Acı Gülüş. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Acı Gülüş - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Acı Gülüş - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

bu hakikatler değişemez. Anlaşılmak ancak münakaşa ile olur.”

      “Ne olursa olsun! Senin bildiğin sende, benimki bende kalsın.”

      “Peki… Teklifin nedir? Barbarlıkta seninle beraber mi olayım?”

      “Canım, barbarlık lafını kaldır. Medeni bir şekilde yapılan ne barbarlıklar var… Şimdi siz o evde tabii daha birkaç zampara arkadaşla birlikte bulunacaksınız.”

      “Olabilir.”

      “Söz birliği edelim. Baskın işinde siz içeriden bize yardım ediniz. Mahalleliye hakikati anlatır, sizi alayla karakola gitmek zahmetinden kurtarırım.”

      “Jame11 hiçbir vakitte böyle bir ahlaksızlığı kabul edemem.”

      “Ahlaksızlık mı?”

      “Hem de en kötüsü…”

      “Aman ya Rabbi, gençleriyle ihtiyarları ahlakı böyle iki uçtan gören bir millette fikir anlaşması nasıl meydana gelir?”

      Hasan Efendi içinde bu gence karşı çok şiddetli bir nefret ve kin ile sarsılır. İntikama karar verir. Yapma bir sakin tavır alarak: “İçeriden bir el olmadıktan sonra baskından pek muvaffakiyet umulmaz. Başıma bir bela çıkması da var. Çünkü Macuncu taraflarındaki böyle bir kerhanenin idarecisi Rus tabiiyetine girmişti. Kim bilir, bu Uncu Ahmet de hangi bir yabancı koruması altında iğrenç sanatını yürütüyor? Başımı derde sokmak istemem. Allah kahretsin, elbette bir gün kendi kendine belasını bulur. Şimdi baskın, eskisi gibi kolay değil. İçeriden zampara bulup çıkaramazsak sonra Uncu bizden namus davasına kalkar. O, yine ticaretiyle uğraşır. Hapiste biz yatarız.”

      “Bravo… Monşer Hasan! Doğru düşünmek işte böyle olur. O adam ırz satıyorsa sermayeyi senden istemiyor ya! Ticaret, serbesttir. Senin evin ayrı, kapın ayrı. Yakınlarda kanunsuz münasebetlerin olması komşular için çok büyük birer günah ise etraftaki evlerde geceleri neler oluyor, haberiniz var mı? Uncu Ahmet ticaretinin ne olduğunun yaftasını kapısının üzerine yazmış demektir. İsteyen kendisini oradan sakınsın. Irzı, namusu, doğruluğu aldatmaya alet edinen gizli kötülerden korkmalıdır.”

      “Keramet buyuruyorsunuz beyim.”

      “Demek barıştık.”

      “Müslüman’ın Müslüman’a dargınlığı bir tülbent kuruyuncaya kadardır.”

      “Öyleyse ver elini… Adiyöye kızıyorsun, Allah’a ısmarladık.”

      “Sefayı hatırla…”

      “Sakın ha niyeti değiştirme. Çünkü cuma gecesi mutlak oradayım.”

      “Keyfine bak.”

      Bey, dandini bir yürüyüşle çekilip gider.

      Yağlıkçı, o ana kadar dayandığı çehresini hemen değiştirerek kendi kendine hıncını etrafına püskürmeye başlar:

      “Seni gidi edepsiz seni… ‘Besmelesiz’ desem rahmetli babasının iki defa haccı var. ‘Yabancı katışması’ ise günahı anasının boynuna… Herhâlde cinsinde bir bozukluk var. Züppenin adı da Mehmet Kenan, Müslüman adı… Yediği herzeleri Mösyö Petraki yemez. ‘Medeniyet’ diye çapkın, bana, her mahalleliye besbedava pezevenklik ettirtecek. Ticaret serbest imiş. Kazanç için edepsizliğin yapılması mübah mıdır? Ticaretin şeriate, namusa, ahlaka uygun olması endişesi ortadan kalktıktan sonra dinlerin, mahkemelerin, camilerin, kiliselerin, hocaların, papazların ne lüzumu var? Köpekler gibi birbirinin ağzından kaparak, hiç çekinmeden ırza, namusa saldırarak yaşayalım. Kitaplardan ‘helal’, ‘haram’ sözlerini silelim. Medeniyetine ağzımızın sularını akıttığımız Avrupa, terakkiye bu yoldan giderek mi ermiş? ‘Medeniyet’ diye utanmak kılıfından sıyrılmış seni gidi hayâsız, donsuz kerata seni… Geçen akşam kahvede söylüyorlardı. Beyoğlu sahnelerinin birinde Frenk orospularından bir ahlaksız, haşa sümme haşa, Hazreti Havva’yı gösteriyorum diye ortaya anadan doğma çıplak çıkmış, el şakırtıları, alkışlar içinde kalmış… İnsanların anası yaprak tutunduydu. Hiç rezalet alkışlanır mı? Avret yerini örtmeyi emretmeyen hangi mezhep vardır? Din tarihinden bile ahlaksızlık dersi çıkarıyorlar. Dünyanın yaradılışına ‘tabiat’ diyorlar. Halik sözü yok. Görmüyor musunuz? Hayvanat tüyler, yünler, kıllar ile örtülü. Ah, ah, şimdiki yeni moda kadınların fistanları, çarşafları örtünme değil, birer dar kılıf, vücutlara geçirilmiş birer çeşit eldiven. Etekleri âdeta birer köstek, sanki ayaklarından bağlanmış eşkıya gibi bu moda esirleri sekerek yürüyorlar. Bunun adı ‘giyinme serbestliği…’ Şu son zamanda her isim gösterdiğinin aksi oldu. Cahillere ‘âlim’; inkâra ‘fen’ deniyor. Gazetelerde manalarını anlayamadığımız ne tabirler görüyoruz. Şimdiye kadar hiçbir kitapta ve örf ile âdetlerimizde yer bulamamış açık saçık atılganlıklara, küstahlıklara ‘şahsi teşebbüs’; mesela komşunun ticaretini öldürmek için kanun; ahlak seni kayıtlamışsa ‘şahsi teşebbüs’ diyerek bunun içinden çıkabilirsin. Kelimenin yeniliği sana, bir mazeret olur. Sen eski kafanla bu yeni kelimenin manasını, hayata tatbikini anlayıncaya kadar okkanın altına gidersin, idare makamlarında üst tanınmamaya ‘ademimerkeziyet’, daha bilmem ‘sosyalizm’, ‘kokorizm’ gibi dilimin dönmediği cenabet sözler. Donsuzluk fikri mi yükseltir? Şehremaneti12 Avrupa’ya birkaç düzine çıplak heykel ısmarlamış. Bu cascavlakları şehrin en ayakaltı noktalarına dikecekmiş, ahalinin zihni ancak bunları seyrederek açılabilirmiş diyorlar. Mehmet Kenan alacağın olsun, seni büyük bir rezalet ile bastırtayım da gör.”

      2

      BASKIN HAZIRLIĞI

      Yağlıkçı Hasan Efendi Uncu Ahmet’in evini bastırmak için her sorgu suali üzerine alarak, mahallede kendisine kafadar bulduğu kimseleri teşvik için bütün inandırma ve heveslendirme kuvvetini harcamış ve lazım gelen tertipleri hazırlamıştı.

      Muhtarın, bekçinin ve öyle bir eve girmeye pek istekli ve bunu büyük bir iş sayarken kendilerinden başka bunu becermiş olanları kötü gözle görerek oradan rezaletle çıkarmakta büyük bir kin ve gayretle hareket eden mahalle tosunlarının kulaklarını iyice bükmüş, ufak bir işaret verilince hepsini kapının önüne toplayabilmek planını iyice kurmuştu.

      Yağlıkçının iple çektiği cuma gecesi nihayet geldi.

      Hasan Efendi ağının ortasında kımıldamadan avını bekleyen bir örümcek gibi köşe penceresine geçti. Evinin içinde lambaları söndürttü. Çoluğuna çocuğuna derin bir sessizlik tembihinde bulundu. Kimse çıt etmiyordu.

      O akşam bakkal çırağı, Ahmet’in evine yine sandık dolusu içkiler ve mezelikler getirmişti. Bu şişelerin içinde Mehmet Kenan Bey’in de payı bulunduğunu yağlıkçı düşündükçe seviniyor, bu zevk ve sarhoşluk gıdasını beyin boğazında bırakmaya yeminler ediyordu.

      Meyhane dönüşü naraları arasında yatsı ezanı okundu. Yakındaki evlerden tek tük öksürüklü, eli değnekli, ağır yürüyüşlü kimseler ağır kunduralarını sürüye sürüye kelimeişehadet getirerek camiye gidiyorlardı.

Скачать книгу


<p>11</p>

Jame: Asla. (e.n.)

<p>12</p>

Şehremaneti: Belediye. (e.n.)