Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar - Ахмет Мидхат страница 12

Жанр:
Серия:
Издательство:
Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

Besbelli ki oğlu da babası gibidir.”

      Mehtap’ın Mustafa Kamerüddin Bey’i güya derhâl tanımış da verdiği hükümdeki isabetten eminmiş gibi davranması Afitap’ı bir hayli güldürdü. Dedi ki:

      “Acele etme kardeşim! Daha ‘dün bir bugün iki’ denilecek kadar da zaman olmadı. Ne kadar olsa küçük bey gençtir. Senin ümidin benden daha kuvvetlidir. Hem senin arkandan dikkatli nazarlarını ayırmayacak bir hanım da yok!”

      “Orası öyle ama…”

      İşte iki cariye arasında bu suretle başlayan hasbihâlleri epeyce bir vakit uzadı gitti. Nihayet ikisinin de uykusu galebe ederek koyun koyuna yatağa girdiler, uyuya kaldılar.

      Zaten bu biçare cariyelerin hasbihâlleri bizce ikinci üçüncü derecelerde bile dikkate değmeyeceğinden, yalnız konak içerisinde şöyle iki kalp sahibi daha bulunduğunu hatırlatarak odadan çıkmış olan ana ve oğla dikkatlerimizi çevirmemiz lazım gelir.

      Bunlar iz kaybetmek için evvela her biri kendi odasına çekilmiş idiler. Aradan yarım saat zaman geçtikten sonra Feride Hanım şamdansız olarak kendi odasından yavaşça çıkmış ve oğlunun odası kapısına parmaklarının tersi ile ve büyük bir dikkat ile “tık tık tık tık” dört defa vurduktan sonra Demir Bey’in iş odasına doğru gidip kendine mahsus anahtar ile kapıyı açmıştı.

      Mustafa Kamerüddin Bey de mumsuz olarak kendi odasından çıkıp validesinin arkası sıra pederinin iş odasına vardı. Orada ana oğul anahtarı kapının dış tarafından çıkarıp iç tarafındaki deliğe sokarak kapıyı yavaşça kapadıktan ve anahtar ile kilitledikten sonra odanın pencerelerini, perdelerini de indirip sağlam kapattılar. Sonra Demir Bey’in her zaman kullanmakta bulunduğu yağ tenekesi içine Feride Hanım’ın beraber getirdiği idare fitilini koyup şu suretle peyda olan kandili yaktıktan sonra dolabın da kapısını açmaya davrandılar.

      Şu hâlde bu iki zatın heyecanlı ve endişeli telaşları görülseydi oraya mutlaka bir cinayet maksadıyla gelmiş hırsızlara teşbih olunurlardı.

      Ama ne tuhaf manzara! Yanmakta bulunan fitil odayı tamamıyla aydınlatmaktan aciz! Dolayısıyla oda içindeki adamların işbu fitile karşı hasıl ettikleri gölge kendi tabii büyüklüklerinin birkaç misli büyük olarak öteye beriye gezindikçe ışığın yalnız bir tane olmasından dolayı o kocaman gölgelerin hareketleri kendilerinden daha hızlı hareket ediyordu. Kandil yerde bulunduğu için bunların gölgeleri yalnız duvarın yüksekliği kadar değil tavanı da istila ediyordu. Dolayısıyla büyük cüsseli adamlar sanki odaya sığamadıklarından cinayetlerini gerçekleştirmek için iki büklüm olmuşlar ve arkası sıra şuraya buraya doğru korkuyla koşuşuyorlar zannolunurdu.

      Kâh öyle bir vaziyette yüz yüze bulunuyorlardı ki, yüzlerinin kandile karşı olan tarafları epeyce uzaktan gelen odanın ışığını yarı yarıya azaltıyordu. Bazen de âdeta oda kararıyordu. Dolayısıyla heyecanlı ve telaşlı bir hâlde bulunmasalar da birbirinin yüzüne dikkatlice bakabilselerdi birbirlerinden korkacakları aşikârdır.

      Kendi haneleri içinde âdeta bir odayı soymaya çıkmış gibi olan şu ana ile oğul, aynen diğer adi hırsızlar gibi kendilerini ele verecek takırtılardan, patırtılardan korkuyorlardı. Hatta serbestçe konuşmaya bile çekiniyorlardı. Bir cinayet maksadıyla yola çıkmışlar gibi aralarında boğuk boğuk sesler ile konuşuyorlardı.

      Gerçi şu odayı ilk incelediği zaman Feride Hanım korkunun bu derecesine lüzum görmemişti. Âdeta kendi odasının kapısını ve dolabını açtıran bir kadın gibi rahat davranmıştı. Fakat o zaman Demir Bey, hayatından ziyade mematına yakındı. Şimdi öyle mi? Hayata gereği gibi yaklaşmıştı. Odası içinde ufak tefek gezinmeye bile muktedir oluyor. Ya bir şeyden şüphelenecek olursa? Demir Bey gibi adamların şüphesinden, gazabından her zaman korkulur.

      Eğer Feride Hanım, her ne olursa olsunu göze aldırmış bulunsa idi korkuların bu derecesine hiç lüzum kalmazdı. Fakat tedbirli kadın, oğlunu tamamıyla kendisine taraftar yapmak için işin sonunu getirene kadar tedbiri elden bırakmak istemiyordu.

      Kısacası bütün tedbirler alınarak dolap açıldı. Feride Hanım Fransız askerî zabitlerine mahsus olan köhne üniformaları, şapkaları filanları ortaya sererek nihayet bir eline nişan mahfazalarının saklı olduğu torbayı ve diğer eline kâğıtları, resimleri filanları alarak dedi ki:

      “İşte oğlum! Pederin hakkındaki zanlarımı tam hakikat olmak üzere bana hükmettiren şeyler bunlardır! Ah, meğer yirmi beş yıldır bir Fransız ile yaşamışım. Meğer sen de bir Fransız soyundan inmişsin!”

      Bu söz validesinin bedbahtlığından ziyade Mustafa Kamerüddin Bey’in bedbahtlığını gösterecek bir surette söylenmişti. Hâlbuki Mustafa Kamerüddin, o zamana kadar pederini ifrat derecesinde sevmişti. Durum böyle olduğundan, validesi bu sırları bu şekilde ona açtığı zaman, velev ki pederi aleyhindeki bu sırlar doğru çıksın, validesi gibi olumsuz düşünmüyordu. Dolayısıyla validesinin sözüne cevaben demişti ki:

      “Kendini ümitsiz üzüntülere kaptırma anacığım! Velev ki pederimin aslı Fransız olsun. Avrupalılardan din değiştirip Osmanlı hizmetine girmiş yalnız benim pederim mi vardır? Bir Hristiyan, Müslüman olduktan sonra, senin benim gibi kalubeladan beri Müslüman sayılır.”

      İki elinde bulunan torba ve paketi oğluna uzatmış bulunduğu hâlde Feride Hanım oğlundan bu sözleri işitince ellerini geriye çekti ve bunları oğluna vermek istemiyormuşçasına bir tavır ile dedi ki:

      “Vay Mustafa! Senden bu cevapları alayım diye mi seni sırlarıma ortak ettim?”

      “Anacığım! Ben verdiğim cevabı senin gibi bir ümitsizlik üzüntüsüne kapılarak vermedim. Daha normal ve sakince verdim. Şu eşya babam hakkında beyan ettiğin zanları ispat edebilecekler gibi görmüyorum. Hâlbuki bu zanlar sabit dahi olsalar bundan dolayı babam mahkûm olamaz. Düşünmeliyiz ki sen yirmi beş yıldan beri, ben kendimi bildim bileli bu adamın Fransızca bildiğine olsun vâkıf olamamışız. Demek oluyor ki babam mensup olduğu milleti tamamıyla terk etmiş.”

      “Şimdiye kadar bizi niçin aldatmış? Doğrusunu niçin söylememiş? ‘Yahu benim aslım şuydu, ama şimdi şuyum!’ deseydi boğazına mı sarılacaktık?”

      “Orasını bilemem. Bildiğim şey, babamda sevilmeyecek, beğenilmeyecek hiçbir hâl olmamasından ibarettir. Aslının Fransız olması bile benim bu hükmümü redde medar olamaz. Hele ver şunları bir göreyim. Zaten işin hakikatine vasıl olmaksızın her ne söylemiş olsak boş ve beyhudedir.”

      Feride Hanım oğlunun son sözünden yine ümitlendi. Torba ve paket içinden çıkacak eşya elbette pederinin asıl mensubiyeti hakkında oğlunda hiçbir şüphe bırakmayacağını dikkate alarak Mustafa Kamerüddin Bey’e yere oturmasını işaretle, kendisi evvela nişan mahfazalarını havi olan torbayı açtı. İçindeki mahfazaları birer birer çıkarıp kapaklarını açarak sıra ile oğlunun önüne koymaya ve Mustafa Kamerüddin de bunları birer birer eline alarak temaşadan sonra kendilerinden daha uzak bir yere yerleştirmeye başladı.

      O anda bu nişanların her biri bu bilinmez şahsın sırlarının keşfi hususunu ortaya koyan deliller olarak ortadaydı. Mustafa Kamerüddin simasında peyda olan tatmin alametlerini validesine gösterip anlatıyordu.

Скачать книгу