Gürcü Kızı yahut İntikam. Ахмет Мидхат

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gürcü Kızı yahut İntikam - Ахмет Мидхат страница 7

Жанр:
Серия:
Издательство:
Gürcü Kızı yahut İntikam - Ахмет Мидхат

Скачать книгу

atan bizzat Prens Danyal’dır. Dayak yiyen de yetmişlik mi diyeyim, seksenlik mi diyeyim, hatta doksanlık bile desem layık olacak bir yaşlıdır. Gerçi buraların yaşlılarında öyle bizim yaşlılar gibi çirkin bir şey görülemez. Yüz yaşında Gürcü bulunur ki, hâlâ vücudu zinde olup bunaklık gibi, titremek gibi ayıplanacak şeylerden uzaktırlar. Dişleri bile düşmeyip gençlik zamanlarındaki paklığını, parlaklığını, kuvvetini muhafaza ederler. Onların doksanlık adamları bizim altmışlık adamlarımızla ancak kıyas kabul edebilirler ise de insan bu yerlerin ahvalini öğrendiği zaman bizim memleketler ahalisine kıyasen ancak altmışlık diye tahmin edebileceği yaşlılara yirmi otuz yaş daha eklerse büyük bir hata etmemiş olacağına emniyet edebilir.

      Kısacası Prens Danyal saygı ve sevgiye layık olan bir ihtiyarı dövüyor. Ama nasıl dövme! Haşmetle kaldırdığı sopaları o haşmete münasip kuvvet ve şiddetle indirecek olsa ihtiyarın ne derisi, ne kemikleri tahammül edemez ve vücudu dilim dilim döküleceğine asla şüphe olunamaz. Fakat Prens Danyal büyük bir hışım ve sertlikle kaldırdığı sopaları o kadar hafif indiriyor ki, değneğin kendi ağırlığı bile şiddetinin artmasına yardım etmiyor. Değnek yaşlının vücuduna ya değiyor ya hiç değmiyor.

      Bu garip suretteki darbe bir komedya mı diyelim dediniz? Komedya olması lazım gelse yaşlı adamın feryat ve figanlarını görenlerin kahkahalarla gülmeleri gerekecek. Hâlbuki hiç kimsenin tavrında tebessümün en cüzi eseri bile yok. Yaşlı adam büyük bir gazapla kalkan sopaları o gazaba münasip kuvvet ve şiddetle inerek yemiş gibi öyle haykırıyor. Hazır bulunan adamlar da böyle elemli bir işkenceye düçar olan biçare yaşlıya merhametle beraber o kızgın prenslerinden ne surette korkması lazım gelirse o surette korkarak bu hâli temaşa ediyorlar.

      Çıldıracak garabet değil mi?

      Bir aralık bu hâli, Gürcülerin dinlerinin gereklerinden bir şey zannıyla tercümanım Mihran Baron’u çağırıp hem durumu kapı aralığından ona gösterdim hem de bu hâlin dinî ve kavmi âdetlerinden mi olduğunu sordum. Tercümanım dedi ki:

      “Gerçi ben Ermeni’yim onlar da Gürcü iseler de Gürcüler de herhâlde Hristiyan’dırlar. İslam olan bir kısmı da var ise de gerek İslamiyette ve gerek Hristiyanlıkta bu gibi garip âdetler yoktur biliyorum.”

      Tercümanın bu ifadesi beni pek tatmin etmedi. Dedim ki:

      “Bu işkencenin ciddi bir şey olmadığı işte besbellidir. Keyfiyetin bir latifeden de ibaret olmadığı da ortada bulunduğundan buna mutlaka bir mana verilmelidir.”

      “Vallahi senyör! Ben de bu memleketli isem de böyle bir hâli şimdiye kadar hiçbir yerde ne gördüm ne işittim.”

      “Öyle ise ben bunu prensin kendisinden sorup öğreneceğim.”

      Tercüman garip bir tavırla yüzüme baktı. Sebebini sorduğumda dedi ki:

      “Sakın ayıp etmiş olmayalım senyör! Böyle benim medeni adamlar içinde her sırrı merak etmek iyi bir şey değildir.”

      “Doğru söylüyorsunuz ama bunda sır sayılacak bir şey yok ki! İşte herif akıl dışı olan şu muameleyi apaçık icra edip bizim burada bulunduğumuz müddet zarfında olsun bu gizli işi ortaya çıkarmaması lazım gelirdi.”

      “Sorarsanız bile şunu yoluyla erkânıyla sorunuz ki, misafiri olduğumuz zatı hiddetlendirip kendi kendimizi bir tehlikeye düçar etmemiş olalım.”

      “Tabii öyle olacak değil mi ya! Şimdi siz beni dinleyiniz. Elbette prens biz gitmeden evvel bir daha görüşmeye gelecektir. Sen benim tarafımdan kendisine anlat ki işlerim o kadar acele olmadığı için bugün buradan gitmeyip prenste bir gece daha misafir kalacağım. Bugünkü zamanımı da Peşav nahiyesinin içerilerine doğru köylerini gezip hâllerini tetkikle geçireceğim. Bu arzumuza muhalefet etmezler ya?”

      “Yok!”

      “Zaten şimdiki hâlde ne Ruslarla ne kimse ile savaş hâlinde değiller ki tetkik hususundaki merakımızdan kuşkulanabilsinler.”

      “Hakkınız var efendim!”

      “Eğer akşama kadar bir münasebet düşürüp şu gördüğümüz hâl içindeki sırrı prensten sorarak anlayabilirsek ne iyi. Sorup anlayamazsak, akşam prensin adamlarına sokulup sorgulayabiliriz.”

      Bu müzakerenin neticesini Mihran Baron uygun gördü. Sanki dayak yemiş olan yaşlı adam, o acayip muameleden sonra hiçbir şey olmamış gibi bir odaya çekildiği gibi prens de hususi ikametgâhı olan odasına gitmiş ve bütün adamları da gündüz işleriyle meşgul olmaya başlamış idi.

      Bizim için tekrar uykuya yatmak mümkün olamayacağından biz de kalkıp gittik. Prensin adamları bize bol bol çay, süt, kaymak, taze yumurta ve günlük reçellerden oluşan mükemmel bir kahvaltı getirdiler. Havanın yardımı mıdır nedir biz de bu kahvaltıya mükemmel bir iştiha ile hücuma başladık. Biraz sonra prens gelip mütevazı ve nazik işaretlerle bizi selamladığı gibi tercümana da uzun uzadıya bir şeyler anlatmaya başladı. Tercüman bu sözleri bana:

      “Prens bugün gidişimize müsaade etmiyor. Akşam buraya habersizce gelmiş olduğumuz için bize layıkıyla ikram edemediğinden bahsediyor. Rica ediyor ki, bu akşamı da kendi hanesinde misafirlikle geçirelim. Bize türlü türlü Gürcü yemekleri yaptıracağından başka Gürcü çalgısı dinletecek ve Gürcü oyunları temaşa ettirecekmiş.” diye tercüme edince memnuniyetim son dereceye vardı. Artık evvelki kararı değiştirdik. Sanki biz gitmek arzusunda imiş ve prensin hatırı için kalacakmışız gibi göründük. Yalnız o gün akşama kadar zamanımızı boş geçirmemek için eğer bir mâni yok ise bizi Peşav nahiyesinin içerlerine doğru göndermesini rica ettik. Tercüman vasıtasıyla prens dedi ki:

      “Hayır hiçbir mâni yoktur. Hatta ben de birlikte gelirim.”

      Hane sahibinin böyle bizzat refakatinden daha ziyade memnun oldum. Prens derhâl adamlarına emirler vermeye başladı. Onun verdiği emirleri tercümanım bir yandan bana hikâye ediyor idi ki, ben de malum emirlerin bizim hayvanlara ilişilmeyip kendi hayvanlarından gerek kendisine gerek bize hayvanlar hazırlamasıyla beraber yol için gereken diğer ihtiyaçlarımızın giderilmesine dair olduklarını anlıyordum.

      Şunu da gördüm ki bir Gürcü prensi, kendi adamları üzerinde mutlak amirdir ve adamları ise prensleri karşısında bir cisim gibi tam bir itaat hâlindedirler. Daha önceleri yani Gürcistan’a Rus idaresi girmediği ve siyasi, mülki, askerî ve adli idare işbu prenslerin elinde bulunduğu zamanlarda tebaasının malları, canları da prenslerinin keyiflerine tabi imiş iseler de şimdiki hâlde nüfuz ve hükûmetleri bu derecelerde değildir. Yine de bir prensin adam dövmesine ve hele sövüp saymasına asla karışan bulunamaz. Dayak altında adam öldüğü de nadir değilmiş. Buna da bir katletme nazarıyla bakılamaz. Zaten Gürcüler bu gibi muamelelerden dolayı prensleri aleyhine bir şikâyette bulunamazlar ki! Şayet dövülen vefat etmiş ise veresesine beş on keçi veya bir at veyahut kendi eski elbisesinden birtakım elbise, bir kılıç, bir tek tabanca gibi bir şey hediye eder ise o müthiş muamelesi derhâl unutulup mazlum teşekküre bile mecbur kalır.

      İşte böyle mutlak bir âmir tarafından emrolunan yol hazırlıklarını tamamlamaya memur olanlar hiç ses seda çıkarmadıkları gibi akıl üstü sayılacak bir sürat ve intizamla işlerini görüp bitirerek bizim atlarımızı çektikleri gibi, beraber gelecek olan adamların

Скачать книгу