Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı. Ahmet Cevdet Paşa

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı - Ahmet Cevdet Paşa страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı - Ahmet Cevdet Paşa

Скачать книгу

buldu. Mekke’de başa geçti.

      Kâbe hizmeti, aslında Hz. İsmail’in evlat ve torunlarındayken, sonra bu şerefli hizmet Cürhüm Kabilesi’ne geçmiş, sonra göç eden ve Mekke yakınında yaşayan Huzaa Kabilesi, bir aralık Kâbe hizmetini ve Mekke başkanlığını ele geçirmişti. Kusay, bir fırsatla Kâbe’nin anahtarlarını Huzaa’dan aldı. Ondan sonra Kâbe hizmeti de Kureyş Kabilesi’nde kaldı.

      Kusay’ın Zühre diye bir kardeşi vardı, onun da evlat ve torunları çoğaldı. Kureyş Kabilesi içinde şeref ve itibar buldu, Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.v.) annesi Âmine Hatun onun soyundandır.

      Kusay ölünce Abdi Menâf, Abdud-Dar ve Abdul-Uzza adındaki oğulları kaldı. Abdi Menâf, diğerlerinden fazla şan ve şeref buldu. Başkanlık ve efendilik, onun soyunda yerleşti. Abdud-Dar’ın soyundan da Kâbe hizmetindeki Şeybeoğulları geldi.

      Abdi Menâf’ın Hâşim, Abdi Şems, Muttalib ve Nevfel adlarında dört oğlu oldu. Her birinin soyundan gelenler çoğaldı. Hatta Beni Ümeyye denilen Emeviler, Abdi Şems’in soyundan gelmişti. Fakat hepsinin en şereflisi, en faziletlisi Hâşim’dir. Nitekim Abdi Menâf’tan sonra Kureyş kavminin büyüğü oydu. Bu temiz soydan gelenlere Beni Hâşim ve Hâşimî denilir. Son Peygamber de onlardandır.

      Kureyş kavmi ticaretle uğraşan bir topluluktu. Kışın Yemen’e, yazın Şam’a giderler; her yıl iki tarafla da çokça alışveriş ederlerdi.

      Bundan dolayı Hâşim de Şam kafilesiyle Mekke’den çıkıp giderken Medine’ye uğradı. Orada Beni Neccâr Kabilesi’nden Selma adlı kızla evlendi. Oradan Şam ülkesine gitti ve Gazze’de öldü.

      Selma ise ondan gebe kalıp son derece güzel ve yüzü nurlu bir erkek çocuk doğurdu ve bu çocuk Şeybe diye adlandırıldı.

      Şeybe büyüdü. Dayı çocuklarıyla beraber çıkıp gezmeye başladı. Fakat hiç birine benzemiyordu. Yüzünde ülkeri vardı, alnı ay gibi parlar, güzel yüzünü görenler hayran kalırdı, başka soydan olduğu yüzünden belli oluyordu.

      Allah’ın Resulü’nü öven ensardan Medineli ünlü Şair Hassan’ın babası Sabit o sırada Medine’den Mekke’ye gidip Hâşim’den sonra Kureyş’in ulusu olan kardeşi Muttalib’le görüştü. “Ah eğer kardeşinin oğlu Şeybe’yi görsen şaşardın. Babana ne kadar benzer ve nasıl şeref ve güzellik sahibidir, tarif olunmaz.” diye Şeybe’yi anlatınca, Muttalib’in kalbine Şeybe’yi görme arzusu düştü.

      Kureyş kavmi içinde babadan oğula geçen peygamberlik nuru, Hâşim’e gelmiş ve yüzünde görülmüştü. Hâlbuki Hâşim’in Şeybe’den başka Esed adlı bir oğlu olmuşsa da ondan yalnız Fâtıma adlı bir kız kalmıştı ki Hz. Ali’nin anasıdır. Demek ki Hâşim’e Şeybe’nin hayırlı bir vekil olması tabii bir durumdu. Sabit’in ifadesi de bunu doğruladı. Bundan dolayı Muttalib, Şeybe’yi görmek zorunda kaldığından hemen Mekke’den Medine’ye gitti.

      Muttalib Medine’ye varınca bir yerde Beni Neccâr’ın çocukları arasında Şeybe’yi gördü. Bir kere tavır ve hareketine, yüzündeki güzellik ve parıltıya baktı, kimse söylemeden yeğeni olduğunu bildi ve gözlerinden yaş aktı.

      Nitekim Muttalib, Şeybe’yi tavır ve hareketinden bildiğini, gözlerinden yaş geldiğini bazı şiirlerinde pek yanık açıklayıp hikâye etmiştir. Muttalib hemen orada Şeybe’ye bir kat elbise giydirdi ve onu anasına gönderdi. Sonra anasını razı ederek Şeybe’yi Mekke’ye götürdü.

      Mekke’ye girerken Şeybe’yi görenler, “Acaba bu çocuk Muttalib’in kölesi midir?” demişler. O yüzden Şeybe’nin adı Abdül-Muttalib kalmış ve Muttalib ölünce yerine geçip, Kureyş kavminin efendisi, başkanı olmuştur.

      Abdül-Muttalib’in alnında Hz. Muhammed’in nuru parıldardı. Kureyş kavmi, bundan dolayı onu çok uğurlu sayardı. Öyle ki Mekke taraflarında kıtlık, pahalılık olsa, onun eline yapışıp Sebir Dağı’na çıkarlar, onun yüzü suyu hürmetine Allah’tan yağmur isterlerdi. Allah da Hz. Muhammed’in nuru hürmetine onlara rahmet ve bereket gönderirdi.

      Son Peygamber Hz. Muhammed’in dünyaya gelmesi yaklaştıkça kâhinler, yani görünmez âlemden haber vericiler, O’nun dünyayı şereflendireceğini bildirdiler. Gariplikler ve alışılmışın dışında işaretler belirmeye başladı. Biri şudur ki Abdül-Muttalib bir gün Harem-i Şerif’de uyurken bir rüya görüp korkuyla uyandı. Kâhinlere gidip rüyasını anlattı. Kâhinler de “Senin soyundan çocuk doğacak, yer ve gök halkı ona iman getirecek.” dediler.

      Bunun üzerine Abdül-Muttalib, Kureyş kadınlarından Fâtıma adlı bir kız aldı. Ondan oğlu Abdullah dünyaya geldi. Hz. Muhammed’in nuru, onun alnında görünür oldu.

      Daha önce Mekke’de hüküm süren Cürhüm Kabilesi’nin üzerine düşman saldırınca Yemen taraflarına kaçmak zorunda kaldıklarında Kâbe hazinesinden bir hayli eşya alıp zemzem kuyusuna atmışlar, üzerine de taş, toprak dökerek yerini belirsiz etmişlerdi. Yıllarca bu durum üzere kaldı. Zemzemin nerede olduğunu kimse bilmiyordu. Bir gece Abdül-Muttalib’e rüyasında zemzemin yeri bildirilmiş ve işareti gösterilmişti.

      Böylece Abdül-Muttalib zemzem kuyusunu buldu. Oğullarıyla beraber onu kazmaya başladı. İçinde kılıçlar, zırhlar ve altından yapılmış geyik heykelleri çıktı. Abdül-Muttalib onları aldı. Geyik heykellerini Kâbe’nin kapısının önüne koydu. Zemzem kuyusunu tamamen ayıklayıp hacılara zemzem dağıtmaya başladı.

      Kureyş kavmi, büyük dedeleri Hz. İsmail’den kalma mübarek bir kuyunun meydana çıkmasından dolayı çok sevindiler, şükrettiler. Bu yüzden Abdül-Muttalib de eskisinden fazla şan ve şöhret buldu. Halkın gözünde kıymet kazandı.

      Abdül-Muttalib’in oğulları; Haris, Ebu Talib, Ebu Leheb, Gaydak Hacî, Abdül-Kâbe, Mukavvim, Zübeyir, Dırar, Kuşem, Abdullah, Hamza ve Abbastır. Fakat Kuşem küçükken ölmüştür.

      Abdül-Muttalib, oğulları içinde en çok Abdullah’ı severdi çünkü içlerinde en güzel, en fazla ahlak sahibi oydu. Peygamberlik nuru onun yüzünde açıkça görünüyordu.

      Beni Zühre büyüğü Vehb’in kızı Âmine, soy sop bakımından Kureyş kızlarının en faziletlisi olduğundan, Abdül-Muttalib onu Abdullah’a aldı.

      Âmine, Abdullah’tan Hâtemü’l-Enbiyâ’ya hamile kaldı ve hemen Abdullah’ın alnındaki parlayan nur Âmine’nin alnında parlamaya başladı. O esnada Kureyş kavmi, kıtlık ve pahalılığa müptela olup, fazlasıyla sıkıntı çekmekte iken, Resul-ü Ekrem, ana rahmine düştüğü gibi, onun hürmetine, Hak Teâlâ Hazretleri, Kureyş’in bağ ve bahçelerine o kadar feyz ve bereket verdi ki hepsi zengin oldu.

      O seneye Araplar “fetih ve sevinç yılı” dediler. Âmine gebeyken Abdullah, Şam kafilesiyle Medine’ye gitti, orada hastalandı. Yirmi beş yaşında dayılarının yanında öldü. Böylece Son Peygamber, yetim inci gibi anasının karnındayken tek ve yetim kaldı, işte o sırada alışılmışın dışında olan hadiselerden, meşhur “Fil Olayı” çıktı.

      Uzun yıllar Yemen’de hüküm süren Himyer hükümdarlarının kuvvetleri azalınca Habeşliler, Arabistan yakasına geçip, Yemen ülkesini ele geçirmişlerdi.

      Habeşlilerde

Скачать книгу