Aşk-ı Memnu. Халит Зия Ушаклыгиль

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Aşk-ı Memnu - Халит Зия Ушаклыгиль страница 10

Жанр:
Серия:
Издательство:
Aşk-ı Memnu - Халит Зия Ушаклыгиль

Скачать книгу

bir çehre, siyah saçlarıyla, uzun kaşlarıyla, iri, mahmur gözleriyle, şiir ve gençlik dolu bir çehre ona çıldırtıcı tebessümlerle gülümsüyordu.

***

      Nesrin kapıdan görünerek haber verdi:

      “Geldiler efendim!..”

      Nesrin’in arkasında Nihal’in sesi işitildi:

      “Baba!” diyordu. “Siz bizden evvel mi geldiniz?”

      Kuşaksız, açık mavi elbisesinin içinde yaşına nispetle uzun duran ince vücuduyla, zarif bir keçi yavrusu çehresinin inceliğini hatırlatan süzgün simasıyla Nihal koşarak içeri girdi; iki elleriyle babasının iki ellerini tuttu ve potinlerinin ucuna basıp yükselerek alnını babasının dudaklarına uzattı.

      “Siz bizi başınızdan savar, kaçarsınız, öyle mi? diyordu. “Nereye gittiniz bakayım?.. Niçin bize çıkacağınızı söylemek istemediniz?.. Şimdi Beşir’den haber aldık. Oh! Benim minimini Beşirciğim, bana hepsini haber verir…”

      Babası gülerek dinliyor; o durmaz dinlenmez çocuklara mahsus bir kıpırdaklıkla kâh masanın üstünde bir şeye dokunarak kâh elleriyle eteklerine vurarak, ağzından çıkan her kelimeye bir hareket katarak söylüyordu:

      “Biz de ne iyi eğlendik. Bilseniz, bugün matmazelin bütün tuhaflığı üstünde idi. Bülent’e kendi çocukluğunda tanıdığı bir dilencinin hikâyesini anlatıyordu. Ne tuhaf! Bu bir ihtiyarmış ki bir büyük parça ekmeği…”

      Nihal anlatırken ince, arasından güneş geçebilecek zannolunan nahif ellerini birbirine birleştiriyor, ağzına götürerek güya koca bir parça ekmeği küçük ağzının renksiz dudaklarıyla yutuyordu.

      “İşte böyle! Matmazel yaparken görmelisiniz ki… Bülent’i bilirsiniz ya? Çıngırak gibi kahkahasıyla gülerken bütün bahçe halkı bize bakıyordu. Matmazele söyleyelim de sofrada size de yapsın babacığım…”

      Şimdi babasının dizlerine dayanarak halının üstüne diz çökmüş, Bebek Bahçesi’ndeki seyranlarını, en küçük tafsilata kadar, fikri oynak bir kelebek gibi oradan oraya sıçrayarak anlatıyordu. Sonra birden lakırtısının arasında ciddi bir çehre ile sordu:

      “Siz nereye gittiniz, söyleyiniz bakayım, siz bizden gizli nereye gittiniz?”

      Düşünmeksizin “Hiç!” dedi, sonra bu cevap, bu yalan ağzından çıkar çıkmaz zapt edilemeyen bir utanç ile kızardı, düzeltmeye lüzum gördü:

      “Kalender’e!”

      O, birden, sinirleri hastalıklı çocuklara mahsus garip bir sezgi ile bu yalanı keşfetti.

      “Değil babacığım, işte, işte, kızarıyorsunuz, demek bizden saklamak istiyorsunuz.”

      Ayağa kalktı, sahte bir küskünlük vaziyetiyle başını eğerek, dudaklarını kabartarak, gözlerinin eğri bir bakışıyla babasına bakıyordu. Şimdi, hemen şu dakikada, hiçbir şey hazırlamaksızın, hiçbir ihtiyata teşebbüs etmeksizin bu masum çocuğun karşısında, semavi bir mahluk huzurunda vicdanını temize çıkarırcasına, hepsini söylemek, göğsünün üzerinde bir taş ağırlığıyla duran hakikati bu zayıf kızcağızın önüne atmak için kaçınılmaz bir ihtiyaç duydu. Elini uzatarak Nihal’in bileğinden tuttu; bu ince, içinden bir kadın vücudu çıkabileceğine ihtimal verilmeyen nazik bir dala benzer nahif çocuğu kendisine çekti; parmaklarını küçük başının üstünde ipekten bir bulutu andıran saçlarına soktu. Bir saniye evvel neşeli öterken birden asabının hassasiyetiyle yuvasının sükûnundan bir kış nefesinin geçeceğini duyan kuş gibi şimdi çehresinde bir endişe manasıyla bekliyordu. O vakit kendisini zapt edemedi, sordu:

      “Nihal! Beni seviyorsun, değil mi? Çok, pek çok seviyorsun, değil mi?”

      Çocuklara mahsus bir hilekârlıkla bu sualin içyüzünü anlamadan evvel cevap vermek istemedi. Babası devam etti:

      “Nihal, senin için bir şey düşünüyorum…”

      Bu yalanı söylerken kalbini bir pençe sıkıyordu:

      “Fakat bana vadet bakayım, yemin et ki itiraz etmeyeceksin, kabul edeceksin; beni sevdiğin için, evet, beni sevdiğin için…”

      Tamamlayamıyordu, kendi sesinde öyle bir şey fark etmişti ki soğuk bir titreme ile vücudunu titretiyordu. Cinayetini itirafa kuvvet bulamayan bir suçlu korkaklığıyla bu çocuğun karşısında sustu. Nihal yavaşça elini çekmişti, babasından bir adım uzaklaştı; sessiz, sapsarı dudaklarında bir sualin çekingenlik nefesi titreyerek babasına baktı. Bu suali sormadı. Niçin? Bilinemez. Hiçbir şey fark etmeyerek, babasının sözlerinde hiçbir fikir keşfetmeye çalışmayarak birden hissetmişti ki şu dakikada dünyada her şeyden ziyade sevdiği bu adam, bu baba, birinci defa olarak, her vakitkine benzer bir hiç için ufak bir yalanla değil, hayatını hemen orada kırıverecek müthiş bir yalanla kendisini aldatmak istiyor.

      Şimdi oda karanlıktı, birbirlerini bir gölge arasından görüyorlardı, aralarında bir gecenin sinirleri üşüten soğuk rüzgârı uçuyor gibiydi. Baba kız, bir kelime söylemeyerek, sinirlice bir çekingenlik hissiyle hareket etmeyerek bakışıyorlardı. Başlandıktan sonra mutlak devam etmesi lazım gelen bu konuşma birden bir sekte ile kopmuş, kesilmiş oldu fakat bu sükûttan çıkmalıydı. Adnan Bey şimdi kendisini tenkit ediyordu; evet, hemen bugün, henüz bir şey yapılmadan, henüz bir cevap bile alınmadan niçin söylemeye lüzum görmüştü?

      Birden sofada Bülent’in bir çıngırağa benzeyen kahkahalarıyla koştuğunu işittiler, arkasından birisi kovalıyordu. Bülent kaçıyor, kâh kahkahalarıyla minimini ayaklarının gürültüleri bu sessiz facianın kenarına kadar gelip yuvarlanıyor kâh sofanın uzak köşelerinde kayboluyordu. Adnan Bey bir şey söylemiş olmak için “Yine Bülent’i Behlûl kovalıyor galiba…” dedi.

      Nihal “Zannederim.” dedi. “Söyleyeyim de bıraksın. Çocuk yorgun, bugün bütün gün yürüdük…”

      Nihal, şüphesiz kaçmak için bir sebep arıyordu. Fakat bu konuşma orada bırakılamazdı, şimdi o noktada durmayı daha fena bularak Adnan Bey mutlak söylemek ve Nihal’e söyleyemezse başka birisine söylemek için o anda karar verdi.

      “Nihal!” dedi. “Mürebbiyene söyler misin kendisini görmek istiyorum…”

      Nihal, karanlıkta beyaz bir gölge gibi hafifçe silinerek çıktı. Sofada gürültü devam ediyor; Bülent kendisini sanki tutamayarak kovalayan Behlûl’den kaçmak için, artık yorulmuş nefesi kahkahalarına yetemeyerek, koltukların arkasına, köşelere sokuluyor, ardından gelenin hamlesine hazır, heyecanla bekliyor; hamle vuku bulunca bir çığlıkla tekrar sofada cevelan başlıyordu.

      Nihal çıkar çıkmaz ciddi bir sesle Bülent’e bağırdı:

      “Bülent!.. Yeter artık, yine terleyeceksin, seni böyle azdıranlarda kabahat!..”

      Bu, Behlûl’e karşı açık bir itirazdı. Nihal, Behlûl’ün yüzüne bakmıyordu. Onlar -bu iki kardeş çocukları- evin içinde iki düşman idiler. Yine üç günden beri Nihal, olmayacak bir sebepten, mürebbiyenin şapkasına dair Behlûl’ün bir itirazından doğan müthiş

Скачать книгу