Ölüler Yaşıyor mu?. Hüseyin Rahmi Gürpınar

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ölüler Yaşıyor mu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 18

Жанр:
Серия:
Издательство:
Ölüler Yaşıyor mu? - Hüseyin Rahmi Gürpınar

Скачать книгу

style="font-size:15px;">      TALAT BEY’İN FLAMMARİON’A KARŞI ÇIKIŞLARI

      Ertesi sabah Talat Bey, yeğenlerinin kitaplığından birkaç kitap seçti. Odasına kapandı.

      Sayfaları karıştırdıkça gerçekten merak çekici satırlara rastlanıyordu.

      Okuduklarından bazılarını özetleyerek aktarıyoruz:

      Var olmak veya olmamak, Hamlet’in bu mezarlık sahnesi her gün gözlerimizin önünde tekrarlanıp duruyor. Düşünürün hayatı, ölümün denetlenmesidir.

      Eğer varlığı, insanlığı hiçbir şeye götürmüyorsa bu komedya nedir? Gerek ona yüz yüze bakabilelim veya görmemek için başımızı çevirelim, ölüm hayatın en büyük olayıdır. Onu incelemek istemek çocukluk havailiğinden ileri gelir. Zira uçurum önümüzde apaçık duruyor. Bir gün bu amansıza yuvarlanacağız. Mesele iskandil edilmesi 23 imkânsız bir derinliktedir. Ne kadar uğraşsak vakit kaybından başka bir şey elde edemeyiz. Bunun sonunu seçmek yersizdir, yollu bir mazeret ileri sürmek manasız bir korku ve tembelliğin doğurduğu boş bir bahaneden başka bir şey değildir.

      Önümüze dikilen bu muazzam soru noktasının karşısında bir cevap istemeden durmak zordur.

      Adil bir Allah var mı? O mu bizi yarattı? Yoksa onu bizim zayıf zihinlerimiz mi doğurdu? Kim kimin yaratıcısı, yaratığıdır bazen bilinmiyor. Adalet sözü de insanların uydurduğu boş bir söz müdür? Zavallı insanlık bu haksızlık, bu kötülük yolunda daha ne kadar sendeleyerek bir ışık aramak için yürüyeceksin?

      Adalet âşığı büyük kalpli, duygulu adam, kendini yokla. Doğanın, yüreğine iyi eğilimler de koyduğunu bazı bazı duyuyorsun değil mi? Bunlardan faydalanmana engel olan kimdir? Doğa dediğimiz bu heyula da nedir? Onda bir azim, insaflı bir amaç, hayırlı bir erek var mı? Yoksa bu koca evrenin yabancı kaldığı adaletli ve insafla duygulanan yalnız bizim yaralı dimağlarımız mıdır? Titremeler getiren ne büyük muammaların karşısındayız.

      Şüphesiz öleceğiz. Hiçbir şey bu kadar kesin değildir. Üzerinde yaşadığımız bu toprak yuvarlağı güneşin çevresinde yüz devir daha yaptıktan sonra sevgili okur, hiçbirimiz bu dünyada bulunmayacağız.

      Ölüme karşı dehşetlenmek duygu zayıflığından gelen bir manasızlıktır. Bunda iki ihtimal var: Ölünce ya mahvolup bütün bütün biteceğiz ya da gözlerimizi bu hayata kapadıktan sonra bir ikinci âleme açacağız. Eğer bütün bütün öleceksek hiçbir şey bilmeyecek, yani ölümü hissetmeyeceğiz. Eğer bir ikinci hayata girerek yaşamayı sürdüreceksek mesele inceden inceye araştırılmaya değer bir nitelik alır.

      Bir gün bu vücut organlarımız çalışmalarını durdurunca cesedimiz milyonlarca moleküllere dağılacak. Bunlar da bitkisel, hayvansal ve insansal öteki organizmalara karışacaklar. Aynı cesedin ikinci kez dirilişe ulaşması teorisi yani dinlerin bu eski iddiaları artık kabul edilmeyecek hurafeler arasına geçmiştir. Ruhsal düşünce ve cevherimiz maddesel organizmamızın dağılmasından sonra gene sürüp gidecekse biz de ikinci hayata geçmekle sevineceğiz. Böyle olunca o zaman bilinçli hayatımız bu şimdikinden daha ileri, daha yüksek bir biçimde sürecektir demektir. Çünkü yaratılışın doğrudan doğruya gelişme tarihini inceleyebileceğimiz gezegen, ancak üzerinde yaşadığımız bu yeryüzüdür. Ve burada da ilerleme kanununun basitten mükemmele doğru ilerlediğini görmekteyiz.

      Ölüm nedir? Şimdiye kadar bu olayı bize açıklamaya çalışan dinlerden, mezheplerden, doktrinlerden hiçbirisi bizi inandırabilecek geniş bir anlatımda bulunamamışlardır; işte bunun için bilmek ihtiyacıyla yanıyoruz. Ve bazıları da doğa kötü hiçbir şey yaratmaz, yapmaz sonucuna gidiyor. Bu ise çok tartışma götürür bir yargıdır.

      Düşünen bir fikir sahibi “Öldükten sonra büsbütün mü mahvolacağız?” sorusu önünde kayıtsız kalamaz.

      Bu vadide ilk bakışta haklı gibi görünen bazı görüşler de vardır. Öldükten sonra gene yaşamak istememiz bu varlığımıza çocukça bir önem bağlamamızdan ileri geliyor. Büsbütün mahvolmamızı doğa için bir kayıp saymak gafletinde bulunuyoruz. Biz de yaratılışta ihmal edilemeyecek bir sayıdayız. Yaradan’ın bizimle de meşgul olması yerinde bir davranıştır. Bu gibi düşünceler de ileri sürülüyor.

      Gerçekten ve hele astronomi bakımından bizim tek olarak varlığımızın değil, bütün insanlığın bile zerre kadar önemi yoktur. Pascal zamanındaki anthropocentrique géocentrique 24 sistemleri inancından yani bütün yıldızlar sisteminin bizim etrafımızda döndüğü ve bütün yaratılışın merkezinin insanlık olduğu gafletlerinden uzağız. Üzerinde yaşadığımız bu dünya nedir? Biz neyiz? Uzayın sonsuzluğu içinde kaybolmuş bir zerrenin üzerinde zerreleriz.

      Ama efendim doğa, en küçük şeylerin içine en büyükleri sığdırmak mucizesiyle bizi hayretlere düşürüyor. Bir zerre de başlı başına bir evrendir. Mademki düşünüyoruz, bu özellik bizde vardır. O hâlde biz de varız. Bu muammaların derinliklerine dalmak isteyenler baş dönmelerine tutularak sığlıkta kalıyorlar.

      Beklediğimiz cevapları bize dinler veremediler. Veremeyecekler… Bunca mabut heykelleri dikildi. Bunca alınlar secdelerde inledi. Lakin bu büyük muamma karşımızda hâlâ Asurlular, Kaldelîler, Eski Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar ve ortaçağ Hristiyanlığı zamanlarındaki heybetle duruyor. Dehşet verici ve dilsiz…

      İnsan kurbanlarıyla beslenen insan biçimindeki tanrıların tapınakları yıkıldı. Hesapsız dinler söndü. Ama ölmezliğin koşullarını araştıran din, insanların bir düşünceye bağlanmaları düğümü önünde öncesiz ve sonrasız, iri yüzüyle sanki onu anlamak isteyişimizdeki saflığımıza gülüyor.

      Döne döne bu soruyu kendimizden soralım: Ölümle yok mu olacağız? Yaşamakta devam mı edeceğiz? Hatiften bir cevap gelmiyor. Buna akıllar hiç ermiyor.

      Bu büyük muammanın kaynağını aramak için göklere yükselen dehaların kanatları çırpına çırpına yoruldu. Ve düştü. Ruhun ölmezliği sorunu modern bilimlerin olumlu bir çözümlemesine ulaşamadı. Ama bazılarının iddiaları gibi muamma olumsuz bir biçimde de çözümlenmiş değildir.

      Genel olarak sanılıyor ki bu öte dünya sfenksinin keşfi büsbütün idrakimizin dışındadır. İnsanın zekâsı bu sırrın zırhını delebilecek bir güçte değildir. Ama hayatta hangi konu bizi bunun kadar ilgilendirebilir? Sonumuzu düşünmekten uzak kalabilir miyiz?

      Talat Bey kitabı masanın üzerine bıraktı. Bir cigara yaktı. Hafif bir gülümsemeyle zihninden şöyle diyordu:

      “Koca feylesof, büyük adamsın. Bundan şüphe etmiyorum. Halkı aydınlatmak için bilimi, teknolojiyi tükenmez bir güçle populariser25 ettin. Kitaplıkları doldurdun. Bu seninki kadar şeref pek az Fransız’a nasip olmuştur. Ama üstat, bu yorucu uğraşın büyük kısmını niçin alçaklara vücut vermek alanında harcadın? Sana gökleri dolduran yıldızlar yetişmiyor muydu ki dehana daima daha ötede ve yokluklar evreninde gezi yerleri aradın?”

Скачать книгу


<p>23</p>

İskandil etmek: Bir işin içyüzünü araştırmak, bilgi toplamak. (e.n.)

<p>24</p>

Anthropocentrique géocentrique: İnsanmerkezcilik, yermerkezcilik. (e.n.)

<p>25</p>

Populariser: Halkın anlayacağı biçime sokmak. (e.n.)