Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı. Corci Zeydan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı - Corci Zeydan страница 17

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Ebu Müslim Horosani'nin İntikamı - Corci Zeydan

Скачать книгу

Müslim, Dahhâk’a sordu:

      “Benden bir istekte bulunacaksın, değil mi? Arap mısın?”

      Dahhâk korktuğunu gösterir bir tavırda biraz geriye çekilerek cevap verdi:

      “İmam hazretleri tarafından buraya gelen emirin, kulunuza acaba bize de ihtiyacı olabilir mi? Efendimizin merhametine sığınırım.”

      Ebu Müslim, pek nadir güldüğü hâlde Dahhâk’ın sözlerine, hâl ve tavrına karşı gülmekten kendini alamayarak cevap verdi.

      “İmam hazretlerinin emri, bütün Araplar içindir. Çünkü imam hazretleri bizzat Arap’tır. Telaş etme, ne demek istiyorsan söyle.”

      Dahhâk kapıya bir bakış fırlattıktan sonra dedi ki:

      “İlk olarak efendimizden maruzatımın gayet gizli tutulmasını istirham ederim. Söyleyeceğim şeyler belki efendimize faydası olur. Fakat bunlar işitilirse kulunuza zarar verir.”

      “Emin olarak söyle, korkma her ne söylersen aramızda gizli kalır.”

      “Efendim, hanım Gülnar… Onu tanır mısınız?”

      Ebu Müslim kadın isminin söylenmesinden bir anda canı sıkılarak:

      “Dediğin hanım buranın sahibi olan Merv beyinin kızı değil midir?”

      “Bizzat kendisidir. Tanırsınız zannederim. İşte bu hanım dünkü buluşmada efendimizi görmüş, sahip olduğunuz kudret ve cesaretten beğeni duymuştur. Hizmet ettiğiniz maksadı pek yüce görmüş. Pederinin bu maksada katılarak para vermesini anlamış. Kendisi de bu fikir, bu mücadelenin taraftarı olduğu için bizzat bu önemli girişime katılarak şahsi parasından yardım maksadıyla kutsal bir vazifeyi üstüne almıştır. (Eli ile torbayı göstererek) Herkesten, özellikle de pederinden gizli kalmak üzere kulunuz aracılığıyla efendimize değeri yüksek para takdim ediyor. Hanım buna karşılık efendimizden kabul etmenizi, memnuniyetinizden başka bir şey beklemiyor. Bir de yadigâr olarak efendimize bu kılıcı takdim ediyor. Bu pek eski ve uğurlu bir kılıçtır. Bunu kuşanan mutlak düşmanına galip gelir.”

      Ebu Müslim kılıca tekrar baktıktan sonra kılıfından çıkarıp demirini muayene etti. Kılıcın hareleri olan demiri cam gibi parlıyordu. Ebu Müslim:

      “Galiba zehirlidir.” dedi.

      “Ben de öyle zannediyorum çünkü hanım onu bana emanet ederken bu kılıç ile her kim yaralanmışsa yarası ne kadar hafif olursa olsun bir ölümden kurtulmamıştır.” diyordu.

      “Demek kıymetli bir hediye. Daha başka bir diyeceğin var mı?”

      “Evet, bir diyeceğim daha var. Fakat bunu hanım kıza karşı bile saklı tutulmasını istirham ederim. Emir hazretleri onu saklı tutacağını söz veriyor ise söylerim. Yoksa beni bu saatte bu kılıç ile öldürür bu hıyanetten kurtarırsanız hiç umurumda değil…”

      Ebu Müslim, Dahhâk’ın kullandığı sözlerin tuhaf, kendisi de hafif ruhlu görerek:

      “Ne diyeceksen söyle, korkma.” dedi.

      “Cesaretimden dolayı gücenmeyeceğinize de söz verir misiniz?”

      “Sana dedim ya söyle, korkma.”

      “Peki, söyleyeyim. Hanımın, Merv beyinin kızı zamanının en güzeli olduğunu herkes bilir. Bunun için ne kadar bey varsa ona sahip olmayı arzuluyorlar. Fakat kendisi hiçbirine meyletmediği için cümlesini reddediyor. Merv şehrini kuşatan Arapların emiri Kirmani bile onu kendi oğluna istemiş. Babası da buna uygunluk vermişken kendisi bu izdivacı istemiyor. İhtimal pederinin emrine karşı gelmemek için Kirmanizade’ye varacak. Fakat hiçbir zaman onun kalbi Kirmanizade’nin olmayacaktır. Çünkü onun kalbi Kirmani’den daha büyük bir adamda, Horasan’ın en büyük adamına meyletmiştir. Müsaade buyurursanız, bu adamın ismini söyleyeyim.”

      Ebu Müslim, Dahhâk’ın kendisini demek istediğini derhâl anladı. Zaten başlangıçtan beri işin farkına varmıştı, dedi ki:

      “İsmini söylemek istediğin adam bu oda dâhilinde değilse söyleyebilir misin?”

      “Sanki o adamın ismini söyleme demek istiyorsunuz, değil mi? Çünkü o adam bu odanın dâhilindedir. Fakat herhâlde o adam ben değilim.”

      Dahhâk bunu söyleyerek güldü. Ebu Müslim de gülmesinden kendini alamadı.

      “Hoş sözlü, ağırbaşlı olmayan bir adama benziyorsun daha başka söyleyeceğin var mı?”

      “Teveccüh ve övgü dolu sözlerinize teşekkür ederim. Fakat hâlâ isminizi söylemekten korkacaksam bu teveccühün bana ne faydası var?”

      “Sana dedim ya söyle, korkma, cesaretinden dolayı gücenmiyorum. Çünkü anlaşılan beni iyi tanımıyorsun.”

      “İzin buyurduğunuz dereceden çok fazla tanırım. Ne demek istediğinizi pek iyi anladım. Bu iş için huzurunuza gelmeye cesaret ettimse arzu buyurmadığınız bir şeyi teklif etmeye geldim. Hediye sahibesine yalnız bir şey taahhüt ettim. O da memnuniyetinizden ibaret. Bu memnuniyet aşikâr olsa da kusuru yok. Şunu da arz etmek isterim ki efendimizden memnun olduğunu gösteren bir işaret, o maşuk kızı, elde bir aracı gibi kullanmanızı sağlar. Bu aracılığı da Kirmani’nin konağında yahut Merv emiri Nasr b. Seyyar’ın konağında her nerede isterseniz kendi menfaatiniz için pek kolaylıkla kullanabilirsiniz. Gülnar pek boş ümitlere, hayallere düşmüş yazık! Fakat arz ettiğim yerlerde size pek mühim hizmetler edebilir. Maksadımı sanırım anladınız daha ziyade söylemek lüzum yoktur, zannederim.”

      Ebu Müslim bir süre gözlerini yere dikerek Dahhâk’ın sözlerini düşünmeye başladı. Dahhâk’ın düşünceleri faydalı nasihatlerden değildi. Fakat Ebu Müslim bu meseleyi uzatmasını arzu etmiyordu. Ebu Müslim kılıcı önünde kaldırarak minderin arkasına koydu. Kapıya doğru baktı. Dahhâk bu bakıştan Ebu Müslim’in artık çekilmesini arzu ettiğini anladı. Gitmek için ayağa kalktı:

      “Emir buyursanız hazinedarınıza bu keseleri teslim edeyim.” diyerek mangalın yanında bulunan torbaya doğru yürüdü.

      Ebu Müslim ellerini birbirine vurması ile içeri giren ağasına, “Hazinedarı çağır!” emrini verdi.

      Kapı ağası odadan çıktı. Biraz sonra hazinedar ile içeri girdiler. İbrahim, Dahhâk’ın Ebu Müslim ile yalnızca odada bulunduklarını görünce korkuya düştü. Fakat çok geçmeden Ebu Müslim’in kendisine hitaben, “Bu adamın sana vereceği parayı al deftere geçir.” dediğini işiterek biraz rahatladı.

      İbrahim, Dahhâk’a yaklaştı. Dahhâk, büyük torbayı açarak içinden mühürlü on kese çıkardı.

      “On kesedir. Her birinde büyük dinarı Yusufi vardır.” dedi.

      Fakat Dahhâk, bu son cümleyi söylerken “Yusufi’’ kelimesini kasten uzun telaffuz etmişti.

      İbrahim o şekil telaffuzdan maksat olan manayı anladığı hâlde ona önem vermedi. Çünkü Dahhâk’ın o sözü kendisini zarar vermek

Скачать книгу