Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar - Ахмет Мидхат страница 9

Жанр:
Серия:
Издательство:
Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

Bey de karısının yüzüne bakmaktaydı. Bu bakışta iki mana olabilirdi. Birisi tercüme edilmek lazım gelse:

      “Böyle bir oğla malik olduğundan dolayı sen de kendini bahtiyar buluyorsun ya?” demek oluyor idiyse de diğer mana daha parlak olabilirdi. Zira biraz evvel hastalık hâline, cinnetine filanına dair zevcesine teşekkür yolunda söylemiş olduğu sözlere şimdiki söz de ilave edilince karısının yüzüne bakışı:

      “Hastalığım ve dalgınlığım zamanında bende görmüş olduğun acayip hâlleri oğluma söylediğin zaman oğlumun benim hakkımda vukuya gelecek nefretini şimdiden affettirmeye çalışıyorum. Sen de ona göre lütfet, mürüvvet buyur, merhamet eyle!” manasını ifade edebilirdi. Hatta Feride Hanım nezdinde bu bakışın asıl manası da bu oldu.

      Pederi tarafından gösterilen arzu üzerine Mustafa Kamerüddin Bey üç seneden beri Paris’te nasıl zaman geçirdiğini ve özellikle bu müddet zarfında İstanbul’a üç defa gelebilirdi. Yani yaz mevsimlerinde tatil zamanlarını İstanbul’da ailesinin yanında geçirmek mümkün görülürken niçin gelmediğini anlatmaya başladı.

      Konuşmasından özetle anlaşıldığına göre Mustafa Kamerüddin Bey bu tatil zamanlarını Paris’te de geçirmemiştir. Senenin dokuz ayını tahsilde geçirdiği esnada tatil zamanlarını hangi memlekette geçirecek ise o memleketli olan talebeden birkaçıyla dostluğu ileriye götürerek imtihanlardan sonra onların memleketlerine gitmiştir. Bu suretle ilk senenin tatil zamanlarını İtalya ve İsviçre’de ve ikinci senenin tatil zamanlarını Almanya’da geçirmiştir. Bu sene de İngiltere’ye gidecekken pederinin hastalığı üzerine İstanbul’a gelmiştir.

      Tahsili, yol ve köprüler daha doğrusu bayındırlık mühendisliği olduğu gibi Avrupa’yı bu suretle gezmesi iyi olacaktı. Bu şekilde hem memleket ve milletlerin hayatları hakkında bir tetkik ve hem de yolların şose, tren ve tünel gibi çalışmalarını bizzat yerinde görüp incelemek olduğunu babasına anlattı.

      Hatta boynundaki yol çantasından birtakım kâğıtlar çıkardı ki, bunların bazıları diploma ve bazıları da muallimlerinden aldığı takdirname belgeleriydi. Birtakımları da en muteber gazetelerin kendi hakkındaki övgü ve sitayişine dair idiler. Bunları babasına okudu. Fakat babasının Fransızca anlamadığını bildiği için tercüme de ediyordu.

      İşte bu tercüme esnasında Feride Hanım’ın hafif tebessümleri pek manidar idiler. Fakat Mustafa Kamerüddin Bey validesinin yüzüne bakmadığı için tebessümü göremediği ve görse bile manasını anlayamayacağı gibi Demir Bey de olanca dikkatini oğluna hasretmiş olduğundan karısına hiç dikkat etmiyordu.

      Babası sordu ki:

      “Resmi de ileriye götürdün mü, resmi? Resmi… Çünkü biliyorsun ya? Mühendislik senin seçtiğin bir meslekti; ressamlık ise benim seçtiğim bir meslek.”

      “Evet babacığım! Ben de kendi seçtiğim mesleğe uymam için verdiğiniz müsaadenin şükranı olarak size ressamlığa da çalışacağımı vadetmiştim. Bu vaadimi de ifa ettim. Resmi epeyce ileriye götürdüm. Gerçi resim yarışmasına kabul olunamadım ve eserlerimi sergiye koyduramadım ise de size bu konudaki bilgimin derecesini de şununla tarif edeyim ki, zeminleri Şark’a dair olmak üzere yaptığım levhaları yüzerden ikişer yüz ellişer franga kadar satabildim. Bu suretle sattığım resimlerin numarası on dörde ulaştı. Hatta bu yüzden kazandığım para ile de kendime epeyce mükemmel bir kütüphane tedarik ettim.”

      “Hâlbuki o paraları yiyebilirdin. Kendi kazandığın parayı kendi istediğin gibi yemene kim mâni olurdu?”

      “Bu paraları kendi istediğim gibi yemek bence kitaba vermekti. Sayenizde validemin tahsis etmiş olduğu ayda iki yüz frank ise beni öğrencilik âleminde pek güzel idare ediyordu.”

      “Senin gibi kanaatkâr, iffetli ve çalışkan olan çocuktan beklenecek hareket zaten buydu. Dolayısıyla kazandığın parayı başka bir yolda harcamış olsaydın yine mesul olmaz ve gençlik nedeniyle mazur görülürdün.”

      “Ben Paris’e gençlik nedeniyle mazur görülecek surette yaşamaya gitmedim! Tahsile gittim. Yaşamak ile tahsil maksadı birbirine uymayacak şeylerdendir. Bundan sonra sayenizde istediğim gibi yaşayabilirim.”

      Hasta ihtiyar gözlerini göğe dikti. Ağzından söz çıkmıyor idiyse de bu tavrı oğlunu takdis ettiğine delalet ediyordu. Müteakiben oğlunun başını iki solgun ve titreyen elleri arasına alarak defalarca ve büyük bir istekle öptü.

      Nekahet hâlinde bulunan hastayı tahammülünden fazla yormak üzüntüyü sebep olur ki, bu üzüntüden de hastalığın tekrarı derecesinde fenalıklar vukuya gelebilir. Şu noktadan olaya bakınca, Demir Bey, oğlu Mustafa Kamerüddin Bey ile ilk görüşmesinde bu kadar meşguliyeti biçareyi lüzumundan fazla olarak yormuş olacağını yine Feride Hanım dikkate aldı ve:

      “Kavuşturan Allah’a çok şükür! Bundan sonra istediğiniz kadar görüşüp konuşmaya vaktiniz vardır. Ancak daha fazla yorgunluğa sebep olmamak için bugünkü mülakata artık son vermelidir.” demesiyle bu söz gerek hasta ve gerek oğlu tarafından memnuniyetle kabul olundu. Hastayı rahatlatmak için yatağına koydular. Ana ile oğul ise diğer odaya çekildiler.

      Feride Hanım’ın kocası hakkındaki kötü zannı malumumuz olduğu gibi baba ve oğul tarafından hoş karşılanan şu teklifi de kadının kötü niyetine vermezsiniz değil mi? Oğul ile baba arasında mülakatın uzaması ve muhabbetli sözlerin çoğalması, bunların birbiri hakkındaki takdirlerini daha ziyade kuvvetlendireceği zannıyla Feride Hanım sadece buna meydan vermemek için oğul ile pederi birbirinden ayırmış olacağına inanmak da istersiniz değil mi? Hâlbuki biçare Feride Hanım aleyhinde bu derecelere kadar vesveseli olmayınız. Feride Hanım’ın bu hareketi hemen oğlunu babasından ayırıp da:

      “Gel! Gel! Artık o ne olduğu belli olmayan herif ile mülakat yetti. Gel biraz da beni gör ki, onun hakkındaki düşüncelerimi sana hikâye edeyim. Bak o zaman da babanı muhabbete layık bir adam bulur musun?” demek için değildi. Oğlu ile bu hasbihâli açmaya her zaman vakit bulabileceği zaten bilinen bir şeydi. Feride Hanım hakikaten hastayı fazla konuşturarak yormamak için o düşüncesini ortaya koymuştu. Bunu ortaya koymakla isabet de etti.

      Oğlu ile diğer odaya geldikleri zaman ise Demir Bey hakkındaki zanlarına dair hiç söz açmadı. Muhavereleri yine baba ile oğlun muhaveresi suretinde devam etti. Yani bir yandan Feride Hanım oğluna babasının hastalığı müddetinde ne kadar zahmet çekip ne derecelerde korktuğunu anlattığı gibi diğer taraftan da Mustafa Kamerüddin Bey üç senedir Avrupa’da kaldığı vaktini nerelere sarf etmiş ve neler öğrenmiş bulunduğunu validesine anlatıyordu.

      Baba ile oğul arasında vuku bulduğu gibi oğul ile valide arasında da sarmaşıp koklaşmayı ve öpüşmeye sebep olan pek çok hâller vukuya geldi.

      Nihayet akşam oldu. Demir Bey tarafından gösterilen arzu üzerine ana, baba ve oğul üçü birden sofraya oturdular. Demir Bey tabip tarafından izin verildiği derecelerdeki yemeğini kendi tabağında yediği gibi yiyemeyeceği ve fazla gelen yemeğini de oğluna ikram etmekteydi. Bu akşamki sofranın neşesi hakikaten ne kadar tafsil edilse yeridir. Bu ferahlık ise hasta üzerinde şifa bulma anlamında büyük tesir gösterdiğinden dakikadan dakikaya kuvveti arttığı âdeta ayan beyan görülmekteydi.

      Yemekten sonra misafiri bundan sonra kendisine mahsus olması lazım gelen yatak

Скачать книгу