Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar. Mükerrem Kâmil Su

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar - Mükerrem Kâmil Su страница 4

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar - Mükerrem Kâmil Su

Скачать книгу

dostum. Hele onun gibi muğlak bir kadın kalbinin ağına düşecek olursan… Çünkü onu hiçbir zaman hayatında görmene imkân yoktur.”

      “Bu imkânsızlığı ben de kavramış bulunuyorum. Hem ilk gördüğüm dakikalarda… Ona, “Karım ol!” demek cesaretini hiçbir zaman kendimde bulamayacağım.”

      “Bunu teklif etmek nasıl gülünç bir şeyse farzımuhal olarak evlenmeniz de o nispette fecidir. Bu rabıta,3 ikiniz için de meşum olur.”

      “Niçin?”

      “Çünkü o seni beğenmez. Bak, dikkat et, sevmez demiyorum. Sevgi bambaşka bir şeydir. Gönül öyle başıboş bir kuştur ki, rastgele bir yere konuverir. Fakat bütün bir ömür için bağlanacak insanlara yalnız sevgi kâfi gelmez, değil mi? Erkekle kadın önce birbirlerini beğenmelidirler dostum. Bu esasa dayanmayan bir bağlılığın düğümü biraz gevşek olur. Er veya geç çözülüp gider. Ama diyeceksin ki, bir insan sevdikten sonra meselenin en güç noktasını halletmiş sayılır. Bu da yanlış bir hesap. Sevgi, uzun bir hayat beraberliği içinde öyle ufak tefek arızalara rastlayacaktır ki, bir gün aşınmamasının imkânı olmayacak. Bana göre, önce kafalar anlaşmalı, sonra kalbe yol vermelidir.”

      “Bu anlaşma pek kupkuru bir şey olmaz mı?”

      “Öyle anlaşmış, pek mesut olmuş karı kocalar tanırım ki, yuvalarının yollarını sevgilerinin ışığı içinde bulmuşlardır.”

      “Ben de öylelerini tanırım ki, kendilerini bir çıkmaza sürükleyen sevgilerine lanet etmekte gecikmemişlerdir.”

      “İki ayrı insanın, yuvada, bir bakımdan bir tek vücut hâline gelmesi muhakkak ki güç bir şey. Bu, öyle çetin mevzu ki, derinlerine dalmak cesaretini henüz kendimde bulamıyorum.”

      “Sadede gelelim. Bir de diyeceksin ki, benim nemi beğenmeyecekmiş? Ne kusurlarım var? Mesleğim, tahsilim, gençliğim, istikbalimin bazı şeyler vadetmesi ona kâfi gelmez mi? Bunlar, birçok genç kıza fazla bile gelir. Fakat ona asla yetişmeyecektir yavrum, asla…”

      “Ondan pek etraflı bir şekilde bahsediyorsun. Hususiyetiniz var mı Mahir?”

      “Onu epey eskiden tanırım. Annemin çok beğendiği bir kadındır. Öyle zannederim ki, mazisi ve yaşı, muhitin telakkilerine aykırı gelmeyecek olsaydı, onunla evlenmem, annem için bir bahtiyarlık vesilesi teşkil edecekti.”

      “Onu seviyor musun?”

      “Bir zamanlar sevdin mi diye sormalıydın. Çünkü az daha bir felakete doğru gözü kapalı gidiyordum.”

      “Nasıl kurtuldun?”

      “Garip bir hikâye ve mesut bir tesadüfle… Liseyi bitirir bitirmez Avrupa’ya gönderilecek talebeler arasında benim de namzet4 seçildiğimi hatırlarsın elbet. İşte o sıralarda, ona deli gibi âşıktım, gözüm ondan başkasını görecek hâlde değildi. Kocasından henüz ayrılmıştı. Sürdüğü hayat da beni ürkütmüyordu, henüz bir talebe olduğumu, aramızda da yaş farkını ve hiçbir gün onun tarafından beğenilmeyeceğimi aklıma bile getirmiyor, çılgın gibi evinin etrafında dolaşıyordum. Annemle aralarındaki samimiyet, bu hissimi her gün biraz daha alevlendiriyordu. Bir akşamdı, onun sular kararırken bizden çıkıp gittiği bir sonbahar akşamı… Anneme, sayıklayan bir hasta gibi aşkımı itiraf ettim. Beni sonuna kadar sabırla dinledi, sonra gayet dertli bir sesle bana hayatının masalını anlattı.

      Bu, sade bir şeydir, tek cepheli bir aşk ve ihtiras hikâyesi… Dinleyen için hiç de derin bir mana ifade etmez. Fakat bana o akşam, yaralı bir kadın kalbinin müthiş sırrı çok dokundu. Nahide’yi sevdiğim için ondan uzak kalmaya karar verdim.

      Görüyorum ki, bu basit masalı anlamak istiyorsun.”

      Mahir, ince büklümlerle havaya yükselen sigarasının dumanlarına uzun uzun baktı. Sonra biraz ezilmiş ve büzülmüş bir sesle devam etti:

      “İstanbul’un eski, muhteşem yalılarından birinde, boğazın sayılı güzellerinden genç bir kadın yaşamaktadır. Eski paşalardan birinden dul kalan, gayet zarif, şen, sazdan sözden anlayan, hoş meşrep bir kadın… Günün birinde köyün fakir delikanlılarından birine delicesine âşık olmuştur. Çocuk henüz Tıbbiye talebesidir. Kendisinden sekiz on yaş büyük bir kadının çılgın sevgisinden tam dört yıl haber almamıştır. Kadın yaşını, mazisini, delikanlıyla aralarındaki yaşayış farkını ve nihayet muhit telakkilerini düşünerek bu aşka basıp geçmek istemiştir. Fakat ne boğaz sularını heyecanla ürperten saz geceleri ne cuma ve pazar günlerinde eğlence yerlerine muntazaman devam ediş ne de seyahat, hiçbiri kalbinin coşup taşan hislerine tesir yapamamışlardır. Kafasının hükmü, kalbinin istekleri karşısında zaafa uğrayınca genç kadın, bu müthiş aşkı nihayet sahibine duyurmuştur.

      Mektebini henüz bitiren genç doktor, boğaz kıyılarını şiddetle alakadar eden bu harikulade kadının aşkını büyük bir lütuf olarak kabul etmiş, bu kalp davetine çılgın gibi koşmuştur. Ama ‘Çok koşan çabuk yorulur.’ derler. Genç doktor da bu kaideden kendini kurtaramamış, hızını pek çabuk kaybetmiş.

      Birleşik hayatları, genç kadın için müthiş bir işkence hâlini almış, bir tarafta susturulmaz, sönmez bir aşk, diğer tarafta havai bir koca… Ve kıskançlık ateşi… Bu ateşi yenmeye çalışan asil bir gurur… Artık hayat, kadın için cehennemden farksızdır. Vefasız kocasının her hareketini sükûtla karşılamaktadır. Gözyaşlarından, izzetinefis isyanlarından, kalbinin onmaz yarasından kimseye bahsedememiştir. Derin bir tahammül içinde kararan gözlerinin arkasına takılıp sürüklenmiştir.

      Doktor, nihayet karısını ve çocuğunu görmeyecek, düşünmeyecek bir şekilde bir başka aşka bağlanarak çekilip gitmiştir.

      Giden ve bir daha asla dönmeyen, babamdır dostum. Onu çeken, sürükleyen, yuvasından, kadınından, çocuğundan alan kuvvet gençliktir. ‘Gençlik, gençliğin cazibesinden kurtulamaz!’ Mehmet Rauf’un romanlarından birinin tezi budur. Pek beğenirim, ne sağlam bir hakikattir bu!

      Bedbaht olması için annemin ne gibi eksiklikleri vardı? Zamanına göre pekâlâ okumuş, müziğe aşina, hoşsohbet, zarif bir kadındı. Fakat buna rağmen babama karşı göz yumulmaz bir kusuru vardı: Ondan yaşlı olması. Ne yapsalar, her iki taraf da bütün hüsnüniyetlerine rağmen aradaki sekiz on yılın uçurumunu aşıp birbirlerini bulamayacaklardı.

      Onları görünüşte hayat, yani bir kadın ayırdı ama dostum, asıl ayıran tabiattı. Tabiatın değişmez kanunlarından biri!

      Aşk ve heyecan gençlerindir. Yaşlılara yasak…

      Bir gün Nahide’yi ihtiyarlamış, benim henüz tam genç sayılacağım çağlarda çökmüş, saçlarına kır düşmüş ve yüzü kırışmış olarak tahayyül etmek beni ölümünden çok korkuttu. Ölen bir kadın, ama sevilen bir kadın için yas tutulur. Belki hatta arkasından gidilir. Fakat hislerimizin en çılgın demlerinde çöken, yıpranan, heyecanları solan, ihtirasımızı, aşkımızı aşındıran, yarıda kesen bir kadından nefret edilir.

      Onu bu müthiş akıbetten korumak için ben aşkımdan geçtim. İmtihanı kazanmaklığım

Скачать книгу


<p>3</p>

Rabıta: Bağ, ilgi, ilişki. (e.n.)

<p>4</p>

Namzet: Aday. (e.n.)