Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram - Mikâil Bayram страница 6

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram - Mikâil Bayram

Скачать книгу

devlette Ümeyyeoğullarının iktidarın sahibi olduklarını vurguladılar ve devlet yapısı içerisinde Ümeyyeoğullarından olan veya onlarla uyumlu çalışabilecek insanlara görev verdiler. İşte bu nasyonalist devlet Arap olmayanları dışladı, bu devletin en belirgin meziyeti, asabiyyeci yanı ve Ümeyyeoğullarından olmayanları dışlayıcı tavrıdır.

      Buna karşı Hz. Ali, Emevîlerle mücadele edebilmek için Kufe’ye davet edildi, Kufe o dönemde çok önemli bir İran askeri garnizonuydu. Bu İran garnizonuna mensup olan insanlar Ali’yi bilinçli bir şekilde ve özel bir maksatla oraya davet etmişlerdi. Burada bir iktidar oluşturup Şamlılarla mücadele etmeyi planladılar. Böylece, İslam öncesi dönemdeki Roma-Bizans İmparatorluğuyla Sâsânî İmparatorluğu mücadelesinin yeni bir versiyonunu şekillendirdiler.

      Nitekim henüz o dönemlerde Hz. Ali’nin evlatlarına şah demeye başlamışlardı. Ali’nin oğlu Hüseyin’in hakkını savunurlarken dahi, aslında Hüseyin’in değil de onun eşi olan, son Şah Yezdicerd’in kızı Şehrbânu’nun hakkını savunuyorlardı. Çünkü Hüseyin onlar için damad-ı şehriyârî5 idi ve son şahları Yezdicerd’e varisliğine atıf yapıyorlardı. 1960’larda Bağdat’a gittiğimde, Şiilerin taziyelerinde Hüseyin için “Damad-ı şehriyârı öldürdüler!” nidalarıyla ağıt yaktıklarını kendim görmüştüm.

      10.

      Abbasîler

      Abbasoğulları daha iktidarlarının en başından itibaren İran kökenli seçkinlerin himayesinde hareket etmek zorunda kaldılar. Abdullah es-Saffah’ın Emevîleri kovalaması ve hepsini kılıçtan geçirmesi sırasında yanındaki ordu bütünüyle İranlılardan oluşuyordu, bu askerler çok vahşi sahneler meydana getirmişlerdi. Sonra da bu adam Kufe’ye geldi ve Emevîlere karşı saffahlığıyla (kan dökücü) övündü. Abbasoğullarına bu gücü veren İranlılardı. İktidara geldikten sonra Basra ve Kufe’deki büyük camilerde zaferlerini görkemli şekilde kutladılar.

      Bilahare Bağdat inşa edildikten sonra bu şehri İrani bir usulle dizayn edip tam bir İran payitahtı haline getirdiler. Claude Cahen gibi Batılı yazarlar, Abbasî Devleti’nin başında her ne kadar Arap kökenli bir aile varsa da devletin yönetimi, şehirlerin dizaynı gibi önemli esasların tümüyle İrani usulde geliştirildiğini kaydeder. Nitekim bir süre sonra İran-Sâsânî devlet teşkilatından alınan vezirlik sistemiyle bu etki perçinlendi. İranlı Bermekoğulları bu sistemin kurucusudur.6 Abbasoğullarına kutsiyet vasfının giydirilmesi ve hadisler uydurularak bunun perçinlenmesi, İran etkisinin bir başka önemli boyutudur.

      Yine İran coğrafyasındaki bu çevreler ve Türkler gibi siyasi güç sahipleri, Abbasî halifelerini, bir dönemde koca bir imparatorluk coğrafyasında devletlerin yöneticilerini onaylayan manevi bir otorite olarak algıladı ve bu çerçevede kabullendi. Bu nedenle de örneğin Selçuklu Türkleri Bağdat’a gelip halifeliğin koruyucusu olmakta bir beis görmedi. Samarra’da Abbasîlerin Türklerden oluşan geniş muhafız birlikleri mevcuttu.

      Bu bağlamda, Selçukluların, Abbasî hanedanını koruma misyonuna karşılık, Halife de Tuğrul Bey’e “sultan-ı devle” unvanı verdi, kendileri de “sultan-ı din” unvanını kullandı. Bu düalist anlayış laiklik olarak da nitelendirilebilir. Zeki Velidi Togan’ın da bu ilişkiyi tanımlarken ifade ettiği gibi bu “Türk tipi laiklik”tir. Zaten bazı Avrupalı çevreler de laikliği Doğu’dan aldıklarını kabul ederler, “Doğu Laisizmi” denilirken kastedilen de bu modeldir.

      Abbasîlerde ilk defa en-Nâsır-Lidinillah din ve dünya sultanlığını kendi şahsında birleştirmeye çalıştı, yarım asra yaklaşan uzun iktidarında bunu gerçekleştirmek için gayret etti ve bu yolda fütüvvet teşkilatının yanı sıra, tasavvufi çevreleri de seferber etti. Fütüvvet önderleri ve tarikat şeyhleri Abbasî Halifesi’ne bağlı olarak faaliyet gösterdiler. Bu şeyhlerden birini de kendisine özel sekreter yapmıştı. Meşhur mutasavvıf Şahabeddin es-Sühreverdî tam anlamıyla Halife en-Nâsır’ın bir nevi özel kalem müdürü olarak faaliyet gösterdi. Bu makam vasıtasıyla beldelere şeyhler tayin ediyorlardı. Manevi makamlar için Abbasî ailesince âdeta menşur dağıtılıyordu ve ondan icazet almayan kişi şeyhlik yapamaz durumdaydı.

      Bununla birlikte Abbasîlerin bu dinî yapılanmasına Harezmşahlar itaat etmediler, zira Harezm sultanları “sultan-ı dünya” unvanının kendilerine verilmesini istiyorlardı, bu şekilde çevrelerindeki beylikleri de kendilerine itaat ettirmek niyetindeydiler; hâlbuki Abbasîler artık bu unvanı da kendileri kullanmak kararındaydılar. Bu bağlamda, Abbasî Halifesi en-Nâsır-Lidinillah, Cengiz Han’a elçiler göndererek, Harezmşahlara karşı siyasi ittifak arayışına dahi girdi. Bu şekilde Cengiz Han’ın Harezmşahlar ülkesi üzerine yürümesini de teşvik etti. Bu yüzden, pek çok İslami yazar ve müverrih, Halife en-Nâsır’a lanet yağdırır. Meşhur tarihçi İbn Esir, Moğolların İslam aleminin başına en-Nâsır tarafından bela edildiğini savunur.

      Halife, Şeyh Mecidüddin Bağdadî’yi Muhammed Harezmşah’ı katlettirmek üzere o bölgeye gönderdi, Bağdadî Harezm’e gidince Muhammed’in annesiyle irtibat kurdu; ancak onun bu projesi ortaya çıkarılınca Sultan Muhammed tarafından 1213’te öldürüldü, Sultan’ın annesi de bu komplo nedeniyle cezalandırıldı. Ancak Harezmşah, nüfuzlu Şeyh Mecidüddin’i idam ettirerek bu sefer tasavvuf çevrelerini karşısına almış oldu.

      En-Nâsır’dan sonra gelen halifeler onun kadar başarılı olamadılar; Moğollar birtakım yerleri istila ederlerken Harezmşahları da ortadan kaldırdılar. Cengiz’in torunu Hülagu çok geniş bir devlet kurmak istiyordu, Türklerde de bu anlayış “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi” olarak nitelendirilir. Hülagu bütün Anadolu ve İran’ı zapt etti ama karşısında Abbasî Halifeliği vardı, onu da ortadan kaldırıp Mısır’a geçmeyi düşlüyordu. Bu yüzden de kuvvetlerini topladı ve 1258’de Bağdat kuşatmasının ardından Abbasî Devleti’ni yok edip, Bağdat Halifeliği’ne de son vermiş oldu. Suriye’yi alıp Şam yakınlarına kadar geldi, ancak Memlûk Sultanı Baybars 1260 yılında, Şam’ın kuzeyindeki Ayn Calud’da Moğol akınlarını durdurdu, Moğol Başkomutanı Buğra Han’ı idam etti. Bu savaşın neticesi olarak Hülagu Han Mısır’ı fethetme düşünden geri adım atmak zorunda kaldı. Bu yenilgi, Moğolların o vakte kadar aldıkları ilk ve en büyük hezimetti.

      11.

      İspanya’nın Müslüman Fatihlerce Fethi

      Musa b. Nusayr Kuzey Afrika’da genel valilik görevindeyken bölge halkı Hristiyan Berberilerden oluşuyordu, Musa bu Berberilere İslam’ı anlattı. Kendisi de Hristiyan kökenli olduğu için tebliğ faaliyetleri daha da başarılı oldu ve Berberiler ona büyük bir rağbet gösterdi, İslamiyet Kuzey Afrika’da çığ gibi büyüdü.

      Musa’nın bu faaliyetleri sırasında, İspanya’daki taht mücadelelerinde yenik düşen bir prens Müslümanlardan destek almak amacıyla Musa ile irtibat kurdu. Musa b. Nusayr bunun üzerine bir ordu teşkil ederek Cebel-i Tarık denilen yerden bu orduyu İber Yarımadası’na geçirdi.

      O dönemde Gotlar arasında taht mücadelesi bulunduğu için Tarık b. Ziyad büyük bir başarı elde etti. Tarık, Vizigotlarla savaş alanındayken bir ara ordusu dağılmaya yüz tutar ve askerlerine seslenerek, “Arkanız denizdir, karşınız da düşman; denizde boğulmak yerine düşmanın karşısında ölüp şehit olun.” sözleriyle ordusunu motive edip, yeniden toparladı, düşmanı yenilgiye

Скачать книгу


<p>5</p>

Şah’ın damadı (e.n.)

<p>6</p>

Kanaatimce, ‘vezir’ kelimesi, Arapçadaki ‘vizr’ kökünden değil, Avesta’daki ‘kizir’ (bey) kelimesinden gelmektedir.