Öteki Hayatlar. Emin Göncüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Öteki Hayatlar - Emin Göncüoğlu страница 10

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Öteki Hayatlar - Emin Göncüoğlu

Скачать книгу

canlanmış gibi, vitesi bire takarak gaza gereğinden fazla basıyor ve geriye doğru sarsılarak kalkıyoruz! Onun için az önce biraz olsun yumuşayan düşüncelerim tekrar sertleşerek öfkeyle ona yöneliyor. Görevini kötü yaparak bizi taciz ettiği için kızgın bakışlarımı yağlı ve çirkin ensesinden hiç esirgemiyorum! Fakat düşüncelerim suratsız sürücüden hemen kopuyor ve babamın insana güç vermeyen, ağzı açık horlayarak uyuyan çehresinde, okulumuzun bahçesinin ücra köşelerinde, asansörün içindeki o itici kokunun, kurban bayramlarında etrafa sinen koyun ve kavurma kokusunu hatırlatmasında, Hasan’ın kırgın sesinde, uzun süredir contası aşındığı için, şıp şıp diye damlayıp sesler çıkaran banyodaki muslukta, evimizin içindeki sessizlikte, babamın her an ölme ihtimalinde, ölümün nasıl bir şey olduğunda, geçen sene tam bu sıralarda televizyonların en acımasız görüntülerle gösterdiği, depremle yıkılmış evlerin, binaların üstlerinde, çaresiz insanların gözlerinde, Cudi Dağı’nda askerlerle girdikleri çatışmada öldürülmüş teröristlerin yan yana yatırılmış cesetlerinde ve yığınla silahta, adının çok sonraları Sadberk olduğunu öğrendiğim yüzü çıkık elmacık kemikli kızın, henüz benden habersiz, saçları yağmurda ıslanmış solgun yüzünde, az önce önünden geçtiğimiz yazlık sinemanın bugünkü terk edilmiş yalnızlığında ve eski kalabalık akşamlardaki neşeli coşkusunda, küçük ve hızlı bir tur attıktan sonra, detayları henüz iyi seçilemeyen önümüzdeki durağa doğru bakıyorum. Hazırlıkları önceden en ufak ayrıntılarına kadar düşünülmüş, bir film sahnesine yaklaşan kamera gibi otobüs, Çınarlı Durak’ı ayaklarımıza getiriyor ve bizi onun uzaktan seçilemeyen detaylarının içine sokuyor.

      Durakta, hepsi otobüsün gelişini seyreden, beş erkek ve onların biraz uzağında duran yüzü çıkık elmacık kemikli kız var! Kalbimin vuruşunun arttığını, ağzımın içinin kuruduğunu fark ediyorum! Diğer bekleyenleri değil, hep onu izliyorum. Bu sabah kısa saçları kabarmış, başını büyük, onu daha çekici ve kadınsı gösteriyor. Oysa o sabah gördüğüm, ıslak saçları alnına ve yanaklarına yapışmış kız daha küçük ve çocuksuydu! onun o sabahki yağmurlarla birlikte kaybolan çocuksu masumiyetini yüzünde ararken dizleri ağarmış kot pantolonu, kahverengi kısa kaşe kabanı ile uyumsuz siyah kaşkolu, siyah botu yine aynı! İlgiyle, iri siyah gözlerini izlerken, o henüz benden habersiz.

      Otobüse en son yine o biniyor. İnce beyaz parmakları ile biletini atışına, suratsız sürücüye ve içeride oturanlara hiç bakmadan, yine o sabahki gibi sürücünün arkasındaki boş koltuğa oturuşuna, tek tek, bakıyorum.

      Biraz sonra otobüsün içi, önümüzdeki duraklardan binen yolcularla iyice kalabalıklaşacak ve ben yüzü çıkık elmacık kemikli kızı yine göremeyeceğim!

      Üniversite Durağı’nda arka kapıdan başka öğrencilerle birlikte iniyorum. Onun ön kapıdan indiğini görüyorum. Yaklaşınca, kısa kahverengi kabanının cep kenarına küçük beyaz bir ip parçasının iliştiğini fark ediyorum. Üniversitenin kapısındaki güvenlikten hızla geçerken, yandan beyaz yüzünü ve biçimli burnunu izliyorum.

      Dış kapıya yakın bir noktada içi polis dolu otobüs dikkatimi çekmiyor ama öğrencilerdeki gerginliği fark ediyorum! Yüzü çıkık elmacık kemikli kız, öğrenci kalabalığının arasında Edebiyat Fakültesine doğru giderken ben de bir süre onun peşinden sürükleniyorum. Sonra durarak izlemeye başlıyorum. Kalabalık öğrencilerin arasında gözden kaybedince geri dönüp Elektrik Mühendisliği binasına yöneliyor, soğuk ve geniş beton merdivenine çıkarken Hasan’ın koluma girdiğini ilgisizce fark ediyorum! Neşeli görünüp ona yönelmeye çabalıyorum. Hasan, bana bir şeyler anlatırken zihnim yüzü çıkık elmacık kemikli kızın peşinde sürüklenmeye devam ediyorum. Hasan’ın bana sorduğu bir soruya cevap vermeyince onu dinlemediğim anlaşıldığında, Hasan bana yine kırılıyor ve ben bunu hiç fark etmiyorum!

      YEDİNCİ BÖLÜM

      Okulda akıl almaz bir gerilim var! Dün ben ayrıldıktan sonra, sağcı ve solcu öğrenciler birbirlerine saldırıp kavga etmişler ve iki öğrenci hafif yaralıymış! Her köşe başında bu kavga ve sebepleri konuşuldu saatlerce. Öğrenciler gibi hocalar da gergin! Öğleden sonra etraf sakinleşiyor biraz.

      Atatürk Caddesi’ndeki konuşkan kalabalık iki yönlü akıp duruyor. Onların arasında tek başıma yine yürüyerek eve dönüyorum. Lokantalar, kırtasiye ve kuruyemiş dükkânları, gezici millî piyango satıcısı, giyim mağazaları, banka şubeleri, sigara satan büfeler, her zamanki yerindeki kestane kebapçısı, korsan kaset ve kitap satanlar, seyyar satıcılar, birbirlerine korna çalan taşıtlarla cadde tam bir panayır yeri gibi.

      Apartmanın önüne geldiğimde yaşlı kapıcımızla karşılaşıyorum. Ağzından tükürük ve tütün kokusu saçarak az önce babamın ekmek istediğini söylüyor. Ön dişlerinden birkaçı dökülmüş, konuşmasını bozuyor. Birkaç günlük sakalının gerisindeki sararmış yüzüne bakarken, biraz daha yaklaşınca sabah asansördeki kokunun ondan kaldığını iyice anlayarak, “Yoğurt istemedi mi?” diyorum “Bir şey demedi!” dedi ve kendisinden bir şey ister miyim diye biraz tereddütle bekledikten sonra sesimi çıkarmadığımı görünce yanımdan uzaklaştı.

      Akşamları babam yoğurt ekmek yiyor. Bu, uzun süredir böyle. Eve yine erken geldiğine göre onu büken bir sıkıntısı olmalı diye düşünürken evde yoğurt var mıydı acaba, yoksa gidip alsam mı veya babam eve gelirken almış mıdır diye kararsızlıkla bocaladıktan sonra, ne olur ne olmaz düşüncesiyle gidip almaya karar veriyorum. Soyunduktan sonra, yorgun argın bir daha dışarı çıkmak zor oluyor! Zaman zaman, hem benim hem babamın alışveriş ettiğimiz, meraklıları için özellikle koyun yoğurdu getirip satan, küçük ama içi dolu dolu mahalle bakkalından yarım kilo yoğurt alarak eve dönüyorum.

      Anahtarımla sokak kapısını açıp içeri giriyorum. Evin içi akşam olmuş gibi ışıksız! Ben bakkalda oyalanıp yoğurt aldıktan sonra eve dönerken iri ve yağış yüklü, parça parça, bulutların, kuzeyden gelerek, şehrin üstünde ağır ağır ilerlediğinin hiç farkına varmamışım!

      Burnuma gelen sigara kokusundan, babamın oturma odasında olduğunu anlıyorum. Elimdeki yoğurdu buzdolabına koyarken onunda şeffaf bir naylon torbanın içinde yeni aldığı bembeyaz yoğurdu görüyorum. Odama gidip kitaplarımı, notlarımı masamın üstüne bırakıyorum. Odam sabah nasıl bıraktıysam öyle duruyor.

      Gökyüzündeki yağmur yüklü bulutların gökyüzünü iyice karartıp kaplaması ile sabah odamdaki ışıltılı parlaklığı anımsıyorum. Havanın bu kararsız oynaklığı hiç hoşuma gitmiyor. İçerisi soğuk, el ve ayak parmaklarım iyice üşüyor. Üstümdeki kabanımı çıkarıp bir kenara attıktan sonra hemen yatağımın içine giriyor, yorganı başıma çekerek ısınmaya çalışıyorum. Ana rahmindeki gibi yan yatıp kıvrılmışım. Yorganın altındaki hava nefesimle ağırlaşıp içimi daraltınca başımı dışarı çıkarıyorum. Az önce hızlı hızlı nefes alıp verişimle yorganın içi ısınınca vücudumdaki kasılma azalıyor. Yattığım yerden, tül perdenin gerisinden gördüğüm, bulutlarla iyice kararan gökyüzü, vaktin daha geç olduğu hissini veriyor insana.

      Evin içindeki, babamla ayrı ayrı yaşadığımız yalnızlığımız ve dışarıdaki karaltı, penceremi tırmalamaya başlayan yağmurun habercisi uğultulu rüzgâr, içimde büyüyen bir dev gibi her yanımı sarıyor! Oturma odasından babamın öksürük sesleri geliyor, sonra kesiliyor. Uzun yıllar sigara içenlerin çıkardığı

Скачать книгу