Zalimane Bir İdam Hükmü. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zalimane Bir İdam Hükmü - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Zalimane Bir İdam Hükmü - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

Bey:

      “Muayeneden sonra lüzum görürseniz yazalım.” dedi.

      O esnada sözü geçen üye yardımcısı Deli Niyazi geldi. Çuvalın yanındaki kanepeye oturdu ve gözlerinin kapaklarını büzerek içinde mutlaka bir suç delili bulunduğuna inanmış bir tavır ile içindekileri daha meydana çıkarmadan okumak istiyor gibi, çuvalı baştan aşağı süzdü.

      Zavallı çuval bu casus bakışlardan sanki boğazına geçirilmiş olan çivi kadar ızdırap hissi ile lakabından anlam verdiği alicenaplıktan dolayı Efe Kâzım Bey’den yardım ister gibi boğulmuş boynunu o tarafa büküyordu. Nihayet bağlar çözüldü, çivi çıkarıldı; âdeta saman gibi tıka basa doldurulmuş olan ve aralarında birçok namus ve mühim hizmet vesikaları bulunan bu kâğıtlar çok kere hissiz ayaklara dökülüp heder olan yüz suları gibi kirli döşeme tahtaları üstüne döküldü.

      Eski zamanlardan beri kullanılan “evrak-ı perişan” tabirine bundan daha uygun, bundan daha acıklı bir kâğıt perişanlığı tasvir edilemezdi.

      Canımı ayaklar altına alarak yerine getirdiğim hizmetlere mükâfat olarak aldığım değerli taşlarla işlenmiş nişanların beratları, Niyazi’nin ayakları yanında sürünüyordu.

      Bağdat’ta, Beyrut’ta, Musul’da, Hicaz’da, Arap şairlerinin hakkımda yazdıkları birçok kasidelerin en seçkini olmak üzere meşhur şair Mârufî Resafi’nin “Ya Hâzim-i Bağdat” diye başlayan kasidesi Efe Kâzım’ın önüne, merhum babamın mektuplarından birisi de benim önüme tesadüf etmişti.

      Mârufi Resafi’nin bu kasidesi yaz aylarında Fırat vadisinde hararet santigrat 46’ya çıktığı ve üç ay sonra sıfırın altında ikiye, üçe indiği zamanlarda çadır altında ve Bağdat valilerinden hiçbirinin uşağı değil av köpeğinin bile içinde yatmak istemeyeceği bir kulübede yatmak gibi güçlüklere katlanarak yaptırdığım sedde dairdi. Bu seddin yanındaki 120 metre uzunlukta bir set, vaktiyle 27 bin altın lira masrafla üç senede yapılmış olduğu hâlde, ben 170 metre uzunlukta olan bu seddi üç ayda, 5 bin altın lira masrafla yaptırmıştım.

      Kâğıtlarım muayene edilirken bir aralık kapı ve pencerelerden birinin ansızın açılması sebebiyle hasıl olan şiddetli bir hava cereyanının, bu kâğıt yığınından uçurduğu evraktan biri İngiliz askerlerinin bağıra bağıra eğlendikleri ve jimnastik yaptıkları avluya bakan pencereye gitti. Bu kâğıt İngiltere Hariciye Nazırı Lord Lavansdon’un telgrafı olduğu anlaşılınca: “Aşağıda askerlerin İngiliz olduklarını anladı da onların yanına gitmek istedi.” dedim. Bu telgraf İngiltere Hükûmeti namına eski bir hadiseden dolayı beni tebrik ve teşekkürü bildiriyordu.

      Evrak muayeneleri geç vakte kadar ikmal edilemediği için ertesi gün yine polis gözetimi altında divanıharbe götürüldüm.

      Dünkü odada evrakın geri kalanı muayene edilerek ikinci defa Dâhiliye Nezaretine memuriyetimden dolayı tebriki havi her taraftan gelmiş olan telgraflar, mektuplar arasında Bursa Kuvayımilliye Kumandanı Mehmet Ali Bey’in bir telgrafından başka benim için töhmeti(!) gerektiren bir şey bulamadılar.

      Şu muvaffakiyetsizlik Niyazi Bey’in somurtkan simasında pek açık görünen bir hayal kırıklığı izi belirmiş ve diğerlerinden evvel kalkıp gitmişti. “Mühürlü” denilen bağların hâli çuvalın tekrar tekrar açılmış olduğunu göstermekte idi. Korktuğum gibi içine -o zamana göre- gerçekten töhmeti gerektiren kâğıtlar konulmamış olmasına teşekkür ederek çuvalın açılmış olduğu yolundaki iddiadan ve zabıt varakası yazılması talebinden vazgeçtim.

      Çuvalın bağlarını kesmek için cebimden çıkardığım küçük bir çakıyı gören Efe Kâzım Bey, bir tutuklunun yanında kesici alet bulundurmasının kanuna aykırı olduğunu söyleyerek çakıyı istedi.

      Yardımcı üye olsun, divanıharpte kanunu düşünen bir adam bulunduğunu müjdelediği için: “Daima yanımda bulunan yemek sepetinde daha büyük üç bıçak bulunmakla beraber mademki kanuna atfen söylüyorsunuz…” diyerek çakıyı yavere verdim.

      Evrak muayenesinden 14 ve tevkifimden 23 gün sonra (15 Haziran) muhakeme için her defaki gibi polis gözetimi altında divanıharbe götürüldüm.

      İnsan masum olunca hakaret ve aşağılamalar aksi tesiri gerektirir. Bana katılan subaylar ve silahlı askerler, beni firardan men için değil saygılarından dolayı maiyetime veriliyorlar gibi geliyordu.

      İşte bu telakkiden dolayıdır ki divanıharbe ilk defa araba ile gidip geldiğim hâlde sonraları yaya gitmeyi tercih ediyordum.

      Süngülü askerler arasında geçtiğim yollarda rastladığım yüzlerce insanlardan hiçbirinin gözleri beni: “Oh olsun! Hak ettiğini buldun.” manasını taşıyan bir nazarla değil, bilakis sessiz fakat dost ve şefkatli bakışlarla takip ediyorlardı.

      İLK MUHAKEME

      Geceyi şiddetli mide ve baş ağrılarıyla geçirdiğim için uykusuzluktan pek sersem bir hâlde iken öğleden sonra divanıharbe götürüldüm.

      Muhakeme, yani heyet huzurunda Reis Mustafa Paşa tarafından (rivayete göre Mahmut Sait Molla’nın tertip ettiği suallerle) sorguya çekildim.

      Kıpkızıl bir astarla kapatılmış olan yarım ay şeklindeki mevkide, reisin sağındaki Recep Paşa ile Miralay Ferhat Bey ve solunda ihtiyar, belki de emekli Miralay Recep ve Kaymakam Fettah Beyler oturuyorlardı.

      Bunlardan hiçbirini tanımıyor ve suallere tabii ayakta cevap veriyordum.

      İki saatten fazla süren bu muhakemede, cevaplarımın hemen birkaç kelime olarak zapt edildiğine dikkat ederek, muhakemenin sonunda cevaplarım pek noksan zapt edildiğinden yazılı olarak tekrar edeceğimi söyledim ve o gece sual ve cevapları sırasıyla yazarak, ertesi gün pullu bir müdafaaname şeklinde Divanıharp Reisi’ne gönderdim ve divanıharp defterine kaydolunduğunu gösterir ilmühaber aldırdım. Bu tedbirde pek ziyade isabet, yani Divan’ın sahtekârlığı bu suretle bir dereceye kadar tahdit edilmiş olduğu sonra ortaya çıktı.

      Bu müdafaaname harfiyen şöyle idi:

      Birinci Divanıharb-i Örfi Reisliğine

      Dün Divan-ı Âli tarafından Kuvayımilliye’ye dair suallere muhatap oldum. Verdiğim cevapların ancak birkaç kelimesinin zapt olunduğunu gördüğüm için sorgulamanın sonunda söylediğim ve sırasıyla suallere verdiğim cevapları aşağıda olduğu gibi yazmaya ve tespit etmeye lüzum gördüm.

      Soru: “Bursa’da Kuvayımilliye’yi ne hâlde buldunuz ve ne hâlde bıraktınız? Bunlar ahaliye tecavüzde bulunuyor muydu?”

      Cevap: “Bursa vilayetine ilk memuriyetimde orada öyle bir şey yoktu. İkinci memuriyetimde gazetelerde ilan olunan beyannameleri sebebiyle (Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) namıyla teşekkül etmiş olan cemiyetin sair mahaller gibi Bursa’da da şubesi teşkil edilmiş buldum. Fakat şimdiye kadar hiçbir fırka ve cemiyete dâhil olmadığım gibi bu cemiyetle de münasebetim yoktu. Bursa’ya varışımdan bir müddet sonra ötede beride; boz renkli kumaştan yapılmış elbise giyen Kuvayımilliye efradı görünmeye başlamış ve araştırılarak birbiri ardına İzmir cephesine sevk edilmekte

Скачать книгу