Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 4

Жанр:
Серия:
Издательство:
Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı? - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

“Evet, evet, hava panpuruyla!” diyordu.

      3

      Edip Münir bavulunu Yahudi evinden kurtardıktan sonra elinde bu ağır yükle Sirkeci’nin arka sokaklarından Eminönü’ne kadar geldi. Şimdi ne yapacaktı? Pansiyonda oturduğu birkaç ay içinde kurtulmuş olduğu serserilik hayatı o dakikadan itibaren yine başlamıştı. Ev yok, bark yok. Cepte para yok. Fakat İstanbul’da kendi durumunda pek çok kimse vardı. Onlar nasıl yaşıyorlardı? Hırsızlık, yankesicilik, dolandırıcılık istenir hâllerden değildir ama her yanı nimet dolu koca bir şehir içinde açlıktan ölmek de o fenalıkları yapmaktan elbette daha korkunçtur.

      Pansiyonda iyi kötü yattı, kalktı. Yedi, içti. Bir buçuk aylık ücreti vermeden sıvıştı. Kuşkusuz bu bir ahlaksızlıktır. Ama ahlak daima gübrelenmeye, sulanmaya ihtiyacı olan bir fidana benzer. Bu bakımdan yoksun kalınca kurur. O anda günün ahlaklı sayılan bütün insanları Münir’in durumuna düşmüş olsalar, onların içinde bu kelimenin yaraşığı uğruna kendini feda edecek kaç kahraman bulunabilir?

      Hayat kavgasının en son sınırlarına gelince ahlakla ilişki kesilir. Yaşamak ihtiyacı her şeye üstün gelir.

      Hiçbir hırsız, hiçbir dolandırıcı, yani namuslu adamların emeklerinden çalarak yaşayanların hiçbiri, bu çalıp çırpma kötülüklerini ahlak yasalarıyla karşılaştırarak bir bağış dileme noktası aramaya kalkışmaz. Edip Münir böyle bir düşünceden çekinmediği için o profesyonellere bakınca kendini ahlak düşüncelerinden büsbütün kurtulamayan bir amatör sayıyordu.

      Hele bu “namuslu adamların emeklerinden çalarak yaşayanlar” cümlesi önünde bir ikinci irkilişle durdu. Dünyada ahlakın en yüce doruğuna yükseldikleri kabul edilen tarafsız bir kurul toplanıp da yeniden bir yasa yapsalar “namuslu kimselerin emeklerinden çalmak” sözünün peyda edeceği çatal çutal anlamları içine alan tam bir gerçekçilikle ve hak gözetirlikle bağdaştırmaya nasıl imkân bulabileceklerdi? O zaman toplumun, yasal bir kılığa sokarak çaldıklarına bakınca adi sokak hırsızlarının aşırıntıları, adam sen de denecek bir hafiflikte kalırdı. Edip Münir böyle düşüne düşüne kendini tramvay ve otomobil tehlikelerinden sakınarak Eminönü kalabalığı içinden Balıkpazarı’na doğru yürüdü. Acaba izleniyor muydu? Bir polise rastladıkça başını çeviriyor ve hızlanıyordu.

      Asmaaltı tüccarlarından bir Hacı Ömer Efendi vardır. Baba dostu bir adam… Başı sıkıldıkça Edip Münir ona koşar. Fakat bu eski kafanın bitmez tükenmez öğütlerinden yıldığı için pek bunaldığı anlarda bu kapıyı çalar. Bugün yine böyle bir zorunlukla öğüt dinlemek sıkıntısına katlanarak elinde bavuluyla biraz süklüm püklüm Hacı Ömer Efendi’nin mağazasına damladı.

      İhtiyar tüccar mağazanın bir köşesindeki küçük camlı bölmenin içinde defterleri karıştırarak sekreterine bir şeyler yazdırıyordu. Münir’i görünce bir süre aldırmadı. İşini sürdürdü. Delikanlı yürek çarpıntısı içinde ayakta bekledi.

      Nihayet defterleri kapatarak misafirine döndü:

      “Ooo Münir oğlum, çoktandır görünmüyordun. Nereden esti bugün böyle? Bilirim başın çok sıkılmadıkça bana uğramazsın.”

      Edip Münir ezgince bir suratla:

      “Ne yapayım efendi babacığım, geçinme derdi bu…”

      Tüccar tekrar etti:

      “Geçinme derdi… Ne geçinmez hâlin var canım? Tek başına, güçlü kuvvetli bir gençsin. Annen Ankara’ya erkek kardeşinin yanına gitti. Küçük kardeşin Cemil’i ablasına bıraktı. Biliyorum, enişten seni eve sokmuyor. Nazif Bey fena bir adam değildir. Kabahat kimde?”

      Edip Münir ümitsiz bir gülümsemeyle:

      “Eniştem Nazif Bey elbette fena bir adam değildir. İki yüz lira aylığı olan bir kimse fena olur mu hiç? O aylığı bana verseler dünyada benden daha iyi bir kimse bulunmaz.”

      “İki yüz lira aylık böyle seninki gibi ağız dolusu bir söyleyişle çok görülecek bir para değildir. Çalış çabala, senin de o kadar bir gelirin olabilir.”

      “Bu sizinkisi eski sistem düşünüştür.”

      “Sistemle düşünmek ne demektir? Bunu ben bilmiyorum.”

      “Siz her kazancı ille de bir çalışma karşılığı sanıyorsanız aldanıyorsunuz.”

      “Bazen şanstan gelen zenginlikler de olabilir. Fakat bu pek seyrek görülen bir şeydir. Ağzını havaya açıp da şanstan böyle bir lütuf beklemek, öylece durmak nasıl olur?”

      “Her kazanç ona harcanan kalori ölçüsünde para getirmez.”

      Hacı Ömer Efendi yüzünü ekşiterek:

      “Ben böyle kalori malori gibi yeni kelimelerden pek bir şey anlamıyorum.”

      “Ben de sizinle Enderun ağzını konuşamam.”

      Hacı Ömer Efendi başını ve sözünü dikleştirerek:

      “Enderunu ağzında öyle bir hakaret sakızı gibi çiğneme! Genç olmak, geçmişi ulu orta aşağılatmak için bir bağışlanır sebep değildir. Bilgisizlik küstahlıktır. Temsilcilerine her şeyi aşağılık gösterir. Enderun dili, Enderun edebiyatı bugünkü Türk’ün geçmiş kültürüne ait bir tarih parçasıdır. Her kuşak kendinden önceki kuşaktan doğar. Damarlarında atalarının kanını taşır. Babasını kötüleyen adam soyca kendi kendini alçaltmış olur. Bu suretle geçmişe dil uzatışımız kendi soysuzluğumuzu açığa vurmak demek değil midir? Hiçbir iyi şey kendinden öncekine fena demekle daha iyileşmiş sayılmaz. Sözü bırakıp işte, yapıcılıkta kendini göstermelidir. İlerleme merdiveninde yükseldikçe aşağı basamakların çürüklüğü karşısında durmadan propaganda yapmak ağırbaşlı bir soyun şanına yaraşmaz. Bu kendi kendine görülecek bir şeydir. Gözlere sokmak için bu gerçeğin etrafında yaygaralar koparmak, yapılan yani övünülen şeyin kuvvetinden şüphe etmek demektir. Ciddiliği yaygaracılıktan üstün tutalım. Babasına söven çocuğun eğitiminden kim emin olabilir? Bu bir erdem değil ahlakça bir düşkünlüktür.”

      Edip Münir sabırsızlanarak:

      “Oo hacı efendi, coştunuz! Bir Enderun kelimesinden bu kadar laf çıkarabilmek için sizinki gibi yıllanmış bir kafa gerek.”

      “Evet, yıllanmış kafa, beğenemedin mi? Ben de vaktiyle bir kalem efendisi, gazetelere şiir, makale gönderen bir şair, bir yazar taslağı idim. Ben de yabancı dilleri öğrenmeye heves etmiştim. Bu memlekette dimağ için çalışmaktansa mideye hizmet etmeyi daha kazançlı buldum. İşte bu tonoz altı cam bölmesine girdim.”

      Edip Münir alaylı:

      “Ölmeden kendinize türbe yapmışsınız!”

      “Türbe say, ne sayarsan say. Gördüğün bu tonozla bu cam oda beni zamanın edebiyata ait ahlaksızlıklarından koruyan bir hisardır.”

      Edip Münir, ihtiyar adama çatılmış kaşların altında birden parlayan gözlerle

Скачать книгу