Zalimane Bir İdam Hükmü. Ebubekir Hâzim Tepeyran

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Zalimane Bir İdam Hükmü - Ebubekir Hâzim Tepeyran страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Zalimane Bir İdam Hükmü - Ebubekir Hâzim Tepeyran

Скачать книгу

Ali Bey adında bir zattır.”

      Soru: “Kuvayımilliye Kumandanı “Reis-i Eşkıya” değil midir?”

      Reisin maksadı “Kuvayımilliye kumandanı, fırka kumandanı Miralay Bekir Sami Bey değil midir?” demek olduğu hâlde ben anlamamış gibi bulunarak:

      Cevap: “Vilayet dâhilinde bilinen eşkıya kalmadı. Yalnız, Çerkeş Davut adında bir eşkıya reisi varsa da onun Kuvayımilliye Kumandanı olamayacağı tabidir.”

      Soru: “Bu Mehmet Ali Bey’i evvelce tanıyor muydunuz?”

      Cevap: “Hayır, ilk ve son defa olarak tesadüfen Jandarma Alayı Kumandanı’nın nezdinde gördüm. ‘Kuvayımilliye Kumandanı.’ diyerek bana takdim etti.

      Bursa’ya vardığımda orada idiyse belki tebrik için gelen zevat meyanında bulunmuş olabilir. Fakat ben hatırlamıyorum.”

      Reis, evrakım arasından çıkarılan tebrik telgrafını eline alarak:

      Soru: “Dâhiliye Nezaretinde bulunduğunuz zaman bu Mehmet Ali’den telgrafname aldınız ve cevap yazdınız mı?”

      Cevap: “Nezarete iki defa, memuriyetimde tebrik için yüzlerce mektuplar, telgraflar gelmiştir. Bunların çoğunu ben görmedim. Özel Kalem Müdürü alarak daha sonra cevap yazılmak üzere yaptığı listeyi bana gösteriyordu. Evrakım arasında bulunan birçok telgraflar gibi bu Mehmet Ali Bey’in telgrafına da cevap yazılmamıştır. Bu telgraflar arasında şahsen hiç tanımadığım memurlar vesairenin de telgrafları vardır.”

      Soru: “İttihatçılar (İttihat ve Terakki mensupları) ile Kuvayımilliyeciler arasında ne fark vardır? Bu konudaki fikriniz nedir?”

      Cevap: “İttihatçıların en ileri gelenlerinden bazılarının aleyhinde bulunduğum işler ve hareketlerimle ve hatta basılı, yayınlanmış eserlerimle sabit olup onlarla bir münasebetim olmadığı gibi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne de intisap etmediğimden malumatım bulunmayan bu hususta doğru bir fikir beyan edemeyeceğim tabidir.”

      Matbu telgraf kâğıdı üzerine kurşun kalemle yazılmış bir telgrafname suretini göstererek:

      Soru: “Bursa valiliğinde bulunduğunuz esnada Heyet-i Temsiliye’ye telgraf çektiniz mi?”

      Cevap: “(C) İşaretiyle başlamasından da anlaşılacağı üzere İstiklal-i Osmani’nin yıl dönümü münasebetiyle başkent ve vilayetlerde icra olunan tören vesilesiyle Heyet-i Temsiliye’den her tarafa çekilen umumi tebrik telgrafına cevaben bu telgrafı yazdım; gazetelerle de ilan olduğu üzere, adı geçen cemiyetle Hükûmet-i Merkeziye arasında uyuşma olduğu ve Cemiyet’in telgraflarının telgrafhanelerce ücretsiz kabul ve çekilmesi, resmen tebliğ edildiği için bu telgraf da ücretsiz çekilmiş bulunduğuna göre hükûmetçe kanuna uygunluğu tanınmış olan bir cemiyetin Heyet-i Temsiliye’si namına ve böyle İstiklal-i Osmani yıl dönümü gibi mesut bir günün tebrikine dair çekilen bir telgrafa cevap verilmiş olmasında suali gerektiren bir şey göremiyorum.”

      Kuvayımilliye erkânının isimlerini zikrederek:

      Soru: “Bunları tanır mısınız?”

      Cevap: “Bunların hiçbiriyle, tam manasıyla tanıdık denebilecek aşinalığım yoktu. Bekir Sami Bey’i birkaç sene evvel iki kere Beyoğlu’nda görmüştüm.

      En son Mebusan Meclisi’nde ve beni ziyaret için geldiği Babıali’de gördüm. Rauf Bey’i Erenköy’e gidip gelirken trende, vapurda görürdüm, aşinalığım bu kadardır.5

      Kara Vasıf Bey’i ilk defa Mebusan Meclisi’nde ve daha sonra bir kere de tesadüfen Sadrazam’ın nezdinde gördüm; diğerlerini ve özellikle Mustafa Kemal Paşa’yı ve ayrıca sorduğunuz asker kumandanı Ali Fuat Paşa’yı uzaktan, yakından hiç tanımam.”

      Biga hadisesine dair olup evrakım arasından alınmış olan bir raporu göstererek:

      Soru: “Bu rapor üzerine ne yaptınız?”

      Cevap: “Raporun arkasında ‘Vükela Meclisi’nde okunmuş ve mahalline bir heyet gönderilmesi kararlaştırılmıştır.’ diye yazılmış olduğu veçhile ikinci defa mahalline gönderilmesi kararlaştırılan heyet için bazı kişiler seçilmişti.

      Fakat İstanbul’un işgali sebebiyle ortaya çıkan engellerden dolayı gönderilemedi. İşgali takip eden günlerde heyet göndermeye değil vilayetlerle muhabereye bile imkân bulunamadığı malumdur.”

      Soru: “Dramalı Rıza’yı tanır mısınız?”

      Cevap: “Hiç tanımam. Fakat Biga hadisesine ilişkin şikâyetler arasında böyle bir isim mezkûr olduğunu ve Harbiye Nezaretince kolordudan sorularak alınan yazıda böyle bir şahsın orada bulunmadığı, yolunda bir cevap gördüğümü hatırlıyorum. Bu hatırlayışımın isabetinden emin değilim.”

      Soru: “Dâhiliye Nezaretinde bulunduğunuz zaman Akşam gazetesine olan beyanatınızda, “Biga hadisesinden başka vilayetlerimizde belli başlı bir hadise ve durumlarda bir değişiklik yoktur.”6 demişsiniz. Hâlbuki taşrada Kuvayımilliye, yani Anadolu’daki bilinen şahıslar, her türlü asice harekette bulundukları hâlde onlardan hiç bahsetmiyorsunuz. Bunlar, gönderdiğiniz memurları kabul etmemek suretiyle de isyan belirtileri göstermekte iken ne için onlara asi demediniz?”

      Cevap: “Gazeteye bu beyanatta bulunduğum esnada, Biga vakasından başka diğer bir mahalde o kabilden bir hadise daha olsa ondan da bahsederdim.

      İki defa Dâhiliye Nezaretinde bulundum; yalnız Bursa vilayetine bir vali tayin ettim, ona da kimse bir şey demedi. Kabul edilmeyen memurlardan maksat Ankara ve Kastamonu valileri ise onlar benim nezaretimden hayli evvel tayin edilmiş ve gönderilmişlerdir. Bunların kabul edilmemelerinden dolayı, ‘O zamanki Dâhiliye Nazırı ne yapmış? Bunu ne için bir isyan eseri olarak telakki etmemiş?’ olduğunu o nazırdan sorunuz.”

      “Zatıâliniz de beş on gün valiliğinde bulunduğunuz Bursa’dan İstanbul’a ne suretle iade edildiğiniz malumdur7

      Bu muamele üzerine o zamanın Dâhiliye Nazırı Damat Şerif Paşa ne yaptı? Bu muameleyi niçin bir isyan eseri telakki ederek asilerin uzaklaştırılması için buradan asker şevkine lüzum göstermedi?”

      Reis: “O Nazır da onlardan olduğu için bir şey yapmadı!” Ben: “Pekâlâ. O Nazır’ın onlardan olmayan üstleri ne yaptı?”

      Reis: “…”

      Ben: “Gelelim isyan meselesine? Hükûmetçe Kuvayımilliye’nin asi sayılıp sayılmaması devletçe ve memleketin menfaat ve selameti nokta-i nazarından, dâhil olduğum kabinenin dâhili, harici siyasetine ait bir meseledir. Böyle şeyler ancak Kanun-ı Esasi gereğince teşekkül edecek Divan-ı Âli’de sorulabilir.”

      “Mademki sualde ısrar ediyorsunuz. Bu mesele o kabinenin istifanamesiyle bütün vekiller tarafından imza olunarak Babıali’de saklı zabıtnamede zikredilmiştir. Sadaret makamından isteyiniz.

      Gönderirlerse

Скачать книгу


<p>5</p>

Divan’da söylemeyi ve burada yazmayı unutmuşum. Rauf Bey’i, Mebusan Meclisi’nde, Müdafaa-i Hukuk Grubu’nda görmüştüm. Hatta aramızda bir münakaşa da vaki olduğu gibi Balkan Harbi’nde Hamidiye Kruvazörüyle Akdeniz’e çıkarak Yunanistan’da bazı mahalleri topla tahrip ettikten sonra günün birinde ansızın geldiği Beyrut önünde Hamidiye’ye giderek kendisini ziyaret etmiştim.

Hamidiye’nin Beyrut’a gelişi ahaliye pek coşkun sevinç heyecanları vermiş ve Rauf Bey’le askerlerimiz haklarında umulan derecelerden çok ziyade takdir ve muhabbet asan gösterilmişti. Bunun cidden enteresan olan tafsilatı “Hatıralarım”da görülecektir.

<p>6</p>

Akşam gazetesinin 29 Şubat 1920 numaralı nüshasında münderiç ve mevzubahis olan beyanatım şöyle idi:

Muhabir: “Ahvali Dâhiliyemiz hakkında malumat alabilir miyim?”

Ben: “Ahvali Dâhiliyemizce belli başlı bir tahavvül yoktur. Her tarafta sükûn ve asayiş devam ediyor. Malumunuz olduğu üzere geçenlerde “Biga hadisesi” denilen, hadise vukua geldi. Bu vaka hitama ermiş ve neticesi de hüsnü suretle halledilmek üzere bulunmuştur. Bu gibi vakayı her ne suretle olursa olsun esefi muciptir ve memleketin menafi ile kabili telif değildir. Hakkımızı ihkak için gürültüye değil sükûna muhtacız. Bugün kabul edilmese bile yarın mutlaka teslim edilecek ve tecavüzden masun kalacak bir hakkımız vardır. Biz bu hakkımızdan emin olarak ve hiç telaş etmeyerek kemal-i sükûnetle amal-i meşruamızın tahakkukuna intizar etmeli ve ona göre çalışmalıyız. Tahakküm devirleri çoktan geçmiştir. İnsaniyet kavaidi, insanlığa mugayir harekâtı bundan böyle ve doğrudan doğruya kendisi müdafaa edecektir. Zaten hak ve adalete mugayir kararlar da payidar olamazlar.”

Muhabir: “Devletçe vaziyet-i siyasiyemiz nasıldır?”

Ben: “Siyasi vaziyetimiz günden güne iyileşmektedir. Avrupa’nın en ileri gelen matbuatı haklarımızı, mesela Londra gazeteleri “Maraş Ermeni kıtali” diye uydurma bir kıtal şayiaları çıkardıkları hâlde Fransız matbuatı bunun aslı olmadığını iddia ve ispat ettikleri gibi bizi müdafaaya başlamışlardır ki, bittabi memnuniyeti muciptir. Her hâlde müselleha şartlarının müsellem olan hukukumuzu ihlal edecek bir mahiyette olmayacağını ümit ederim.”

Muhabir: “İstanbul, İzmir ve Trakya hakkında ne düşünüyorsunuz?”

Ben: (O zaman İngiliz sansürü buradan iki satır çıkarmıştır.) “İnsaniyet bizim hayat hakkımızı tanıyor, binaenaleyh: “Siz yaşayacaksınız ama kalbinizin yarasını keseceğiz.” diyemezler. İstanbul vücudumuzun başıdır. Başımızı nasıl bıraktılarsa, yaşayışımız için elzem olan İzmir’imizi de bırakacaklardır. Ben herhâlde insanlık hislerinin galebe edeceğinden eminim. Trakya ise hiç mevzubahis olamaz. Trakya işgal altında bile değildir.

Ümit ederim ki bu kadar ızdıraplardan sonra beşeriyet daha tekâmül etmiştir. Nerede olursa olsun bir zulme meydan veremeyecek ve haksızlığı kabul edemeyecektir.”

Muhabir: “Hükûmetle Kuvayımilliye arasındaki münasebet nasıldır?”

Ben: “Neşredilen şayialara rağmen hükûmetle Kuvayımilliye arasındaki münasebet iyidir; zaten ihtilafa bir sebep de yoktur.”

Muhabir: “Ferit Paşa zamanında hükûmetin emirleri taşrada infaz edilmemekteydi. Şimdiki vaziyet nasıldır?”

Ben: “Hükûmetin meşru ve makul emirlerinin hepsi taşrada infaz olunmaktadır.”

<p>7</p>

Divanıharp Reisi’nin Bursa Valiliği, bu vilayette ikinci defa memuriyetimden öncedir. Orada pek çirkin bazı hareketlerde bulunmasından dolayı fırka kumandanı Miralay Bekir Sami Bey tarafından Bursa’dan nasıl çıkarıldığım ve sürgünüm esnasında güya birçok kıymetli eşyası gasp edildiği yolunda vaki olan pek garip ve gülünç davası üzerine, Babıali’nin icrasını bana havale ettiği tahkikatın neticesini aşağılarda hikâye edeceğim. Mumaileyhin bana şahsi husumeti bu tahkikat davasının asılsızlığını göstermiş olmasından neşet etmiştir.