Cem Sultan. M. Turhan Tan

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cem Sultan - M. Turhan Tan страница 19

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Cem Sultan - M. Turhan Tan

Скачать книгу

yer veremeyecek kadar darlaşan beyninin muz-darip kıvranışları arasında muhakemesini kaybetmişti, hançerini çekmişti, İren’in yatağı ucunda dolaşan erkeği parçalamak için ileri atılmıştı. Eli havada yürürken sesinin yıldırımını da adamın üzerine saldırdı:

      “Bre melun, sen kimsin?”

      Cem’in odaya girdiğini sezmeyen, sezemeyen adam bu çılgın haykırış üzerine telaşsızca başını çevirdi ve genç prensi bulunduğu yerde mıhladı. Parmaklarında ecel taşıyan çılgın el kıvrılmış, hançer yere düşmüştü. Küstah bir âşık, pervasız bir gönül hırsızı sanılan erkek, bizzat İren’di; kafesi destar ile örtülü şık başlığı altında, sipahi kebesini andıran kısa kaftanı içinde fıkır fıkır gülüyordu.

      Cem, ilkin hayret, sonra hayraniyet gösterdi, efsanelerin hikâye ettiği en güzel erkek timsallerinden daha güzel olan bu yalancı erkeğin karşısında cezbeye tutuldu.

      “Oh, kâfir!” dedi. “Yusuf olmuşsun, onu da geçmişsin, başka bir afet olmuşsun!”

      İren, güllerle, sümbüllerle, karanfillerle bezenen ve yürüyen mucizevi bir fidan gibi gözlerini güldürerek, yanaklarını gülleştirerek, dudaklarını çilekleştirerek ilerledi, Cem’in önünde diz çöktü, ellerini öptü ve bu buselerin sarhoşluğunu çoğaltan baygın bir sesle sordu:

      “Beğendin, değil mi? Öyleyse Yusuf’unu kuyuya atma, zindan karanlığında bırakma, beraber götür!”

      “Beraber mi?”

      “Evet, beraber. Atının nalı olup yerlerde sürünmeye razıyım. Tek sana yakın olayım, sesini işitip kokunu alayım.”

      “Kabil mi, iyi düşün İren, kabil mi?”

      “Sen istersen her şey mümkün olur.”

      “Anam burada, çocuklarım burada. Sen de burada kalmalısın, ben ava gitmiyorum, harbe gidiyorum. Seni kendi elimle tehlikeye atabilir miyim?”

      “Kendini, kendi canını ateşe atıyorsun. Benim ne değerim var ki üzülüyorsun?”

      “Sen benim sıhhatimsin, ömrümsün, neşemsin.”

      “İyi ya aslanım, sıhhat bedende, hayat tende, neşe yürekte olur. Beni burada bırakmak, onları birbirinden ayırmak değil midir?..”

      Cem, erkek kıyafetindeki İren’le konuşurken kızın o kılığa girmekle kazandığı yepyeni güzelliği de derin bir incizapla tetkik ediyordu. Aynı zamanda baht denilen hayata hâkim kuvvetin güzel veya çirkin şekillerde tecessüm ettiğini söyleyen masalları hatırlıyordu.

      Eğer kendi bahtı, İren’in şu kıyafetinde temessül ediyorsa hayatının daimî ve müselsel56 saadetlerden ibaret olacağına şüphe yoktu. Bu kadar güzel talihe malik olan bir fâninin nasibi elbette bahtiyarlık olacaktı!57

      Cem, böyle düşündü, güzel kızı kendi bahtının timsali olarak kabul etti ve ayağına kapanan bu nefis timsali elemlendirmekten çekindi, uzun düşüncelere kapılmadan müspet cevap verdi:

      “Peki İren, dediğin olsun… Benimle bile gel. Fakat üzülürsen suç benim değil. Çünkü yolumuzun dikenli olduğunu söyledim.”

      “Senin yolundaki diken bana gül gelir!”

      Ve sonra izahat verdi, efendisinin harbe hazırlandığı günden beri gözüne uyku girmediğini, sabahlara kadar yatakta kıvranarak bu ağır hicrandan kurtulmak çareleri aradığını, nihayet erkek kıyafetine girip orduya karışmayı tasarladığını anlattı.

      “Ben…” dedi. “Odama geleceğini ummuyordum. İşin çok, başın karışık. Lakin hazırlanmıştım, babama yalvarıp bir de at hazırlatmıştım. Kolayını bulup buradan savuşacaktım, gölgen olup sana kavuşacaktım. Galip geleceğin güne kadar da kendimi saklayacaktım, şimdi sırrım faş oldu ama gönlüm daha hoş oldu. Yola izninle çıkıyorum.”

      Cem, İren’in zarif kavuğunu biraz çarpıttı, perçemlerini düzeltti, kaftanının düğmelerini, belindeki şalın kıvrımlarını evirip çevirdi.

      “Vallahi…” dedi. “Memnunum. Sen bana bir alay çeri kadar kuvvet vereceksin. Fakat senin erkekliğine kim inanacak? Burası zihnimi gıcıklıyor!”

      “Hiç üzülme aslanım. Ben ata binip inmekte çok erkeği alt ederim. Zaten babamla düşüp kalkacağım, onun çadırında yatacağım. Sen çağırmayınca yanına gelmeyeceğim. Yüzümü de sarılı tutarsam kimse işkillenmez.”

      “İnşallah!..”

      İki saat sonra Cem, bütün Konya kadınlarının candan yükselttikleri dualar arasında, ordusunun başında şehri terk ediyordu, güzel İren de ordunun gerisinde ve babasının yanında at oynatarak âşığını takip ediyordu!

***

      Cem’in hedefi Bursa idi. Bu yeşil şehrin payitahtlığı kaybetmesinden beri çok yıllar geçmişti. Öyleyken ananevi kıymetini muhafaza ediyordu. Oraya sahip olanlar Osmanlı saltanatına vaziyet etmiş58 olacaklarını sanıyorlardı. Bu kanaat, pek de boş değildi. Bursa, Anadolu’nun Rumeli yakasına en yakın olan büyük şehriydi. Orada kurulan hâkimiyet, gerileri elde tutan ve Marmara’yı da geçmek istidadını taşıyan bir kuvvet demekti. Bu sebeple Cem, ordusunu Bursa üzerine yürütüyordu. Orayı ele geçirirse bütün Anadolu’nun hâkimi mevkisine geçecekti, kardeşiyle de saltanatı yarı yarıya paylaşmış olacaktı. Bu vaziyette son kozu oynamak, Rumeli ile Anadolu’yu güreştirmek daha kolaydı!

      Planlar çizilmiş, vazifeler ayrılmış ve herkes oynayacağı rolü bellemişti. Savaş günü askerin kumandanlığını Lala Yakup Bey’le Gedik Nasuh yapacaktı. Şimdilik ordu, Cem’in emri altında yürüyordu. Harp, her zaman olduğu gibi, o devirde de paraya ihtiyaç gösteriyordu. Bu ihtiyacın temini yükü de Defterdar Ahmet Bey’in omzundaydı. On beşinci asrın bu hudayinabit59 iktisatçısı yol boyundaki ve yakınındaki köylere, kasabalara, şehirlere “Cem Sultan vergisi” adlı bir salgın koyarak lüzumu kadar para topluyordu.

      Verginin tahsildarları yirmi otuz bin kişilik bir ordu idi! İstenilen parayı istenildiği anda veremeyen köy yahut şehir, bu otuz bin ağızlı tahsil memurunu birkaç gün doyurmak mecburiyetine düşerdi. Bu ikram, o vergiden daha ağır olduğu için halk, varını yoğunu ortaya koyup Sultan Cem vergisini ödemekte istical gösteriyordu. Bizzat şehzade de o zaman tabirince “mütemevvil” denilen şöhretli zenginlere fermanlar yazarak külliyetli para getirtiyordu!

      Şurası muhakkaktır ki, ordunun geçtiği yerler halkı, ağır bir vergi ödemelerine rağmen, Cem’in muvaffakiyetini istiyorlardı. Beyazıt, onlar için meçhul bir sima idi. Gözlerinin önünde parıldayan cesur ve genç şahsiyeti o meçhule tercih etmekte tereddüt göstermiyorlardı. Bu sebeple de Cem’in ordusu, yuvarlandıkça büyüyen bir kar topu gibi gün geçtikçe irileşiyordu.

      Şehzade giriştiği teşebbüste muvaffak olacağına emindi. Kardeşinin hiçbir tarafta ve hiçbir zümre arasında sevilmediğine zahipti. Onu padişah olarak tanımış olan yeniçerilerin

Скачать книгу


<p>56</p>

Müselsel: Birbirine bağlı olan, art arda zincirleme olarak gelen. (e.n.)

<p>57</p>

Her insan talihinin yine insan suretinde temsil edildiğine inanılırdı. Bahtın temessül ettiği bu gizli suret, ya çirkin ya güzel olurdu ve çirkinler fena bahta, güzeller iyi talihe misal teşkil ederdi. Daha yakın zamanlara kadar İstanbul’da Eyüp civarında bir talih kuyusu bulunduğuna ve temiz yürekle o kuyu başına gidip de çağırılırsa çağıran adamın bahtının görüneceğine inananlar vardı. (y.n.)

<p>58</p>

Vaziyet etmek: El koymak. (e.n.)

<p>59</p>

Hudayinabit: Eğitim görmemiş, kendi kendini yetiştirmiş olan (kimse) (e.n.)