Öteki Hayatlar. Emin Göncüoğlu

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Öteki Hayatlar - Emin Göncüoğlu страница 13

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Öteki Hayatlar - Emin Göncüoğlu

Скачать книгу

odama gitmeyi düşünüyorum. Ama bu davranışımın onu inciteceğini bildiğim için vazgeçiyorum. Fakat odanın içindeki hava çok rahatsız edici. Hiç olmazsa bir süre daha geçtikten sonra gidip odama tekrar uyumayı planlarken hiç beklemediğim bir şekilde babam, cama vuran yağmur seslerinin arasından konuşmaya başlıyor:

      “Ben tam on yedi yaşındayken, deden sıcak bir kurban bayramının ikinci günü, yemek masasında annem ve benden küçük halaların, amcalarınla akşam yemeğini yerken öldü! Evin büyüğü olduğum için, hayatım, kardeşlerimi korumakla ve bunaltıcı geçim sıkıntıları ile geçti. Yapmadığım iş çalışmadığım usta kalmadı. Param olmadığı için evlenemedim; olduğunda da yaşım geçmişti. Annen ile kısmet işte, aramızdaki yaş farkına rağmen evlendik. Çoluk çocuk sahibi olmanın, çekilmesi zor olan yükünü kardeşlerimden bildiğim için az çocuk yapmaya uğraştım. Annen de, sen hatırlamazsın bünyesi zayıftı, ablanla seni büyük perişanlıklar içerisinde zorla getirdi dünyaya. Sessiz bir kadındı; sessizce yaşadı ve sessizce öldü! Ablan çok etkilendi, ben de yıprandım, zor iş çocuk! Ablan küçük yaşına rağmen çekti çevirdi yine de bizi!”

      “Baba pişman mısın?”

      “Neden?”

      “Bizlerin dünyaya gelmesinden.”

      Az önceki öfkesi iyice kaybolmuş yumuşamış görünüyor. Pek yapmadığı bu iç dökmesini yaparken, bana sanki acırmış gibi kısa bir süre baktıktan sonra:

      “Pişmanım desem bir yararı var mı artık? Ablan beni endişelendiriyor! Senin durumun daha belli değil! Kız çocuğudur biriyle evlendiririz olur biter dedik. O zaman böyle düşünüyordum. Şimdi ne kadar büyük hata yaptığımı anlıyorum. Ama artık çok geç! Onu hayat karşısında bu kadar savunmasız bıraktığım için hep kendimi suçluyorum. Geç fark ettim, bu sorumsuzluğumun altında kaldım şimdi! Her telefon çalışında ablan mı diye ömrümden gün eksildiğini hissediyorum. Hayatımın diğer yorgunluklarını geride bıraktım ve hatırlamak istemiyorum. Onun telefonda benimle bilerek veya bilmeyerek titrek, kendine güvensiz bir sesle konuşmasından sayısız anlamlar çıkarıyor, hem ruhumun hem de bedenimin tıkır tıkır kırıldığını duyuyorum. Belki de vaktinden, yaşıtlarımdan önce çöktüğüm için güçsüzlüğüme sinirleniyor ve yaşamımı anlamsız buluyorum. Bana anneni özlüyor muyum diye soruyorsun tabii ki özlüyorum ama talihsizce erken gidip bizi geride bırakmasına çok içerliyorum. Olsaydı hiç olmazsa birbirimize dayanırdık. Hayatım boyunca hiçbir şey istediğim gibi olmadı ve hiçbir şeyi yerli yerine koyamadım. Hayat gücümü ve aklımı çok aştı. Bir türlü içinden çıkamadım. Çocuklarına, özellikle ablana karşı görevini yerine getirememiş bir babanın huzursuzluğu ile doluyum. Bunu geç fark ettim, en çok ona üzülüyorum. O benden bu dünyaya gelmeyi istemedi. Geleceği bu dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmiyordu. Bunu ben biliyordum ve suçluluk duygusundan kurtulamıyorum. Onu hayata ilişkin hiçbir korunağı olmadan getirip bu ateş tarlasının içine koyduğum için kendimi çok suçluyorum. Seni ve onu bırakıp gidiyorum. Bunun vaktinin geldiğini hissediyorum. Kaçtığım hissine kapılıyorum. Çünkü hiçbir şeyi yerli yerince yapamadım ki. Ama gücüm iyice azaldı. Evinde mutsuz bir hayat sürdüğünü ve iyice köşeye kıstırılmış olduğunu bana hep hissettiriyor. Buna çok üzülüyorum. Onu hiç suçlamıyorum. Ayakları üstünde güvenle durabilen, başka bir insanın insafına bağımlı olmayan bir insan olarak bıraksaydım huzur içinde ölebilirdim. Bundan ne yazık ki mahrumum. Bu çok berbat bir durum. Bütün pencerelerini dış dünyaya niye kapattın diyorsun. Huzurla seyredeceğim bir şey mi var ki dışarıda? Ablan beni endişelendiriyor!”

      “Kocasıyla mı sorunları var?”

      “Evet!”

      Babam benimle ilk kez bir şeyleri, onu rahatsız eden düşünceleri paylaşırken ne diyeceğimi bilmiyorum ve duygusallaşıyorum. Oturduğumuz odanın penceresinde çırpınan yağmur damlalarına bu duygusallıkla bakıyor ve üşüyen ayak parmaklarımı rahatsız edici bir şekilde hep duyuyorum.

      Sehpanın üstündeki mum ışığının zayıfça aydınlattığı köşedeki kitaplığa bakıp ablamı ve onunla zaman zaman yaptığımız didişmeleri ve hızla akıp giden zamanın onda yarattığı sorunla yüz yüze gelince içimdeki bulantıyı en rahatsız edici şekliyle duymaya başlıyorum! Kurallarını bizim koymadığımız garip bir oyunun içindeymişiz gibi bir hisse kapılıyorum.

      Babam oturduğu yerde büzülüp içine dönüyor ve içindeki kargaşayı tekrar yüzündeki donuk ifadenin arkasına gizliyor. Yüzüne dikkatle bakınca, belki de anlattıklarının etkisi ile ablama benzediğini fark ediyorum. Yüzü iri ve uzun, çıkık geniş çenesinin ortasında belirgin bir gamze var, gözleri iri ve çekik. Alnına dökülmüş saçları beyaz dalgalı ve hâlâ çok gür. Duvarda asılı kara kalemle yapılmış resimdeki dedeme de benziyor.

      “Baba…” diyorum onu uykusundan uyandırır gibi yavaşça. “Ablam da çok ilgili değildi hayatıyla, dersleriyle, senin bunda ne suçun var?” Sesini çıkarmadan, azaldığı için iyice titreyen mumun alevine bakıyor. “Çok yalnız yaşadı, hem de yaşına yakışmayacak kadar. Kendi geleceğini değil boş odalarda erken ölen annemi aradı hep!” diyorum.

      Babam gözleri açık bir ölü gibi otururken beni dinleyip dinlemediğini ve söylediklerimi anlayıp anlamadığını bilmiyorum. Bunu anlamam için sözlerime tepki vermesini bekliyorum üşüyerek. Donuk bakışlarını titrek mum alevinden alarak yüzüme dikiyor.

      “Hem herkes kendi hayatından, önce kendisi sorumlu değil mi?” diyorum.

      Bakışlarının canlanıp sertleştiğini fark ediyorum. Söylediğim sözlerin memnuniyetsizliği yüzünde dolaşıyor sanki. Bana öyle bakmasından hiç hoşlanmıyorum!

      “Tabii ki öncelikle herkes kendi hayatından sorumlu. Fakat hayat, çocuklar ve gençler için her yana mayınların döşendiği, renk renk çiçeklerin, ağaçların boy verdiği bir kır yerine benziyor. Çocuklar ve gençler, bu görüntünün en zalim en acımasız kısmını ne yazık ki göremiyorlar. Çiçeklerin, çimenlerin diplerine gizlenmiş mayınlardan habersizler. Ne zaman ki o acımasız demir parçaları ayaklarının dibinde patlayıp etlerini sağa sola savurduğunda hayatın acımasız yüzü ile karşılaşıyorlar. Defalarca bu mayınlara basmış, bazen ruhları, bazen bedenleri parçalanmış biz büyükler, ayağımızın altındaki bunca tehlikeye rağmen çocuklarımızı yeterince koruyamıyor, onları bu tehlikelerden haberdar edemiyoruz. Bizim görevimiz onların habersiz olduğu, göremedikleri o mayınlara basmamalarını sağlamak ve bunun için çaba göstermek. Ben bu çabayı, özellikle ablan için az gösterdiğimi anlıyor ve kendimi hiç affetmiyorum. Oysa ona daha çok zaman ayırmalıydım. Cebinde parası olan meslek sahibi bir insan yapmalıydım. Bunu yapamadığıma yanıyorum. Sen erkeksin oğlum, okulunu bitirdiğinde iyi kötü bir işin, mesleğin olacak, bu çok önemli. Kadın olmanın zorluğu ayrı bir şey, bunu onlar çok iyi biliyor; ben de ablandaki çaresizliklerde gördüm. Dünyayı kadın veya erkek diye ikiye ayırmak gerekiyor. Bütün yaşadıkları zorluklara rağmen dünya erkeklerin dünyası!”

      “Yoksul erkekler, işsiz erkekler ezilmiyorlar mı baba?”

      “Tabii ki eziliyorlar, ama kasları daha güçlü olduğu için çoğunlukla bunun hıncını evde kendilerinden daha zayıf olan kadın ve çocuklarından çıkarıyorlar!”

      “Nüfus yoğunluğunun

Скачать книгу