Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar. Mükerrem Kâmil Su

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar - Mükerrem Kâmil Su страница 8

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Çırpınan Sular, Uyuyan Hatıralar - Mükerrem Kâmil Su

Скачать книгу

parti binasında, halkevi salonunda sık sık toplantılar yapıyordu. Kotiyonlar İstanbul’dan getirtilecekti. Her iş bölüşülmüştü. İnhisarlardan bir şube amiri ile bir önyüzbaşı büfeyi idare edeceklerdi. Bir avukat, balo komiseri seçildi. Cemiyet azalarından kadınlı erkekli bir grup teşrifatçılık için ayrıldı.

      Memleketin ince zevkli iki resim öğretmeni, müstait10 öğrencilerinden birkaçını yanlarına alarak salonu süslemeye koyuldular. Piyango eşyaları alındı. Pamukçu’nun meşhur zeybeklerine haber gönderildi. Monolog söyleyecek, taklit yapacak gençler ayrıldı. Nihayet her şey tamamlandı. Ve çok soğuk bir kanun gecesi ileride şehir kulübü olarak umuma açılacağı söylenen Evkaf Otelinin bakımsız bahçesi önünde arabalar dizildi.

      İki büyük sobanın kuvvetli ateşi salonu iyice ısıtmıştı. Köşelerden birer demet çiçek hâlinde renkli ampuller sarkıyordu. Masaların beyaz örtüleri itinalı bir şekilde kolalanmıştı. Kabartmalı tavanın lambalarından masa üstlerindeki yeşilliklere ve renkli çiçeklere bir ışık çağlayanı dökülüyordu.

      Büyüklere ait resimler, vakur çerçeveleri içinde bu süslü salona uzaktan gülümsüyorlardı. Masalar erkenden kapatılmaya başlamıştı. Geniş camlı kapının her açılışında başlar da harekete geçiyor; vestonlu, smokinli erkeklerin yanında renk renk giyinmiş kadın kümeleri, yerlerine yerleşinceye kadar tecessüs dolu bakışlardan kurtulamıyorlardı.

      Her yeni gelen için birçok fikir ileri sürülüyor, tenkitler yapılıyor, bazı masalardan samimi el hareketleri ile davetler oluyordu.

      Memleketin en güzel kadınlarından biri olan bir doktor karısı, henüz masasına yerleşmekte idi. Kayısı gülü renkli saten tuvaleti, dirseklerine kadar uzun siyah eldivenleri ve siyah atlas iskarpinleri tenkit süzgecinden geçiyordu. Saç tuvaleti kendisine yakıştığı hâlde, saçlarının o tarz toplanışını beğenmemek isteyenler de vardı. Bazıları şakağındaki yara izinin örtülmesi için bu modeli tercih ettiğini ileri sürüyor; bir genç kadın da “İz diye bahsettiğiniz o minimini beyazlığı yakından gördüm, hiç de yüzüne çirkinlik vermiyor. Bilakis yakışıyor bile!” diye güzel kadını müdafaa ediyordu.

      O, biraz küçük, fakat çok parlak gözlerinin tatlı bakışlarını yakınındaki masalarda dolaştırarak başının zarif hareketleri ile dostlarını selamlıyordu. Çok geçmeden pırıl pırıl üniforması içinde dimdik yürüyen, yüksek boylu ve biraz şişmanca bir albayın yanında beyazlar giymiş karısı ve bir müteahhit karısı olan yakın arkadaşı kocası ile beraber doktorların masasına yaklaştılar.

      Şimdi masanın etrafında üçü de ayrı tip, manalı ve çekici üç arkadaş toplanmıştı. Albayın karısı saçlarını yukarıya kaldırarak geniş alnını tamamıyla açıkta bırakmıştı. Gözlerinin yeşili tutuşmuş bir ocak gibi renk renk ışıltılarla yanıyordu. Ayrı ayrı tetkik edildiği zaman belki de orta güzellikte olan genç kadın konuşmaya, bilhassa karşısındakinin gözlerinin içine bakmaya başlayınca şayanı hayret bir şekilde güzelleşiyordu.

      Müteahhidin karısı yuvarlak yüzlü, çok iri siyah gözlü, ince, uzun ve çok koyu kara kaşlı, küçücük ağızlı ve simsiyah saçlı, çok genç bir kadındı. Gayet geniş omuzlu ve pek uzun boylu kocasının yanında yürür, kollarında dans ederken binbir emekle meydana gelmiş bir bibloyu, bir minyatürü andırıyordu. O da beyaz satenden, uzun etekli bir tuvalet giymişti. Siyah saçlarının arasında pırıl pırıl taşlardan bir akarsu şeklinde bant vardı.

      Tam bir neşe içinde konuşuyorlar, etrafları ile hiç alakadar görünmüyorlardı. Bu aralık kapının önünde, memleketin en güzel kadınlarından biri olan Afet Hanımefendi’nin yanında, ince, uzun bir hayal şeklinde o göründü. İkisi de siyah saten tuvalet giymişlerdi. Afet, mavi renkli, iri bir çiçekle tuvaletinin siyahlığını tadil etmişti. Kumral saçları pek itinalı dalgalarla güzel başını nefis bir bukete benzetmişti. Yeşil engininde binbir renk kaynayan lacivert çımgılı gözleri, pürüzsüz, pembe yüzüne özenilerek yerleştirilmiş iki eşsiz zümrüdü hatırlatıyordu. Lame iskarpinleri içinde dolgun vücuduna nazaran çok küçük olan ayakları şaşırmayan bir sadelikle ilerliyordu.

      Orta boylu, zayıf, kemikli yüzlü, muaşeret kaidelerine pek vâkıf kocası ile Nahide’nin babası biraz arkalarında yürüyorlardı.

      Nahide’nin göğsü yine sımsıkı kapalı idi. Arkası örgüden çapraz bir bantla tutturulduğu için yine mat renkli sırtı görünüyordu.

      Dirseklerine kadar uzun, siyah eldivenler giymişti. Saçlarını, yandan iri bir siyah gül ile tutturmuştu. Çiçeğin şöyle gelişigüzel iliştirilivermiş gibi görünüşü, bu kadın başına başka iklimlerin manasını, belki de biraz İspanyol kadınlarının ihtirasını veriyordu. Fakat yüzüne bakılınca düzgün alnı, masum çizgili yüzü ve şeytani bir gülüş gizleyen dudakları onu birden ilahileştiriveriyordu. Birkaç masadan davet edildiler. Nahide’nin her adımında, birçok kalbe basıp geçen bir kudret vardı. Ağır ağır, beğenildiğinden, sevildiğinden, salonun en üstünlerinden biri olduğundan emin, sağına soluna selamlar vererek arkadaşı ile beraber masaya yerleşti. Babası ve arkadaşı ile konuşurken gözlerinin derinlerinde sonsuz sevgi pırıltıları çakıp sönüyor; dudakları en yumuşak çizgilerle hareket ederek gayet tatlı ve cana yakın şeyler söylediği anlaşılıyordu.

      Sermet, boğazına bir şeyler tıkandığını, renginin solduğunu, konuşmak için ağzını açacak olsa titreyen sesi ile bir şey söylemeye muvaffak olamayacağını hissediyordu. Yanında oturan arkadaşı, salondaki muhtelit11 gruplarla alakadar olduğu için onun ne hâle girdiğini pek fark etmiş görünmüyordu.

      Baloda, Sermet’in bir zamanlar o kadar ehemmiyet verdiği, içlerinden biri ile belki bir gün evlenmeye muvaffak olacağını sandığı kızlar da vardı. Yıldız beline kadar gayet dar, belinden aşağı alabildiğine geniş ve kabarık, pembe taftadan bir tuvalet giymişti. Genç, dik göğsü, düzgün beyaz kolları, sempatik hareketleri birçok gencin bakışlarını üstüne çekiyordu. Altın renkli saçlarını kalın bir örgü hâlinde başının üstüne dolamış, kulaklarının arkasından ensesini boydan boya küçük buklelerle kapamıştı. Başı, arkadan bakıldığı zaman, iri bir kayısı gülünü andırıyordu. Önden kalın örgüsü yüzüne ihtiraslı bir kadın ifadesi veriyor, küçük pembe kulaklarını iki damla gözyaşı gibi bir çift inci küpe öpüyordu. Durmadan dans ediyordu. Genç subayların birçoğu ayın etrafında dolanan hale gibi etrafını sarmışlardı. Dururken narin bir bibloyu, dans ederken yaldızı ellerde kalacakmış gibi esatirî görünen bir kelebeği andırıyordu.

      Sermet, ötekine bakmamak için, birçok bakışları üstünde toplayan minyon kıza bakıyordu. Oya, kalabalık bir öğretmen grubu içinde oturuyordu. Giyinişi şatafatlı değildi. Bu gece biraz durgundu. Yanı başındaki masada ailesi ile oturan Vacide’ye dönerek ara sıra onunla konuşuyordu.

      Sermet bir zamanlar beğenmiş, hatta bir gün belki de seveceğini ummuş olduğu kızlara baktıkça ağlamak istiyordu. Onlardan birine bağlanmış olsaydı şimdi böyle, dünyanın en taşınmaz yükünü sırtına almış gibi yorgun ve bezgin, bir köşeye sinmeyecekti. Dümdüz bir akışı olan hayatını meşum bir tesadüfle bulandırmış, pek vakitsiz hayatı kendine zindan etmişti.

      Şimdi herkes, hoş, zarif, güzel ve sempatik her genç kız onun yanında sönük

Скачать книгу


<p>10</p>

Müstait: Doğuştan yetenekli, kabiliyetli olan. (e.n.)

<p>11</p>

Muhtelit: Karma, karışık. (e.n.)