Evrensellik Mitosu. Doğan Özlem

Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Evrensellik Mitosu - Doğan Özlem страница 3

Автор:
Жанр:
Серия:
Издательство:
Evrensellik Mitosu - Doğan Özlem

Скачать книгу

denmesini anlaşılır kılan bir yanıttır: “Evet, tümel, evrensel diye bir şey vardır; ama o sadece ve sadece, düşünmemizde mantıksal düşünme tarzımızda içerilmiş bir şey, bir tasarım olarak vardır, onun bir gerçekliği yoktur; o sadece nesne gruplarına, kümelerine ad (nomina) olsun diye uydurulmuştur.”

      Bu kısa betimlemeler, özcülük ile nominalizm arasındaki karşıtlığı, en önemli yönüyle göstermeye yöneliktir. Genel felsefe kitaplarında bulunan bu bilgileri bir konferansta uzunca bir şekilde aktarmak gereksiz bulunabilir. Ne var ki, genel felsefe kitaplarında üzerinde gereğince durulmayan bir yön vardır ve o da şudur: Bu iki anlayış, felsefe yapma tarzlarını bile belirlemiş olan anlayışlardır. Ne var ki genel felsefe kitaplarının çoğu özcü bir anlayışla yazıldıklarından, nominalizmi ve ona bağlı felsefe yapma tarzını önemsizleştirirler. Oysa felsefe tarihi boyunca ortaya konulmuş felsefe anlayışlarının büyük kısmını, özcü ve nominalist olmaları bakımından sınıflandırmak bile mümkündür. Bu iki karşıt anlayış sadece epistemolojide değil, ontolojide, ahlakta, hukukta, sanat felsefesinde, kısacası felsefenin hemen her alanında birbiriyle sürekli tartışan anlayışlar olarak karşımıza çıkıyorlar. Yine felsefe tarihinden bildiğimize göre, bu iki anlayıştan özcü/evrenselci anlayış, nominalist/tekilci anlayışa karşı bariz bir üstünlük sağlamıştır. Öyle ki hatta, özcülük ve evrenselcilik, hatta felsefenin tanımlanmasında bile belirleyici olabilmişlerdir. Özellikle Grek felsefesinden kaynaklanan bu özcü/evrenselci anlayışın, Batı felsefesinin kaderini büyük ölçüde tayin ettiğini, Batı felsefesinin esasen özcü/evrenselci bir doğrultuda geliştiğini görüyoruz. Buna göre, “felsefe”nin en yaygın tanımlarından biri olarak karşımıza, “tümele, evrensele kavramsal bir irdelemeyle ulaşmak” tanımının çıktığını belirliyoruz. Bu özcü/evrenselci anlayışın en büyük temsilcileri, felsefe tarihinin de en büyük isimleri arasındadırlar; Platon, Aristoteles gibi. Bu filozoflar, bugün “evrenselci/tümelci tip felsefe” dediğimiz bir felsefe tipinin en büyük geliştiricileridir. Bugün “evrenselci/tümelci tip felsefe” terimini kullanabiliyorsak, bunu, bir başka tip felsefenin mevcudiyetinin en nihayet son yüz yıldır tanınmasına, hakkının teslim edilmesine borçluyuz. Nominalistler/tekilciler evrenselci/tümelci tip felsefenin ezici yaygınlığı altında felsefe tarihinde fazla bir varlık gösterememişlerse de, seslerini kısıp bir kenarda da oturmamışlardır. Hatta son yüz yıldır, “nominalist/tekilci tip felsefe” adını verebileceğimiz bir felsefe tarzının, felsefenin hemen tüm konu ve sorunları karşısında, ilkçağın sofistlerinden, septiklerinden sonra yeniden canlandığını ve etkili olmaya başladığını görüyoruz.

      Andığım karşıtlıklar ve bu karşıtlıklar doğrultusunda oluşmuş olan iki felsefe tarzının temel iddiaları, “bilim”i anlama ve değerlendirme bakımından bana çok aydınlatıcı geliyor. Bana göre, 16. yüzyıldan bu yana “modern bilim” adıyla karşımıza çıkan fenomen, aslında yeniçağ felsefesinin kendine özgü özcülüğünün/evrenselciliğinin en önemli uzantısı olarak görülebilir. Bu özcülük/evrenselcilik, modern bilimin tanımında ve niteliklerinin sıralanmasında kendini zaten açıkça ortaya koymaktadır.

      Özcü/Evrenselci Bilim

      Özcü/evrenselci açıdan “bilim”i, “modern bilim”i (Aristoteles’ten beri söylendiği üzere, her tanımın eksik tanım olacağını, şeylerin mükemmel tanımlarının olamayacağını bilerek) şöyle tanımlamak mümkün: Bilim, olgu ve olaylardan empirik yöntemlere başvurarak yasalara, hipotezlere, teorilere ulaşmaya, denetlenebilir bilgi üretmeye çalışan, açıklamacı bir bilgi faaliyetidir. Modern bilimin epistemolojik temellerini atanların en önemlilerinden birisi olan Francis Bacon, bilimin olgu ve olaylardan yasalara, genellemelere geçmeyi sağlayan tümevarımsal yönüne daha çok vurgu yapıyor, hipotez ve teori geliştirme yönünü ikincil sayıyordu. Onun deneyimci/tümevarımcı bilim anlayışı, 19. yüzyılın sonlarına kadar etkili olmuş, o andan sonra felsefe içi tartışmalarda bilimdeki kuramsal/tümdengelimci yönün önem ve değeri üzerinde daha çok durulmaya başlanmıştır. Bugün bilimde hangi yönün daha ağır bastığı hakkında tartışmalar devam etse de onun iki temel yönü olduğu üzerinde artık tartışılmıyor. Bu iki yönün bir aradalığını gözeterek bir bilim tanımı şöyle yapılabilir: Bilim, olgulardan empirik yoldan (gözlem, deney, sayım, ölçme vb.) deneysel yasalara (tümevarımsal yasalara) ulaşmaya ve daha sonra açıklama gücü deneysel yasalara göre çok daha fazla olmakla birlikte, deneysel/tümevarımsal değil, kuramsal/tümdengelimsel yoldan buluşçu düşünme faaliyetiyle geliştirilmiş hipotez ve teoriler geliştirmeye ve böylece konusu (doğa ve toplum/tarih) hakkında tümel/evrensel bir açıklama getirmeye çalışan bir bilgi faaliyetidir.[3]

      Bu tanımda bilimin ve bilimsel bilginin niteliklerinin neler olduğu da içkin olarak belirtilmiştir:

      a. Bilimi ve bilimsel bilgiyi mümkün kılan şey, öncelikle rasyonel/mantıksal düşünmedir. Akla aykırı (irrasyonel) ve mantık dışı (alojik) bir düşünmeyle bilim yapılamaz. Bu nitelik belki de kendiliğinden anlaşılır bir nitelik sayılacak ve ayrıca belirtilmesinin gerekli olmadığı düşünülebilecektir. Ne var ki, biraz sonra özcü/evrenselci bilim anlayışına yöneltilen eleştirileri andığımda, bilime içkin sayılan bu rasyonel/mantıksal düşünme yönünün de tartışmalı olduğu görülebilecektir.

      b. Bilim, rasyonel/mantıksal düşünme kalıpları altında, olguların empirik yoldan araştırılması ve açıklanması faaliyetidir.

      Yukarıda sayılan yönlere, bilimi bilim kılan epistemolojik koşullar denebilir. Bunların yanı sıra, bilimi bilim kılan, bilimi bilim olmayandan ayırmayı sağlayan bazı ahlaksal ve toplumsal ölçütler de sıralanmıştır. Bunların en önemlileri şunlardır:

      a. Bilim yapmak için değer yargılarından arınmış olmak gerekir. Ahlaksal, siyasal, estetik değer yargılarınızı bilimsel faaliyete taşırsanız, bilim yapmış olmazsınız, denmiştir.

      b. İnsani eğilimlerinizi, isteklerinizi ve arzularınızı da bilimsel faaliyete bulaştırmamalısınız.

      c. Kişisel veya grupsal çıkarlarınızı gözeterek bilim yapamazsınız.

      Böylece, bilimi bilim kılan, ikisi epistemolojik, üçü ahlaksal/toplumsal nitelikte olmak üzere beş koşul ve ölçüt saymış oldum. Artık, “Bilimi bilim olmayandan ne ayırır?” sorusuna şu şekilde yanıt verilebilir:

      a. Epistemolojik değeri yönünden bilimsel bilgi, empirik yoldan elde edilebilir ve yine empirik yoldan denetlenebilir olan bilgidir. Başka bir ifadeyle, bilimsel bilgi, olgu ve olaylarla her an karşılaştırılabilir, olgu ve olaylara uygunluğu ve uygunsuzluğu bu karşılaştırmayla her an sınanabilir olan bilgidir. Buna karşılık bilimsel olmayan bir iddia, “bilgi” olarak sunulmuş olsa da, olgu ve olgularla karşılaştırılamazlığı nedeniyle, doğruluğu veya yanlışlığı gösterilemeyen bir ifade olarak kalır.

      b. Bilimsel bilgi, rasyonel/mantıksal düşünme koşullarına ve ölçütlerine uygun ve yöntemli olarak elde edilmiş bilgidir. Buna karşılık bilimsel olmayan bir iddia, rasyonel/mantıksal düşünme koşullarına ve ölçütlerine uygun olsa da yöntemli olarak elde edilmiş bir bilgi olma özelliği taşımaz.

      c. Bilimsel bilgi evrensel bilgidir ve olgular söz konusu olduğunda aynı zamanda yasa bilgisidir. Bilim, yasaların bir bilgisini bize verebildiği ölçüde bilim adına layıktır.

      d. Bilimsel olmayan

Скачать книгу


<p>3</p>

“Ortak insan doğası’’ndan söz edenler, sosyal ve tarihsel durum ne olursa olsun, kültürel ve tarihsel koşul ve koşullanmalar ne kadar değişirse değişsin; özellikle doğa nesnelerini algılayış ve biliş biçimimizde bu koşul ve koşullanmaların etkili olamayacağını, burada bir göreliliğin söz konusu edilemeyeceğini ileri sürerler. Ne var ki, yeniçağ filozoflarının bir çoğunun ağızlarından düşürmedikleri bu şeyden, yani bir “ortak insan doğası”ndan söz etmek problematiktir. Bu konuya değişik yazılarımda yeri geldikçe sürekli değiniyorum. Son zamanlarda yapılan bir araştırmanın sonucunu, burada bu konuda bir küçük örnek olarak veriyorum (Bilim ve Teknik, Haziran 1999, sayı 389, s. 45): Araştırma, Eskimoların “beyaz” algısı ile Ekvator kuşağında yaşayanların “beyaz” algısının oldukça farklı olduğunu göstermiştir. İklim ve coğrafya, algılarımızı önemli ölçülerde farklılaştırabiliyor. En azından, tüm insanlar için ortak bir algılamadan ve dolayısıyla öz halinde ve evrensel bir insan doğasından söz edilemez. Tarih ve toplum dünyasında durum çok daha belirgindir. Daha Pascal, yaklaşık üç yüz elli yıl önce, “Pirenelerin bu tarafından doğru olan, öbür tarafından yanlıştır” derken, yalnızca değişik toplumlarda farklı, hatta karşıt ahlak anlayışlarının, inançların, değer yargılarının mevcudiyetine değinmiş olmuyor, daha esaslı olarak, kültürel koşullanmaların farklı algılamalara yol açtığını anlatmak istiyordu.