak ortalığa çöken sükût Salih Efendi’yi görüşmeyi kesmeye mecbur etti.

      “Oğlumuza artık kavuştuk. Sonra istediğiniz kadar görüşürsünüz. Bu günlük bize bağışlayınız.” diyerek selamlığa doğru yürüdü. Hanımlar da ayağa kalktılar. Mansur utanarak temenna ettiği vakit hepsi karşılık verdiler. Fakat Zehra’nın bakışıyla el kaldırışında Mansur sanki, “Benden uzak dur, terbiyesiz!” ihtarını anlatmak isteyen bir şey gördüm zannetmişti.

      Selamlığa doğru gelirken, Mansur kabahatini düşünüyordu: “Ben ne demek istedim, bak o nereye çekti? Hâlâ bana düşmanlığı devam ediyor. Hakkı da var ya! Fakat bugün haksızlık etti. Ben saçını kastederek ‘Bu kadar güzel saça karşı söz söylemek gibi büyük bir kabahatim var.’ demek istemiştim. O ise başka bir şey anladı. Hâlâ benim eski terbiyesizliğin aynısını tekrar edebileceğimi zannetti…”

      Biraz düşündükten sonra yine, “Lakin pek büyük terbiyesizlik etmiş oldum. Yetişkin bir

Скачать книгу