Acı Gülüş. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Acı Gülüş - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6

Жанр:
Серия:
Издательство:
Acı Gülüş - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

çıkar. Günahının yükünü çekemeyip önüne eğilmiş kafasıyla yere bakarak mahalle ihtiyarlarının sofuca yürüyüşlerini taklit eden bir sarsaklıkla yürür. Hasan Efendi’nin kapısı önünde durur. Derin derin birkaç defa tekbir alır, sonra cami yolunu tutar. Yağlıkçı içinden şöyle düşünür: Hikmetine kurban olduğum Allah’ım ne kadar sabırlısın! Ulu adını halkı aldatmak için söyleyen bu melun herifin nefesini o anda kesmeyip de müminlerin ibadet neşeleriyle dolu camine girmeye nasıl müsaade ediyorsun? Dışı ikiyüzlü sofuluk ile kaplı, içi kâfirlik! Pislenmiş, aramızda kim bilir daha ne kadar münafıklar var. Onların şerlerinden sen bizi koru.

      Hasan Efendi ufak bir ayak sesini, en hafif bir gölgeyi gözünden kaçırmıyordu. Aralıklarla aşağıdan yukarıdan sekiz on yolcu geldi geçti. Arada bir gece satıcıları tablalarının üzerinde yanan sisli fenerleriyle sallana sallana, hususi makamlarıyla uzun uzun bağıra bağıra, bazı durup etrafı dinleyerek geçip sokağın sessizliğini bozuyorlardı.

      Nihayet yukarıdan, sokak başından bir insan karaltısı peyda oldu. Etrafı kollayarak, karanlıkların içine girip çıkarak, duvarlara sürtüne sürtüne sessiz, ihtiyatlı, çekingen adımlarla geliyordu. Sokağın en aydınlık kısmına geldiği zaman yağlıkçı bütün dikkatiyle kafese yapıştı. Bunun, fesini burnunun üzerine kadar indirmiş, paltosunun yakasını kaldırarak yüzünü olabildiği kadar kapamaya uğraşan biri olduğunu gördü. Herif, ufak bir duraklamadan sonra uncunun, şahnişin gölgesi altındaki görülmeyen kapısı önünde birdenbire kayboldu. Başka bir şey görülüp işitilmedi, besbelli kapı aralık ve arkasında adam vardı. Zampara içeri alındı. Kapı tıkırtısızca örtüldü.

      Hasan Efendi içinden: Hah işte kapana bir fare girdi. İnşallah bu birinci av Mehmet Kenan Bey’dir. Misafirlerin arkası olmalı. Yarın cuma. Kalemler tatil. Beyler boyuna dinlenebilirler. Bu akşam evin kabul gecesi. Tek zamparalı baskının zevki çıkmaz. Ben onları sürü ile polise götürmeliyim ki keyfim gelsin. Geh, geh, haydi kümes, kümes, kümes… Zülüflü horozlarınız, tepeli tavuklarınız ile beraber ben sizi birer birer kafese koyayım da mahalle arasında kurmak istediğiniz medeniyet sehpası nasıl olurmuş görünüz. Tespihli yadigâr camide acaba şimdi “suret-i haktan” 14 nasıl müzevirlik 15 evradı çekiyor? Kerata seni…

      Camiden cemaat çıktı. Bazıları evlerine döndü, birtakımı mahalle kahvelerine dağıldı. Uzaktan bekçi, sopasını kaldırımların üzerinde gümleterek dolaşıyor fakat aldığı tembihe göre, uncunun davetlilerini ürkütmemek için sokağa yanaşmıyordu.

      Cemaatin dağılmasından yirmi dakika kadar sonra Ahmet, uzun sakal ve tespihiyle iki delikanlının ortasında, sokakta belirdi. Bu iki genç misafir, sahte sofunun ağır ağır attığı riyakâr adımlarına adım uydurarak ağır yürüyorlardı, ama korkusuzca gülüşüp şakalaşıyorlardı. Hava gazının en kuvvetli ışık çemberine girdikleri zaman sağdaki Mehmet Kenan olduğunu yağlıkçı iyiden iyiye fark etti.

      Kenan, başından şlik fesini çıkararak alnının üstünden kulağına doğru ince siyah açık bir kuş kanadı yaygınlığı ile yapışık duran son moda taranmış, lusturalı gibi parıldayan saçlarını daha çok yatıştırmak için birkaç defa daha sıvadı. Fesini giydi.

      Hasan Efendi büyük bir sevinçle içinden, Süslen beyim, süslen… Sen karılardan çok kendini onlara beğendirmeye uğraş. Fakat ne yazık ki bu gece bu pomatalı, lavantalı saçlarınla polis dairesinde, hiç de rahat olmayan bir yatakta tek yatacaksın. Bana verdiğin medeniyet “diskur”unu polis komiserlerine de oku. Bakalım para eder mi? düşüncelerini geçiriyordu.

      Uncu, namuslu bir ev sahibi gibi bir tavırla ev kapısını çaldı. İçeri girdiler. Bu nikâhsız gerdek evinin damatları tamam mıydı? Yoksa daha gelecekler var mıydı? Hasan Efendi bir zaman daha beklemeyi uygun buldu. Bir saat kadar süren bekleme zamanında, iki insan karaltısının daha kapının koyu loşluğu içine dalarak meclise girdiklerini gördü.

      Kendi tabirince kümese giren horozların sayısını hesapladı. Evvela bir, sonra ev sahibinin koltuğu altında gelen iki daha üç… İki de sonra gelen, beş… Bu beş erkeğe katılması lazım olan beş de dişi, hepsi on… İçeride ihtiyat olarak fazla nazenin bulunması da akla gelirdi. Mahallelinin taassup heyecanını tutuşturmak için bu kadar günahkârlardan meydana gelecek bir baskın alayı yetmez miydi?

      Yağlıkçı, seyircilerini heyecana kaptırmak için mizansenin en küçük noktasını düşünen bir tiyatro direktörü gibi bu rezalet katarı üzerine çekeceği halk öfkesini daha şiddetlendirmek için daha neler yapmak lazım geleceğini düşünürken, galdır guldur bir kira arabası geldi. Uncunun kapısı önünde durdu.

      Hasan Efendi kendini kafese verdi. Arabacı yerinden atladı. Kapıyı çaldı. Kapının açılmasından sonra arabanın kapısını açtı. Tenteneli etekleriyle kaldırımları süpürerek koyu çarşaflı iki nazenin indi.

      Bunların mostralık birer bebek gibi boyalı yüzlerini, çarşaflara sığmayacak bir gürlükle çepeçevre dışarı fışkırmış saçlarını pek az fark etti. Son çıkan para uzatırken atmış olduğu birkaç kadehin verdiği cesaret ve yılışıklıkla arabacı, nazeninin omuzuna hovardaca insafsız bir çimdik attı. Kadın, “Of, elin kırılsın terbiyesiz!” diye azarlayarak hemen içeri kaçtı.

      Arabacı, güzel kokular içindeki bu körpe, oynak vücuda dokunan parmaklarını gülbeşekere batırmış gibi bir hırs ve iştah ile yalayıp emdikten sonra fesini arkaya devirdi. Sermaye taşıdığı bu kâr evinin pencerelerine içini çeke çeke bakarak: “Biz işte böyle suyuna tirit geçiniriz. İmanım araba dolusu gaco taşı, sonra böyle parmaklarını yala. Paradan başka, benim içerideki bıçkınlardan ne eksikliğim var? Mirasyedi doğmadıktan sonra bu dünyaya neye gelmeli? Ne karıydı o be… Çiçek demeti gibi kokuyordu. Benim Eftalya, mezelik turşuya benzer. Kokusuna dayanmaya mide isterim. Koynunda yatarken ahırı özlediğim çok olur. Geceliği, rençper tütünü gibi otuzluğadır. On beşe kırıştığımız da çoktur. Haftalık kalana yarı yarıya iskonto da yapar. Mecidiyeyi düzdüm mü hiç hesaplamam, düşerim. Evvela aftosa,16 sonra hamama, sonra ahıra… Ne uykucu mahalle bu! Kalkınız be yahu… Uncunun evinde çifte gelinler var.”

      Arabacı:

      Afisi de var yallah

      Cakası da var yallah

      İki kaşın arasında elifi de var

      şarkısıyla arabasına atladı. Hayvanları kamçıladı.

      Arabacının mahalleliye bu miskinlik iftirası sözü yağlıkçıya dokundu. Kendi kendine: “Elin çapkını bile bize yuf çekiyor. Hakkı yok mu? Hele dur bakalım. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Ismarlama iki yosma daha kapana düştü. Bunlar mutlaka Kenan Bey’le arkadaşı için olmalı. Kapının önündeki rezalet böyle olunca, acaba içerisi ne hâlde olacak? Ne tatlı şeyler ki arabacı bile çimdiklediği parmaklarını yalaya yalaya doyamadı.”

      Hasan Efendi bir zaman daha beklemek istiyordu. Saz söz başlasın, içki ile kafalar iyice dumanlansın, cümbüş tam kıvamını bulsun. Yuvalarından, birbirinin sıcak göğüslerinden çıkarılacak bu günahkârlar, neye uğradıklarını bilemeyerek ağız eğri, göz şaşı, felaketlerini bilemez bir sarhoşluk içinde karakola kadar sokak ortalarında şarkı söyleyerek

Скачать книгу


<p>14</p>

Suret-i hak: Doğrudan yana görünme. (e.n.)

<p>15</p>

Müzevirlik: Arabozanlık. (e.n.)

<p>16</p>

Aftos: Sevgili, gönül eğlendiren kimse. (e.n.)