Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram. Mikâil Bayram

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram - Mikâil Bayram страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Mikâil Bayram’ın Aynasında 99 Kavram - Mikâil Bayram

Скачать книгу

uydurulan bu sözler Abbasî yanlısı Sünni çevreler tarafından da zevkle kullanılıyordu.

      Sonraki dönemlerde Sünni devlet telakkisi ve zihniyetini sistemleştiren zat, Ahkam-us Sultaniyye ve Edeb-üd Dünya ve’d-Din başlıklı kitaplarıyla, Şafii usul ve esasları içinde halifeliğin siyasi teorisini kuran İmam Mâverdî’dir. Sonradan Edebü’l-Kâdî yazarı Tahâvî de Sünni zihniyet içinde şeriat ve siyasetin usul ve esaslarını belirledi.

      Sünni hadis ekolleri içinde, Kütüb-ü Sitte olarak bilinen makbul altı hadis kitabının yazarları olan Buharî, Müslim, Tirmizî, İbn Mâce, Ebu Davud ve Nesaî gibi âlimlerin hepsi de Horasan kökenlidir ve Samanoğulları Devleti’nin gölgesinde yaşamış insanlardır. Bu hadis âlimlerinin eserlerinde de Şii hadisçilerde olduğu gibi Avesta’dan alıntıların yanı sıra siyasi otoriteyi meşrulaştırmak için uydurulan hadisler de yer almaktadır. Örneğin, son dönemde çokça tartışılan deve sidiğine dair hadis olarak nakledilen sözün aslı, doğrudan Avesta’dan alınmadır. Mehdi ile ilgili hadisler (ki Kütüb-ü Sitte’nin tamamında vardır), hemen hepsi Avesta ve Ardavirafnâme’den alınma rivayetlerdir.

      Bu mesele çok geniş bir konudur. Bir defasında, İlahiyat Fakültesi’ndeki hocalara Ardavirafnâme’yi ve orada anlatılan Zerdüşt’ün miracını anlattım. Bunun üzerine, hadis profesörü olan bir zat, “Bizim Peygamber’imizin miracını kopya ederek Ardavirafnâme’yi uydurmuşlardır.” dedi. Bu eserin MS 230-240 yıllarında yazılan bir eser olduğunu söylemem üzerine “Olsun” diyerek mukabelede bulundu. Bu zihniyette olan insanlara ne anlatabilirsiniz?

      16.

      Tevâif’ül-Mülûk Devletleri ve Abbasîler

      Büyük Selçuklu Devleti ortaya çıkmadan önce İslam dünyasının Hindistan’dan başlayıp Atlas Okyanusu’na kadar uzanan coğrafyasında muhtelif devletlerin ortaya çıktıkları bilinmektedir. Gerçi Emevîler dönemi ve Abbasîlerin ilk döneminde bu iki imparatorluğun siyasi otoriteleri bu geniş alanda hissedilmekteydi. Ancak daha sonra Abbasî Devleti’nin zaafa uğraması ve farklı milletlerin Abbasî coğrafyasında kendilerini hissettirmeleri sonucunda muhtelif devletler teşekkül etti.

      Abbasîler zamanında ilk defa İran’da mahallî bir devlet ortaya çıktı. Bu mahallî devleti kuranlar İranlılardı ve başlarında da Tahir (Kör Tahir) adında bir zat bulunuyordu. Abbasîler döneminde Tevâif’ül-Mülûk denilen devletlerin ilki bu Tahiroğulları Devleti’dir. Tahiroğullarından sonra da başka devletler ardı ardına zuhur ettiler. Kerman ve Belucistan yöresinde Saffarîler, Basra Körfezi çevresinde Karmatîler, Hazar Denizi’nin güneyindeki dağlık bölgede Büveyhoğulları, daha doğuda Karahanlılar, en batıdaki Kuzey Afrika’nın uç bölgesinde Murabıtlar, Mısır’da Tolunoğulları, onların batısında İdrisoğulları gibi devletler bu dönemde ortaya çıkmışlardı. Bütün bu emirlikler Tevâif’ül-Mülûk (Melikler Taifesi) olarak adlandırılmaktaydı.

      Tüm bu devletler görünüşte Abbasî Halifesi’ne bağlı olmakla birlikte, Abbasîler hiçbir zaman bunların üzerinde bir otorite tesis edebilmiş değildi. Zaman zaman bu devletlerin varlığı isyan şekline de dönüşmekte ve Bağdat’ı zor durumda bırakmaktaydı. Büveyhoğulları İsyanı, Mazenderan’daki ayaklanmalar gibi hadiseler bu cümledendir.

      O dönemde İslam dünyasının her tarafına yayılmış bulunan fütüvvet mefkûresine bağlı gruplar mevcut idi. Abbasî halifeleri arasında ilk defa 34. Halife en-Nâsır li-dinillah bu fütüvvet ağlarını kendisine bağlamak suretiyle, yani fütüvvet teşkilatını kullanarak, İslam dünyası üzerinde siyasi ve manevi bir otorite kurmaya çalıştı. 47 sene süren halifeliği süresince de bu politikayı başarılı bir şekilde kullandı. Halife en-Nâsır, fütüvvet hareketini yeniden organize ederek, İslam dünyasını kendisine bağlamaya çalışıyordu. Böylece bir Panislamist düşünce hareketinin liderliğini de yapmak istiyor; bu fütüvvet teşkilatı vasıtasıyla da Tevâif’ül-Mülûk üzerinde otoritesini hissettirmeye çalışıyordu. 47 sene boyunca bunu gerçekleştirmek arzusuyla hareket etti. İslam dünyasındaki bütün şeyhler ve bu şeyhlere bağlı olan müritler Halife Nâsır’ın fütüvvet teşkilatı içinde yer almaya özen gösteriyorlardı.

      Fakat en-Nâsır’ın ölümünün ardından bu fütüvvet teşkilatı zaafa uğradı, zamanla büyük ölçüde etkisini kaybetti. Fütüvvet teşkilatının da zaafa uğraması ve Abbasîlerin güç kaybetmesi sonucu, Fatımîler, Murabıtlar gibi devletler ortaya çıktı. Bunlar, kendilerini Abbasîlerin siyasi otoritesiyle mukayyet görmeyip zaman zaman Bağdat’a meydan okuyorlardı. Bunların başında Maveraünnehir’deki Haremzşahlar gelmektedir, bu emirlik Abbasî Halifeliğini ortadan kaldırmayı da planlamaktaydı. Tam bu dönemde, Selçuklular zuhur etti. Selçuklular, Abbasî Devleti’nin bu devletlere karşı siyasi ve askerî himayesini üstlendiler. Bundan sonra Abbasî Halifeliği Selçukluların gölgesinde varlığını sürdürmeye başladı. Buna karşılık Mısır’da Fatımîler, halifeliklerini ilan ederek Mısır ve Kuzey Afrika’yı Abbasî Hilafeti’nden ayırmış oldular. Endülüs’te Emevî ailesinden Abdurrahman da halifeliğini ilan ederek Abbasîlere rakip konuma geldi. Bu şekilde, İslam dünyasında aynı anda üç ayrı halifenin hüküm sürdüğü bir dönem yaşandı.

      17.

      Abbasîler ve Eski Yunan Felsefesi

      Maveraünnehir bölgesinde kuvvetli olan Mu’tezile düşünürleri, antik Yunan felsefesine hâkim olan Süryani ilim adamlarıyla da yakın ilişkideydi. Bu ilim adamları, Aristo, Platon gibi eski Yunan filozoflarının eserlerini Süryaniceye çevirmiş, bilimsel mahfillerde dillendirirlerdi. Özellikle İslam’dan hemen önce Anadolu’ya sefer düzenleyen İran Şahı Nuşirevân, dönüş yolunda Suriye ve Mezopotamya tarafından çok sayıda Süryani âlimi de yanında İran coğrafyasına getirmişti. Hatta Cündişapur denilen yerde büyük bir medrese kurarak buraya Süryani ilim adamlarını hoca olarak tayin etmişti.

      İslam döneminde de Abbasîler bu faaliyetleri tevarüs ettiler, bilhassa Harun Reşid’in oğlu Me’mun, felsefeye ve eski Yunan filozofların düşüncelerine ilgi duyan bir hükümdardı. Bu dönemde Süryanilerin çeviri faaliyetleri vasıtasıyla eski Yunan felsefesi İslam dünyasına da giriş yapmıştı. Me’mun zamanında, Mısır’da Zünnun el-Mısrî neo-Platonist felsefenin öncüsüydü, ancak sihir vb. suçlamalarla yönetime şikâyet edilmişti. Me’mun, Zünnun’u Bağdat’ta celbetti ve kendisiyle bir süre sohbet etti. Sonuçta, Zünnun’un bir fikir adamı olduğunu ve suçsuz bulunduğunu anlayıp kendi memleketine geri yolladı. Keza Halife Me’mun, dinleri hakkında kendisine bilgi vermeleri için İranlı din adamlarını da huzuruna davet etmiş ve onları dinlemişti. İranlı din adamları Mecusîliği anlatan, Avesta’dan hazırladıkları bir özet raporu Halife’ye ayrıca takdim etmişlerdi.

      Me’mun, antik Yunan felsefesine duyduğu ilgiyle, Bağdat’ta bir tercüme akademisi kurdu, burada görevlendirdiği âlimlerin büyük kısmı Süryani’ydi. Beyt’ül-Hikme de denilen bu akademi kanalıyla çok sayıda antik eser Arapçaya çevrildi. Me’mun, bu faaliyetlerin sonucunda Mu’tezile mezhebini devletin resmî görüşü olarak vazetti. Bu dönemden sonra Abbasî Devleti’nin teşkilat yapısı içerisinde önemli Mu’tezili âlimleri görevlendirdi. Meşhur edip Cahız, Nezzam, İbn Cübeyr bu cümleden zikredilebilecek önde gelen Mu’tezilî fikir adamları arasındadır. Mu’tezile mensupları bir süre sonra Süryanilere bağımlı kalmadan Yunancayı da öğrenip eski Yunan filozoflarını müstakilen Arapçaya

Скачать книгу