Çengi. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çengi - Ахмет Мидхат страница 5

Жанр:
Серия:
Издательство:
Çengi - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

sadece bu vakitsiz gitmeye bağlayıp üzülmüştü.

      BEŞİNCİ BÖLÜM

      Daniş Çelebi hakkında buraya kadar verdiğimiz bilgi ve özellikle garip hayatına dair örnek olarak hikâye ettiğimiz şu iki vaka kendisini size layıkıyla tanıtmıştır düşüncesindeyiz. Eğer hakikaten kendisini güzelce tanımış iseniz itiraf edersiniz ki, bu gibi mecnunlar şehrimizde pek fazla hoş karşılanırlar. Zira şehrimizde pek çok adamlar vardır ki soytarı ve dalkavuk olan adamlar ile ettikleri sohbetlerden aldıkları lezzeti, akıllı ve diğer normal insanlarla ettikleri sohbetlerde bulamazlar. İşte bu gibi adamların Daniş Çelebi gibi mecnunlara da rağbet ve itibarları pek çok olur.

      Daniş Çelebi’nin semtinde Engürusizade Nafiz Efendi denilir emeklilerinden bir zengin adam vardı ki böyle yüze gülen, dalkavuk, soytarı ve mecnun güruhunun sohbetlerinden pek lezzet alırdı. Nafiz Efendi, Daniş Çelebi’nin bu şöhreti etrafta yayılınca Çelebi cenaplarını kendi konağına alıştırmış ve birçok acayip ve garip hâllerini söyleterek eğlenmeyi alışkanlık hâline getirmişti.

      Gerçi Daniş Çelebi’nin validesi Saliha Molla, Karun’un malına yakın bir servete sahip bir kadın olduğundan, oğlunun böyle âleme eğlence olmasına razı olamayacağı aşikâr ise de Engürusizade, Da-niş Çelebi ile olan muamelesini pek büyük bir saygı içinde yürütüyordu. Hatta kendisini celp ettireceği geceler uşak, fener ve özel hayvan gönderiyordu. Ona büyük ikramlar da ederek konağına çağırdığından annesi bu davetlerin diğer maksatlarından habersizdi. Hatta belki oğlu böyle kibarların meclisinde yapılan sohbetlerle açılır, adam olur hayaliyle oraya devamından bazen memnun dahi oluyordu. Hem artık kırk yaşına gelmiş ve daima büyücülük ile meşgul olarak, bu yolda hayli büyücülerle dostluk da peyda etmiş olan Saliha Molla’nın artık yirmi beş yaşına yaklaşmış bulunan oğlu Daniş Çelebi’nin aralıkta bir kere komşulara giderek gece yarısına kadar vakit geçirmesine ihtiyacı da artmıştı. Zira şeyh namını alan bazı efsuncular ile birlikte kaynatacakları simya küplerini başkalarının nazarından gizlemek lüzumu, kadına bu ihtiyacı da telkin etmişti.

      Hazır sözü bu vadiye getirmiş ve hikâye de Engürusizade’nin, Da-niş Çelebi ile sohbeti noktasında bulunmuşken şu fıkrayı belirtelim ki bizim için iki tarafla da açıklanacağından bir taş ile iki kuş vurmuş olacağız:

      Gecelerden bir geceydi ki Engürusizade Nafiz Efendi’nin konağında hep dalkavuk güruhundan üç beş zat mevcut oldukları hâlde Daniş Çelebi de davet edildi. Dereden tepeden manalı manasız bir hayli söz söylendikten sonra Nafiz Efendi, şu aralık garip bir hâle tesadüf edip etmediğini Daniş Çelebi’den sormakla o da, “Efendim! Geçen gece başıma bir hâl geldi. Hikâye edecek olsam hayrette kalırsınız.” diye şu olayı hikâye etti:

      “Geçen gece Buharalı Şeyh Gergevani bizdeydi. Bilirsiniz ya! Sanatta ortak olmalarından dolayı annem cariyenizin pek eski ahbabı ve kafadarıdır. Yine simya ilminden bir sanat icra edeceklermiş. Çoğunlukla bu gibi ameliyatı yalnız ikisi icra ederler. Zira bunu ikisinden başka adamın gözü görecek olursa tılsımı bozulur.

      O akşam da benim biraz moralim yerinde olmadığından evimden dışarı çıkmaya gücüm yoktu. Şeyh Gergevani tebessümle yanıma gelerek, dedi ki: ‘Daniş Çelebi! Bizim simya çömleği yoluyla, erkânıyla kaynatmak için sizin burada bulunmamanız gerekir. Fakat bu gece siz bizi yalnız bırakacak bir hâlde değilsiniz. Dolayısıyla, size garip bir seyahat verdirmeyi kurdum ki hem yorulmaksızın bu âlemden başka birtakım ulvi âlemlere seyahat edeceksiniz, hem de biz yalnız kalıp işimizi göreceğiz. Benim sanattaki maharetime valideniz hanımın da güveni vardır. Yani asla tehlikede bulunmayacağınıza siz de emin olacaksınız. Sizi öyle bir âleme göndereceğim ki zevkine, sefasına doymak mümkün olamaz. Ben bu iyiliği, her zaman herkese yapmam.’

      Zaten şeyhin iktidarının derecesi gözümde yüksek olduğundan ve bazı kitaplarda okuduğum fıkra ve gerçek hikâyeler üzerine böyle bayağı bir âlemin üzerinde birtakım ulvi âlemlere seyahatini pek çok zamandan beri arzu etmekte bulunduğumdan şeyhin teklifini büyük bir minnetle kabul ettim.

      Şeyh kalktı. Bir bardak şerbet getirdi. Kim bilir içine hangi duaları okudu! Ben onu içtikten sonra, kendimde bir değişim hissetmeye başladım. Öyle bir değişim ki âdeta kendimden geçmekte olduğumu görmekteydim. Yalnız kendi hâlim değil; âlemin hâli de değişmeye başladı. Şöyle ki: Oturduğum odanın tavanı yükseldikçe yükselip ta semaya çıktı ve gökyüzünde bir nokta gibi görünür oldu. Dört duvar da yöneldikleri istikamete doğru uzaklaşmaya başladılar. O kadar ki her biri dört taraftan binlerce saat mesafelerde birer beyaz nokta gibi kaldı. Nihayet ben, kendimi koca bir çölün orta yerinde buldum.

      Ne yeşillik! Ne ağaçlık! Ne, ne sahra! Her taraftan dereler çağlar. Her taraftan kuşların bir başka latif şekilde güzel sesleri gelir.

      Aklımı başıma almak için oturdum. Etrafı bir hayli seyrettim. Sonra rastgele bir tarafı tutup yürümeye başladım. Gittim gittim. Karşıma bir bahçe ve ortasında bir saray çıktı ki, dillerle vasfı mümkün değildir. Bir hayli daha yürüdükten sonra dış kapıdan bahçeye ve sonra iç kapıdan saraya girdim. İrem Bağları dünyaya tekrar çıkmış zannettim.

      Ben saray kapısından girer girmez, seksen yüz kadar peri yüzlü kızlar el çırparak, alkışlayarak beni karşılamaya koştular. Koltuklarıma girerek ve ‘Efendimiz! Nice zamanlardan beri sultanımız hazretleri gelip burayı şereflendirmenizi bekliyorlar.’ diye taltifler ederek yukarıya çıkardılar. Bir büyük oda, bir geniş sofa, onun üzerinde bir sultan ki doğan ayın on dördü!

      Beni görünce lütfen eğildi ve nice iltifatlı diller dökerek gelişimi kutlayıp büyük bir saygı gösterdi. Artık hangi birini söyleyeyim? Bir tarafta karma eğlence, bir tarafta çalgılar, çengiler. Bir tarafta güzel sofralar kurulu. Yedik içtik. Zevkler, sefalar ettik. Dünyada ömrümün en mesut dakikaları aranır ise orada geçirdiğim dakikalar bulunur. Ah! Keşke ben o gece vefat ederek ahirete ağız tadıyla gitmiş olsaydım. Fakat insanın her istediği gerçek oluyor mu? Bir de sabah olunca gözlerimi açayım ki bizim fakirhanedeyim.

      İşte efendim! Simya ilminin şöyle bir görülmemişine tesadüf ettim. Ama Şeyh Gergevani hazretlerinde ne maharet! Herif İbn-i Sina kesilmiş gitmiş. Aralarında şu fark var ki İbn-i Sina birçok şeyi bir anda ve kısım kısım gösterir. Şeyh Gergevani ise bir geceyi yine gecenin müddeti içinde gösteriyor.”

      Daniş Çelebi, şu anları hikâye ederken gerek Engürusizade ve gerek dalkavuklar birbirinin yüzüne bakışıp, bıyık altından gülüşüyorlardı. Ama bunu kinayeye yormayınız. Hikâye edilen hayat, yalan değildi. Zira Daniş Çelebi tek kelime yalan söylemezdi. Çok görülmüştür ki, pek çok ahmak olanlarla, mecnunlar yalan söylemezler. Yalan söyleyenler ise, daha çok cin fikirli ve sözü çok süsleyip uzatan adamlardır. Onlar sadece, valide hanım efendinin Şeyh Gergevani ile simya çömleğini kaynatmak için Daniş Çelebi’ye bu âlemin dışında ulvi âlemlere kadar seyahat verdirmeye lüzum görmüş olmalarına gülüyorlardı.

      Yoksa hakikatte Daniş Çelebi’ye böyle bir seyahat ettirecek kadar simya ilmini öğrenmek pek kolaydır. Beş on paralık esrar macunundan yapılmış bir şerbet Daniş Çelebi gibi zaten evham ve hayallerine kendi kendisince de vücut veren bir mecnun üzerinde uygulayıp bu etkiyi göstermek pek zor değildir.

      ALTINCI BÖLÜM

      İşte

Скачать книгу