Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü. Lütfü Şehsuvaroğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü - Lütfü Şehsuvaroğlu страница 8

Жанр:
Серия:
Издательство:
Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı - Kösem Sultan’ın Yüzüğü - Lütfü Şehsuvaroğlu

Скачать книгу

Leonardo olduğunu biliyordun. Buna rağmen geldin. Madem zoru seçtin, zorluğuna katlanıp belki kahraman olabilirdin. Ama şimdi şu aczin içinde her şeye layıksın. Layığını bulacaksın.

      Ben bunları düşünürken şövalye ayağa kalktı; yine eski ihtişamına kavuşmuştu.

      “Götürün bu adamı buradan ve katıksız üç gün kapatın!” dedi.

      Hemen nereden çıktığı belli olmayan üç gemici yerden doğrulmaya çalışan yaralıyı götürdüler. Giderken de bana öyle bir bakışı vardı ki bugün bile gözlerimin önünde.

      …

      Babam gerçek bir tiyatrocu gibi anlatmaya başladı. Sanki eski Yunan amfilerinde oynuyor, bir yandan da krala bakıyordu. Şu an kral diye baktığı Vasili Baba’dan başka kimse değildi.

      Andronikos’un Katlinin Ardındaki Sır

      Pierre ayağa kalktı, önce kızını alnından öptü sonra Vasili Baba’nın karşısına geçti, eğilip selamladı. Sonra oyununu oynamaya başladı. Anlatıyor anlattıkça da sanki olay anını yaşıyordu.

      “Bizans imparatorluk görevlileri, eski imparatoru ellerinden ve ayaklarından zincirli olduğu hâlde sarayın kapısından çıkardılar. Bir zamanların güçlü imparatorunu böyle aciz ve sefil vaziyette gören halk birden galeyana geldi. Bağırışlar, çağırışlar, lanet okumalar, küfürler yahut çılgın gibi nara atmalar Andronikos’un şaşkın ama yine de gururlu bakışlarında dondu kaldı. Onun hâlâ nedamet göstermediğini anlayan, gururlu yüzünü ve kendilerini yine ezmekte olan ifadesini görenler bir an suskunluktan sonra tekrar içlerindeki nefreti kusmaya devam ettiler. Bazıları korteje doğru atıldı.

      Saraydan çıkarılıp zincire vurulmuş bedenin geçtiği yollarda envaiçeşit hakarete maruz bırakılmasından, binlerce kötü muameleye, işkenceden bile daha aşağılık tecavüzlere uğramasından sonra Yedikule Zindanları’nda akıbetini beklemeye başlaması, şehrin iktidar mücadelesinde yeni bir evrime yol açıyordu. Eski düzen ister istemez tarihin arka koridorlarına saklanıyor, yeni bir düzen hak ve adalet nidalarıyla hâkimiyetini nasıl perçinleyeceğini şimdiden planlıyordu.

      …

      Bizans halkı -kimi meraklı bakışlarla, kimi istavrozlar çıkararak- olanları izliyordu boğazın Avrupa yakasında.

      Bebek kıyılarına getirilip boğazın serin sularına fırlatılan neredeyse işkenceden tanınmaz hâle gelmiş bir ceset, imparatorluk görevlilerinin törensel duruşları eşliğinde suyun içinde sanki canlı imiş gibi dalgalarla boğuşmaya başladı.

      Kıyıda bekleyenlerin şaşkın bakışları arasında dalgaların içine çekip kaybetmesi gereken ceset, ne yazık ki bir türlü boğazın akıntısına kapılıp gitmiyor ve ayaklarına takılan ağırlıkla bir türlü dibi boylamıyordu.

      Dalgalar cesedi sanki kusuyor, kıyıya iade etmeye uğraşıyorlardı.

      Sonunda boğazın dalgaları cesedi kıyıya vurdu. Görevliler bir kez daha iğrendikleri cesedi tekmelerle suya iade ettiler. Fakat dalgalar yeniden onu kıyıya geri gönderdi.

      Dalgaların kıyıya ittiği ceset eski imparator Andronikos’tan başkası değildi.

      İzak imparator olunca devrik imparator yargılanmadan infaz edilmişti. Zira hiçbir mahkeme onu yargılayamaz ve adalet asla tecelli edemezdi. Nefret edilen imparatora cezası hemen baş üstü verilmeliydi. Öyle de yapıldı.

      Önce Bizans’ın meşhur okçuları tarafından zincire vurulmuş hâlde İzak’ın huzuruna getirilen devrik imparator, bir zamanlar Konstantinopolis’te kim varsa ona kan kusturan güç, en aşağılatıcı muamelelere, en melanet işlemlere maruz bırakıldı. Yürütülürken bütün şehir halkı ona hakaretler etti. Yüzüne tükürdü. Yol boyu tokatlandı, tekmelendi. Yeni imparatorun huzurunda da aşağılandı, tokatlandı, tekmelendi.

      Bir kadın, nefreti gözlerinden açıkça okunan ve ellerini bir kerpeten gibi yapmış bir kadın, hınçla devrik imparatorun iki yanında onu sürükleyen askerlere rağmen saçlarından sıkı sıkıya tutup bir avuç dolusu saçını kopardı. Bir başka kadın arkadan alnındaki saçlarını yakalayıp olanca kuvvetiyle çekip kopardı. Kafası geriye doğru kaykılan ve acı içinde kıvranan Andronik’in yukarı bakan yüzünde acısını ifade eden o ağız aralığına önden birisi sert bir yumruk indirdi. Ardından bir başkası taşla vurdu aynı yere. Zavallı adamın bütün dişlerini kırdılar.

      Yine de kalabalık yapılanları yeterli görmüyordu. Daha büyük acıları yaşaması için daha farklı işkence metotları denediler. Onu taşıyanlar bile arada bir iğrenip yere yuvarladılar. Can havliyle iki elini yere açan eski imparatorun o anda sağ elinin üzerine bir balta şiddetle indi. Baltanın keskin tarafı eli parçalamış hızını alamayıp taşa çarpmış ve yerden kıvılcımlar saçılmıştı. Andronik’in bir kolu şimdi vücudunun yanında etrafa kanlar saçıyordu.

      Devrik imparatoru getirip bir sütuna bağladılar. Kolundan akan kanlar sütunun dibini kan gölüne çevirdi. Bir saray görevlisi eskiden imparatoruna ne kadar iğrenç hizmetler yaptığını hatırlayarak kızgın bir şişle gelip efendisinin bir gözünü çıkardı. İmparator o kadar korkunç bir hâle gelmişti ki herkes iğrenerek baktı. Ama hâlâ hiç kimse ona acımıyordu. Bir türlü tatmin olmamışlardı. İçlerindeki öfke, kin, husumet o kadar zirvedeydi ki ne yapsalar onu dindiremiyorlardı. Hiç kimseden bir merhamet nidası işitilmedi. Kimsenin yüzündeki ifade başkalaşmadı.

      O hâlde devrik imparatoru kuleye kapattılar. Tekfur Sarayı’nın (Vlahernes) Anemas Kulesi’ne götürüp zindana tıktılar. Kimse yiyecek ve içecek vermedi. Bir kişi su verecek oldu, bir başkası önceki adam tam kapının mazgalından tası itecekken tekmeyle tası devirdi ve sular etrafa saçıldı. İmparator yerdeki suları yalamaya çalışırken de ona acımadılar.

      Birkaç gün sonra öteki gözünü de törenle çıkardılar.

      Yine ayakları zincirli vaziyette olan sabık hükümdarı zindandan alıp bir uyuz deveye bindirerek şehri dolaştırdılar.

      Bir sokağın başına geldikçe önce binbir hokkabazlıkla devenin üstündeki zatı tanıtıyormuş gibi yapıyorlar, sonra tekrar işkenceye başlıyorlardı.

      Evinden idrar dolu kovasını kapıp gelen biri, bu sokaklarını teşrif eden tek kollu kör adamın başından aşağı onu boşaltıyor, bir başkası nereden bulduğu bilinmeyen bir topuzu kafasına indiriyordu.

      Yerdeki çamuru kapan bir başka Bizanslı, göz bebeği artık olmayan eski imparatorun göz çukurlarına onu sürüyor. Bununla da iktifa etmiyor burun deliklerine tıkıyor arta kalan çamuru…

      Susuzluktan kurumuş dudaklarını artık tükenmiş mecaliyle ancak bir miktar titretebilen, dudaklarını aralayıp da “Ne olur bir damla su!” bile diyemeyen imparatorla dalga geçen birisi “Ne o susadın mı, su mu istiyorsun?” diyerek her türlü pisliğe bulaştırdığı süngeri ağzına sıkıyor…

      Ağzının içine sıkıştırdıkları süngeri zor bela dışarı püskürtebilen rezil imparator, bilincini yitirmek üzereyken onu biraz dinlendirdiler, sonra naçar, bitkin, handiyse bir cesetten farksız bedenini At Meydanı’ndaki

Скачать книгу